يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَتَّخِذُوا | edinmeyin |
|
6 | الْكَافِرِينَ | kafirleri |
|
7 | أَوْلِيَاءَ | dost |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | دُونِ | bırakıp |
|
10 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minleri |
|
11 | أَتُرِيدُونَ | mi istiyorsunuz? |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَجْعَلُوا | vermek |
|
14 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
15 | عَلَيْكُمْ | aleyhinizde olacak |
|
16 | سُلْطَانًا | bir delil |
|
17 | مُبِينًا | apaçık |
|
Çeşitli vesilelerle tekrar edilen “müminleri bırakıp kâfirleri veli edinmeme, müminleri ihmal ederek kâfirleri dost tutmama” tâlimatı, müminlerle gayri müslimler arasındaki bütün iyi ilişkileri yasaklayan bir hüküm olarak anlaşılmamalıdır. “Müminleri bırakıp” kaydında ısrar edilmesi bu kaydın önemli olduğunu göstermektedir. Müminleri bırakmamak, onları birinci planda dost, veli, taraf saymak şartıyla gayri müslimler ile de, taraflar ve bütün insanlık için hayırlı olacak, faydalar sağlayacak, kötülükleri önleyecek ilişkiler kurmak, anlaşmalar yapmak ve dayanışmalarda bulunmak yasak değildir, hatta teşvik edilmiştir (Âl-i İmrân 3/28; Mümtehine 60/7-8).
Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onlarla düşüp kalkanlar, dinleri ve dindaşları aleyhine de olsa kâfir dostlarının yapıp ettiklerine ses çıkaramayanlar, kâfirlerin kendilerine hâkim olmasına itiraz etmeyenler; bütün bunları –ki hepsi “velâyet, veli edinme” kavramına dahildir– mecbur olmadıkları halde yapanlar, kâfirlere dünyada ve âhirette verilecek cezaya katılmaya lâyık ve müstehak olurlar. Allah vereceği cezaya –âdeti gereği– bu yapılanları gerekçe gösterir.
(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 168-169)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْكَافِر۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile mansub olmuştur. اَوْلِيَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda اء yani elif-i memdude olan isimlerdendir.
مِنْ دُونِ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Hemze istifham harfidir. تُر۪يدُونَ fiili, نَ harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, تُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَجْعَلُوا fiili, نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru تُر۪يدُونَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır. عَلَيْكُمْ car mecruru سُلْطَانًا ’in mahzuf haline müteallıktır.
سُلْطَانًا kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مُب۪ينًا kelimesi سُلْطَانًا ’in sıfatıdır.
مُب۪ينًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
تُر۪يدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada, bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara, “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
الْكَافِر۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Münafıkların hali açıklanırken müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmek yasaklanmıştı. Şimdi burada kâfirlerden dost edinmek sarahatle nehyediliyor. Amaç yasaklama ve sakındırmayı kuvvetlendirmektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Burada kâfirler ile kastedilen Medine halkından kitap ehli ve Mekkeli müşriklerdir. Çünkü münafıklar çoğunlukla kitap ehli ile dostluk kuruyorlardı. (Âşûr)
اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Beyanî istînâf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i itiisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tevbih ve taaccüb amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır.
اَنْ ve akabindeki تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا cümlesi, masdar teviliyle تُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
سُلْطَانًا ,مُب۪ينًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
سُلْطَانًا kelimesinin nekreliği efraddan herhangi bir ferdi ifade eder. Sıfat tamlaması keşif ve tekid içindir.
İstifham, tenbih ve uyarı manasında mecaz-ı mürsel olarak kullanılmıştır. (Âşûr)