وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve onlar ki |
|
2 | امَنُوا | inandılar |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
5 | وَلَمْ | ve |
|
6 | يُفَرِّقُوا | ayırım yapmadılar |
|
7 | بَيْنَ | arasında |
|
8 | أَحَدٍ | hiçbiri |
|
9 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
10 | أُولَٰئِكَ | işte (Allah) |
|
11 | سَوْفَ | pek yakında |
|
12 | يُؤْتِيهِمْ | verecektir |
|
13 | أُجُورَهُمْ | onların da mükafatlarını |
|
14 | وَكَانَ | ve |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
17 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. رُسُلِه۪ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
وَ atıf harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يُفَرِّقُوا fiili ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَيْنَ mekân zarfı, يُفَرِّقُوا fiiline müteallıktır. اَحَدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru اَحَدٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edata tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid /vurgu olurlar.
يُؤْت۪يهِمْ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اُجُورَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurudur.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
غَفُورًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. رَح۪يمًا۟ ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ
Ayet 150. ayetteki istînâfa matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkarî kelamdır.
Mübteda olan has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası …اٰمَنُوا بِاللّٰهِ şeklinde müspet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
وَ ’la sıla cümlesine matuf olan وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlede istiare-i temsiliyye vardır. Benzetme heyettedir. Aklî olan bir durum, aklî olan bir duruma benzetilmiştir. Teşbihteki maksat da müşebbehteki bozulmayı ifade etmektir. (Âşûr)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ’nin haberi olan اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir, muhatabı ikaz eder ve akıbeti bildirir. İstikbal harfi سَوْفَ , müsnedi tekid etmiştir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği konunun daha iyi kavranmasını sağlar.
اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ [onlara ecirlerini vereceğiz] sözünde istiare vardır. Allah ve resulüne iman edip aralarını ayırmayanlar, ücretle çalışan işçilere benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığının verilmesidir.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde muhabbet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُورًا , رَح۪يمًا۟ sıfatları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cenab-ı Hakk'ın "Allah, onların mükâfatını kendilerine verecektir" ifadesinin manası, "Her ne kadar geri bırakılmış ise de, Allah'ın vermesi mutlaka tahakkuk edecektir" şeklindedir. Bundan maksat, vaadi tekid edip, onun muhakkak olacağını bildirmektir; yoksa onun sonraya kalacağı hususu değildir.
Daha sonra Cenab-ı Hak, "Allah gafûr ve rahîmdir" buyurmuştur. Bundan murad şudur: Allah Teâlâ onlara, mükâfat vereceğini vadetmiş, bundan sonra da onlara, günahlarından vazgeçip, onları affederek bağışlayacağını haber vermiştir. (Fahreddin er-Râzî)