يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْأَلُكَ | senden istiyorlar |
|
2 | أَهْلُ | ehli |
|
3 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تُنَزِّلَ | indirmeni |
|
6 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
7 | كِتَابًا | bir Kitap |
|
8 | مِنَ | -ten |
|
9 | السَّمَاءِ | gök- |
|
10 | فَقَدْ | muhakkak |
|
11 | سَأَلُوا | istemişler |
|
12 | مُوسَىٰ | Musa’dan |
|
13 | أَكْبَرَ | daha büyüğünü |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
16 | فَقَالُوا | demişlerdi |
|
17 | أَرِنَا | bize göster |
|
18 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
19 | جَهْرَةً | açıkça |
|
20 | فَأَخَذَتْهُمُ | derhal onları yakalamıştı |
|
21 | الصَّاعِقَةُ | yıldırım gürültüsü |
|
22 | بِظُلْمِهِمْ | haksızlıklarından dolayı |
|
23 | ثُمَّ | sonra |
|
24 | اتَّخَذُوا | tutmuşlardı |
|
25 | الْعِجْلَ | buzağıyı (tanrı) |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | بَعْدِ | sonra |
|
28 | مَا |
|
|
29 | جَاءَتْهُمُ | kendilerine geldikken |
|
30 | الْبَيِّنَاتُ | açık deliller |
|
31 | فَعَفَوْنَا | vazgeçtik |
|
32 | عَنْ |
|
|
33 | ذَٰلِكَ | bundan da |
|
34 | وَاتَيْنَا | ve verdik |
|
35 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
36 | سُلْطَانًا | bir yetki |
|
37 | مُبِينًا | açık |
|
Peygamberleri inkâr edenler, onları yalancılıkla suçlayanlar mûcize istediklerinde genellikle bundan maksatları o mûcizeyi görüp imana gelmek değildir; asıl gayeleri peygamberleri güç duruma düşürmek, mûcize gösterememeleri halinde yalancı olduklarını ortaya çıkarmaktır. Ancak inkârcılara –beklediklerinin aksine– mûcizeler geldiğinde de iman etmek yerine çeşitli bahaneler ileri sürmüşler, mûcizeyi sihir olarak değerlendirmişler ve daima bir başkasını, daha büyüğünü, daha zorunu istemişlerdir. Hz. Peygamber’e en büyük ve en anlamlı mûcize olan Kur’ân-ı Kerîm gelip dururken gerek müşriklerin (Yûnus 10/20; İsrâ 17/93) ve gerekse burada ifade edildiği üzere Ehl-i kitabın “ona gökten bir kitap gelmesini” istemeleri bu isteklerinde samimi olmadıklarını, inkâr ve inatları sebebiyle böyle davrandıklarını göstermektedir.
(Diyanet Kur’ân Yolu Tefsiri)
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ
Fiil cümlesidir. يَسْـَٔلُكَ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَهْلُ الْكِتَابِ fail olup lafzen merfûdur. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَسْـَٔلُكَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
تُنَزِّلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَيْهِمْ car mecruru تُنَزِّلَ fiiline müteallıktır. كِتَابًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru تُنَزِّلَ fiiline müteallıktır.
تُنَزِّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ
فَ ta’lîliyyedir. Mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfi olması da caizdir. Takdiri; إن استكبرت ما سألوا فقد سألوا موسى (İstedikleri şeyi büyük gördüysen muhakkak ki Musa’dan da…… istediler) şeklindedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
سَاَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مُوسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
اَكْبَرَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ ذٰلِكَ car mecruru اَكْبَرَ ’ye müteallıktır. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَكْبَرَ ism-i tafdil kalıbındandır.
فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ
فَ atıf harfidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً ’dir. Fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. اَرِنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهَ lafza-i celâli, ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. جَهْرَةً mef’ûlu mutlaktan naibtir.
فَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. اَخَذَتْهُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mukaddem mef‘ûl olarak mahallen mansubtur. الصَّاعِقَةُ fail olup lafzen merfûdur. بِظُلْمِهِمْ car mecruru اَخَذَتْهُمُ fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعِجْلَ mef’ûlun bihtir. İkinci mef’ûl mahzuftur. Takdiri إلها şeklindedir. مِنْ بَعْدِ car mecruru اتَّخَذُوا fiiline müteallıktır.
مَا ve masdar-ı müevvel, مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
جَاۤءَتۡ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ٱلۡبَیِّنَـٰتُ kelimesi faildir.
فَ atıf harfidir. عَفَوْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ ذٰلِكَ car mecruru عَفَوْنَا fiiline müteallıktır. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسٰى kelimesi mef‘ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. سُلْطَانًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مُب۪ينًا kelimesi سُلْطَانًا ’in sıfatıdır.
مُب۪ينًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ , masdar teviliyle يَسْـَٔلُكَ fiilinin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كِتَابًا ve الْكِتَابِ kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet, kâfirlerin tutarsız isteklerine cevap veren mantık yollu kelamdır.
Ayetin başında geçen kitabın nekre gelme nedenleri arasında özel bir nev’ ifade etme manası da vardır. Yani, Kur’an’ı beğenmiyor ve kendilerine mahsus özel bir kitap istiyorlar.
"Eğer sen, Allah katından gönderilen bir peygamber isen, tıpkı Musa'nın, levhaları getirdiği gibi, sen de bize gökten bir kitap getir..." Onların şöyle talepte bulundukları da rivayet edilmiştir: Onlar Hz Peygamber (sav)'den, kendilerine, gökten falancaya ve filancaya, kendisinin Allah'ın Resulü olduğuna dair bir kitap indirmesini istemişlerdir. Yine, "İnerken, kendisini bizzat görebileceğimiz bir kitap indir" şeklinde talepte bulundukları da rivayet edilmiştir. Onlar bu tür mucizeleri, Hz Peygamber'i zor durumda bırakmak için istemişlerdir. Çünkü Hz Peygamber'in mucizeleri daha önce tahakkuk etmiş ve gerçekleşmişti. Binaenaleyh fazlasını istemek, işi yokuşa sürmek manasına gelirdi. (Fahreddin er-Râzî)
فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ
فَ nehiy için ta’lîliyyedir. Cümle, لا تبال بسؤالهم (Onların isteklerine aldırma) takdirindeki cümle için, beyanî istînaf veya ta’lîliyyedir.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Hz. Peygamberden istenen şeylere işaret eden, ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak, "Nitekim onlar Musa'dan daha büyüğünü istemişler..." buyurmuştur. Cenab-ı Hak, her ne kadar bu istek Hz. Musa zamanında onların ecdatlarından sâdır olmuşsa da (ki bu talepte bulunanlar yetmiş kişiden meydana gelen temsilciler (nakibler) idiler), bu istekte bulunmayı Hz. Muhammed (sav) zamanında bulunan yahudilere nispet etmiştir. Çünkü bunlar da onların yolundan gidiyor, onların bu tür isteklerini kabulleniyor ve Hz. Muhammed'i güç durumda bırakma hususunda, onların adeta aynı tutumunu takınıyorlardı. Bu ayetten maksat, onların huy edinmiş oldukları, peygamberleri zora sokma, sıkıntıya düçar etme ve hakkı kabul etmeme gibi huylarını ortaya koymaktır. Sanki şöyle denilmek istenmiştir: Hz. Musa'ya gökten bir kitap inince, onlar bu kadarıyla yetinmemiş, aksine Hz. Musa'dan, bizzat o kitabın inişini görmeyi istemişlerdi. Bu da, onların kendilerine kitap indirilmesini istemelerinin, doğruya ulaşıp hakkı bulmak maksadıyla değil, aksine sırf inatları yüzünden olduğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ
فَ atıftır. Muzari fiil sıygasındaki قَالُٓوا cümlesi …فَقَدْ سَاَلُوا ’ye وَ ’la atfedilmiştir.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ cümlesi temasül dolayısıyla فَ ile قَالُٓوا cümlesine atfedilmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِظُلْمِهِمْۚ ‘deki بِ harfi sebebiyyedir.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ [Yıldırım yakaladı] ifadesinde mef’ûle isnad vardır. Yakalayan ve cezalandıran Allah Teâlâ’dır. Mecaz-ı mürseldir.
ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ
Cümle, فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzâfun ileyh olan masdar harfini takip eden جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اتَّخَذُوا - اَخَذَتْهُمُ , سَاَلُوا - يَسْـَٔلُكَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Buzağıyı değil, buzağı heykelini ilâh edinmişlerdir. Bunun için hazif vardır, yani hükmî mecazdır. Ya da buzağı kelimesi buzağı heykeli manasında kullanılmıştır. İstiare vardır.
Cenab-ı Hak, "Bilahare kendilerine bunca açık ayetler ve deliller geldikten sonra da, buzağıyı (Tanrı) edinmişlerdi" buyurmuştur. Bunun manası onların alabildiğine cahil olduklarını ve küfürde diretip ısrar ettiklerini beyan etmektir. Çünkü onlar, kendilerine Tevrat indirildikten sonra, Allah'ı açıkça görme talebiyle yetinmemiş, bilakis buna buzağıya tapma cürmünü de katmışlardır ki işte bu onların, hakkı ve dini talep etmekten son derece uzak olduklarına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَاناً مُب۪يناً
…ثُمَّ اتَّخَذُوا cümlesine فَ ile atfedilen bu cümle de faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki müteakip cümle makabline matuftur.
Yahudilerin buzağıyı ilâh edinmelerine işaret eden ذٰلِكَۚ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سُلْطَانًا ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder.
Musa'nın (as) getirdiği delile سُلْطَانًا denmesi; muhatabı boyun eğmeye mecbur bırakması dolayısıyladır.
Cenab-ı Hak, 'Biz onların, buzağıya tapmalarından dolayı köklerini kazımayıp, bilakis onları affettik ve Musa 'ya da apaçık bir hüccet verdik" buyurmuştur. Yani, "Hz Musa'nın kavmi, her ne kadar karşı koymuş ve inatlaşmada ileri gitmişlerse de, biz o Musa'ya yardım ettik ve O'nu kuvvetlendirdik. Böylece Musa'nın nübüvvet davası büyüyüp gelişti, hasmı ise gücünü ve kuvvetini kaybetti" demektir. İşte bu ifadede Hz Peygamber (sav)'e, o kâfirlerin her ne kadar kendisine karşı inat edip direnseler bile sonunda O'nun onlara hükümran olup, onları ezeceğine dikkat çekme ve işaret etme yoluyla bir müjde vardır. (Fahreddin er-Râzî)