حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | حُرِّمَتْ | haram kılındı |
|
2 | عَلَيْكُمْ | size |
|
3 | أُمَّهَاتُكُمْ | analarınız |
|
4 | وَبَنَاتُكُمْ | ve kızlarınız |
|
5 | وَأَخَوَاتُكُمْ | ve kızkardeşleriniz |
|
6 | وَعَمَّاتُكُمْ | ve halalarınız |
|
7 | وَخَالَاتُكُمْ | ve teyzeleriniz |
|
8 | وَبَنَاتُ | ve kızları |
|
9 | الْأَخِ | kardeş |
|
10 | وَبَنَاتُ | e kızları |
|
11 | الْأُخْتِ | kızkardeş |
|
12 | وَأُمَّهَاتُكُمُ | ve analarınız |
|
13 | اللَّاتِي |
|
|
14 | أَرْضَعْنَكُمْ | sizi emziren |
|
15 | وَأَخَوَاتُكُمْ | ve bacılarınız |
|
16 | مِنَ |
|
|
17 | الرَّضَاعَةِ | süt |
|
18 | وَأُمَّهَاتُ | ve anaları |
|
19 | نِسَائِكُمْ | karılarınızın |
|
20 | وَرَبَائِبُكُمُ | üvey kızlarınız |
|
21 | اللَّاتِي | olan |
|
22 | فِي |
|
|
23 | حُجُورِكُمْ | birleştiğiniz |
|
24 | مِنْ |
|
|
25 | نِسَائِكُمُ | karılarınızdan |
|
26 | اللَّاتِي |
|
|
27 | دَخَلْتُمْ | evlerinizde bulunan |
|
28 | بِهِنَّ |
|
|
29 | فَإِنْ | eğer |
|
30 | لَمْ |
|
|
31 | تَكُونُوا | olmamışsa |
|
32 | دَخَلْتُمْ | birleşmeniz |
|
33 | بِهِنَّ | onlarla |
|
34 | فَلَا | yoktur |
|
35 | جُنَاحَ | bir günah |
|
36 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
37 | وَحَلَائِلُ | ve karıları |
|
38 | أَبْنَائِكُمُ | oğullarınızın |
|
39 | الَّذِينَ |
|
|
40 | مِنْ | -den |
|
41 | أَصْلَابِكُمْ | kendi sulbünüz- |
|
42 | وَأَنْ |
|
|
43 | تَجْمَعُوا | ve almanız |
|
44 | بَيْنَ | bir arada |
|
45 | الْأُخْتَيْنِ | iki kızkardeşi |
|
46 | إِلَّا | ancak hariç |
|
47 | مَا | olanlar |
|
48 | قَدْ |
|
|
49 | سَلَفَ | geçmişte |
|
50 | إِنَّ | şüphesiz |
|
51 | اللَّهَ | Allah |
|
52 | كَانَ |
|
|
53 | غَفُورًا | çok bağışlayan |
|
54 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
Sütanne, sütbaba (sütannenin çocuğunu doğurduğu ve bu doğumdan gelen sütü ile süt çocuğunu emzirdiği sırada evli bulunduğu kocası), sütkardeşler ve diğer bazı süthısımlarının –evlenmenin yasak olması bakımından– öz anne ve akraba gibi olmaları ilgili âyet ve hadislerle sabit olmuş, İslâm’a mahsus bir anlayış ve hükümdür. Çocuğun tabii olarak başka bir gıda ile beslenip gelişemediği bir çağında (ilk iki yaş) onu emziren kadın, tıpkı doğuran ana gibi çocuğun hayatının idamesini sağlamakta yani Allah Teâlâ çocuğun hayatının devamına sütanneyi vasıta kılmaktadır. Bu bakımdan emziren kadın anne kabul edilmiş, onunla ve bir kısım yakınlarıyla emen çocuğun evlenmesi haram kılınmıştır. Yine bu sebepledir ki, bazı âlimlere göre ilk iki yaşı içinde bile çocuk sütten kesilir, başka gıdalarla beslenir hale gelirse bundan sonra –henüz iki yaş dolmadığı halde– emzirme haram kılıcı olmaz (İbn Âşûr, IV, 297).
Müctehid ve müfessirlerin çoğuna göre haram kılan emzirmenin çağı çocuğun ilk iki yaşı ile sınırlıdır (Bakara 2/233). Buna karşılık, sahâbeden Hz. Âişe, müctehidlerden Leys b. Sa‘d gibi bazı âlimler, Hz. Peygamber’in bazı tasarruflarına bakarak bu konuda yaş sınırı bulunmadığı ve hangi yaşta olursa olsun emzirmenin evlenmeyi haram kılacağı kanaatine ulaşmışlardır. Peygamber’in diğer hanımları (ümmehâtü’l-mü’minîn) ve müctehidlerin çoğunluğu ise haklı olarak, bu konudaki uygulamaların özel ve geçici bir izin olduğu, başkalarına teşmil edilemeyeceği görüşünü benimsemişlerdir.
Müctehidlerin çoğuna göre iki yaşını doldurmamış çocuğun midesine inen bir yudum süt dahi “süthısımlığı” ilişkisi için yeterlidir. Bazı rivayetlere dayanarak bunu beş doyumluk emmeye kadar çıkaranlar olmuştur (Müslim, “Radâ‘”, 26-32; Ebû Dâvûd, “Radâ‘”, 9-11; bu konuda geniş bilgi için bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985, II, 78-92).
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 43
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ
Fiil cümlesidir. حُرِّمَتْ meçhul mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. عَلَيْكُمْ car mecruru حُرِّمَتْ fiiline müteallıktır.
اُمَّهَاتُكُمْ naib-i faildir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. بَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ kelimeleri اُمَّهَاتُكُمْ’e matuftur.
اُمَّهَاتُ kelimesi أُمَّةٍ veya أُمَّهَةٍ kelimesinin çoğuludur. (Âşûr)
الّٰت۪ٓي müfret müennes has ism-i mevsûlu, اُمَّهَاتُكُمْ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْضَعْنَكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَرْضَعْنَكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. (نَ) nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَخَوَاتُكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la اُمَّهَاتُكُمُ ’e matuftur. مِنَ الرَّضَاعَةِ car mecruru اَخَوَاتُكُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır.
اُمَّهَاتُ atıf harfi وَ ’la önceki اُمَّهَاتُكُمْ’e matuftur. نِسَٓائِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رَبَٓائِبُكُمُ kelimesi atıf harfi وَ ’la اُمَّهَاتُ ’ye matuftur. الّٰت۪ٓي müfret müennes has ism-i mevsûlu, رَبَٓائِبُكُمُ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
رَبَٓائِبُ kelimesi رَبِيبَةٍ kelimesinin çoğuludur. Bu kelime ise bir kimsenin hanımının başkasından olan kızı anlamına gelip, kelime manası “terbiye edilmiş” demektir. Çünkü bu kızı terbiye eden o adamdır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
ف۪ي حُجُورِكُمْ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ نِسَٓائِكُمُ car mecruru الّٰت۪ي ’nin mahzuf haline müteallıktır.
الّٰت۪ٓي müfret müennes has ism-i mevsûlu, نِسَٓائِكُمُ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası دَخَلْتُمْ بِهِنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
دَخَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِهِنَّ car mecruru دَخَلْتُمْ fiiline müteallıktır.
فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. لَمْ muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.
تَكُونُوا nakıs meczum muzari fiildir. تَكُونُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
دَخَلْتُمْ fiili, تَكُونُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. دَخَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِهِنَّ car mecruru دَخَلْتُمْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
عَلَیۡكُمۡ car mecruru, لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
حَلَٓائِلُ kelimesi atıf harfi وَ ’la اُمَّهَاتُ ’ye matuftur. اَبْنَٓائِكُمُ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اَبْنَٓائِكُمُ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
مِنْ اَصْلَابِكُمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اُمَّهَاتُكُمْ ’e matuf olup mahallen merfûdur.
تَجْمَعُوا fiili, نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı, تَجْمَعُوا fiiline müteallıktır.
الْاُخْتَيْنِ muzâfun ileyhtir. Müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
اِلَّا istisnâ edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, munkatı’ istisnâ olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası قَدْ سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. سَلَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. اِنَّ ’nin haberi كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. غَفُورًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. رَح۪يمًا kelimesi ise ikinci haberdir.
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪ٓي اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَٓائِكُمْ وَرَبَٓائِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَٓائِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette üç kez geçen has müennes ism-i mevsûlun her biri sıfat konumundadır. Tevcih ihtiva ederler.
رَبَٓائِبُكُمُ’un sıfatı olan ism-i mevsûlün sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. ف۪ي حُجُورِكُمْ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Haram olanların sayılması taksim sanatıdır.
Sıfatlar dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ [Analarınız size haram kılındı.] cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. Haram kılınan; annelerle evlenmektir. Burada muzâf hazfedilmiştir.
حُرِّمَتْ fiilinin meçhul gelişi fiile ve mef’ûle dikkat çekmek içindir.
Ayet-i kerimede sayılan haram kılınan kadınlar arasında mürâât-ı nazîr ve derecelendirme vardır.
İzafetler kısa yoldan tarif içindir.
اَرْضَعْنَكُمْ - الرَّضَاعَةِ arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّۘ sözü, cinsî münasebetten kinayedir.
Bu ayette kan bağı ve süt bağının değeri çok iyi vurgulanmıştır.
رَبَٓائِبُكُمُ evlatlık demektir. İsm-i faildir ama mef’ûl manasında kullanılmıştır. İsme nakledildiği için tekil halinin sonuna ةِ gelmiştir. رَبَّ; eğitti demektir. Bir kadınla evlenip onun kızını kendi odasında yetiştirince evlatlık olur. Senin çocuğun gibi olur. Yetişkin bir kız çocuğu olarak geldiyse o bu konu dışında kalır. O kadınla boşanırsa o yetişkin kız çocuğu ile evlenebilir.
Allah Teâlâ çok merhametlidir ki hataya düşmeyelim diye bunları böyle detayları ile anlatmıştır.
Allah Teâlâ on dört sınıf kadının haram olduğunu, bu ayet-i kerime ile beyan etmiştir: Bunlardan yedisi nesep cihetinden haram olup şunlardır: Anneler, kızlar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşin kızları ve kız kardeşin kızları… Diğer yedisi ise nesep cihetinden değildir. Bunlar süt anneler, süt kız kardeşler, karıların anaları, zifafa girmiş oldukları karılarının başka kocadan olan kızları, oğulların ve babaların hanımları -ancak ne var ki oğulların hanımlarının haram oluşu burada, babaların hanımlarının haram oluşu bir önceki ayette zikredilmiştir- ve iki kız kardeşi aynı anda nikâhı altında bulundurmak. (Fahreddin er-Râzî)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ [Size anneleriniz… haram kılındı.] ifadesinin anlamı, anneleriniz ile evlenmenin haram kılındığıdır. Tıpkı [Babalarınızın nikâhlamış olduğu kadınları nikâhlamayın. (Nisa Suresi, 22)] ayeti gibidir. Çünkü onların haram kılınmasından anlaşılan, onlarla evlenmenin haram olduğudur. İçkinin haram kılınmasından, içkinin içilmesinin haram olduğunun anlaşılması gibi. (Keşşâf)
a) Şüphe yok ki أم lafzıyla burada aslî anneler kastedilmiştir. Binaenaleyh aslî annelerin nikâhının haram oluşu, işte bu vecihten, bu ayetten anlaşılmış olur. Ama ninelerin nikâhının haram oluşu ise bu ayetten anlaşılmayıp aksine icma’dan elde edilmiştir.
b) Allahu Teâlâ bu ayeti, her seferinde bir başka manayı kastederek iki defa îrad etmiştir. Ama biz أم lafzının aslî anneyi ifade etmede hakikat, nineleri ifade etmede ise mecaz olduğunu söylersek bu durumda tek bir lafzın aynı anda hem hakiki hem de mecazi manada kullanılamayacağı sabit olur. O zaman da أم lafzının, aslî anne ile nineleri ifadede hakikat olması halinde zikretmiş olduğumuz o iki izah şekli tekrar ortaya çıkar. (Fahreddin er-Râzî)
Üslup nehiy uslubundan حُرِّمَتْ buyurularak haber üslubuna değiştirilmiştir. İbni Abbas cahiliye döneminde de, babaların eşlerinin haram olması ve iki kardeşle evli olmak dışında haramların var olduğunu bu nedenle iki kardeşle aynı anda evlenmeme hükmünün muzari sıygasıyla geldiğini söyler. (Âşûr)
فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olumsuz كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ ’nin haberinin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْۘ ise cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ,عَلَيْكُمْۘ ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ harfiyle gelen وَحَلَٓائِلُ اَبْنَٓائِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ cümlesi makabline matuftur.
Tevcih ihtiva eden ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ اَصْلَابِكُمْۙ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Masdar harfi اَنْ dolayısıyla …تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ cümlesi masdar teviliyle ayetteki ilk اُمَّهَاتُكُمْ ’a atfedilmiştir.
اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ Müstesna olan ism-i mevsûl مَا ’nın sılası, قَدْ ile tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
دَخَلْتُمْ ’un tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
حُرِّمَتْ - حَلَٓائِلُ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۙ
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi,
كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًاۙ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنّ ’nin haberinin, كَانَ ’nin dahil olduğu cümle olarak gelmesi sübut ifade eder
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ’ya ait iki haber olan غَفُورًا - رَح۪يمًاۙ sıfatlarının aralarında و۬ olmaması bu sıfatların Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mübalağa kalıbındaki غَفُورًا - رَح۪يمًاۙ sıfatları arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)