فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَا | ne oldu ki |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | فِي | hakkında |
|
4 | الْمُنَافِقِينَ | münafıklar |
|
5 | فِئَتَيْنِ | iki gruba ayrıldınız |
|
6 | وَاللَّهُ | oysa Allah |
|
7 | أَرْكَسَهُمْ | onları baş aşağı etmiştir |
|
8 | بِمَا | işlerden dolayı |
|
9 | كَسَبُوا | yaptıkları |
|
10 | أَتُرِيدُونَ | mi istiyorsunuz? |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | تَهْدُوا | doğru yola iletmek |
|
13 | مَنْ | kimseyi |
|
14 | أَضَلَّ | saptırdığı |
|
15 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
16 | وَمَنْ | ve birini |
|
17 | يُضْلِلِ | saptırırsa |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | فَلَنْ | artık |
|
20 | تَجِدَ | bulamazsınız |
|
21 | لَهُ | onun için |
|
22 | سَبِيلًا | bir yol |
|
Hasan ve Mücahid'den rivâyet olunduğuna göre bir kavim, Medine'ye gelip müslüman olduklarını açıkladıktan bir süre sonra Medine'den sıkıldıklarını bahane ederek çöle çıkmak için Hz. Peygamberden izin istemişler ve çıkınca aşama aşama göçerek gitmişler, sonunda müşriklere katılmışlar, Müslümanlar da bunların müslüman olup olmadığında ve savaş açısından haklarında nasıl bir muamele yapılmasının lazım geleceğinde ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sebeple bunların aslında münafık oldukları açıklanarak genel bir şekilde savaş hukuku ile ilgili bazı hükümler tebliğ edilmek üzere şu âyetler inmiştir:
Her kim güzel bir işte aracılık yaparsa sevap, kim de kötü bir işte aracılık yaparsa günah kazanır. Allah'a hesap vermek bir gerçektir, Allah birdir, kıyamet gününde şüphe yok iken, siz o münafıklar hakkında neden iki gruba ayrılıyorsunuz? Halbuki Allah onları kazandıkları küfür ve günahlar sebebiyle tersine çevirip reddetmiştir. Siz Allah'ın sapıklığa düşürdüğü kimselere hidayet vermek mi istiyorsunuz? Halbuki Allah, her kimi sapıklığa düşürürse, yani kimde sapıklığı yaratırsa Ey Muhammed! Sen bile artık ona bir yol bulamazsın. Onlar, kendileri nasıl kâfirler ise siz de öyle kâfir olasınız da hepiniz kâfirlikte eşit olasınız diye arzu etmektedirler. Bundan dolayı, Onlar Allah yolunda hicret edinceye, bu şekilde imanlarını isbatlayıncaya kadar içlerinden dostlar edinmeyiniz. Eğer onlar, Allah yolunda doğru dürüst hicret etmekle imanlarını açıklamaktan çekinirlerse onları tutunuz ve bulduğunuz yerde, yani Harem-i Şerif içinde de olsa kendilerini öldürünüz ve onlardan ne bir dost, ne bir yardımcı tutmayınız, tamamen onlardan sakınınız.
( Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri)
Rasûllullah (sav) Uhud Savaşı’na çıktığında, yanında bulunanlardan bir kısmı geri döndü. Ashab-ı Kiram bunlar hakkında iki gruba ayrıldılar. Bir kısmı “Onları öldürelim” derken, bir kısmı da “Hayır, öldürmeyelim” dedi. Bınun üzerine “Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” diye başlayan bu ayet nazil oldu. Rasûl-i Ekrem de: “ Medine , tayberdir (güzel ve hoş şehirdir); ateş , demir ve gümüşün cürûfunu nasıl dışarı atarsa , o da içindeki pislikleri öylece atar” buyurdu.
( Buhari, fezâilü’l-Medine 10, Tefsir 4/15; Müslim, Münafikin 6. )
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Fie فَيْءٌ Güzel bir hale dönmektir. فِئَةٌ Yardımlaşma konusunda birbirlerine dönen ve birbirlerini destekleyen topluluk anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kur’ân-ı Kerim'de 10 dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ
فَ istînâfiyyedir. İstifham ismi مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
فِي الْمُنَافِق۪ينَ car mecruru فِئَتَيْنِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. الْمُنَافِق۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُنَافِق۪ينَ, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
فِئَتَيْنِ kelimesi لَكُمْ ’deki hitap zamirinin halidir. فِئَتَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mansubtur.
وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اَرْكَسَهُمْ fiili haber olup mahallen mansubtur.
اَرْكَسَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte اَرْكَسَهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ
Hemze istifham harfidir. تُر۪يدُونَ fiili, نَ harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, تُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَهْدُوا fiili, نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَضَلَّ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
تُر۪يدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. يُضْلِلِ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُضْلِلِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
تَجِدَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. لَهُ car mecruru تَجِدَ fiiline müteallıktır. سَب۪يلًا kelimesi تَجِدَ fiilinin mef’ûlun bihidir.فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ
فَ istînâfiyye, مَا istifham harfidir. Ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, ikaz ve tevbih kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Bu istifham:
- Münafıklar hakkında ihtilafa düşmeyi mazur gösterecek bir sebep bulunmadığını,
- Münafıkların kâfir olduğunu ve onların küfrünü ifade etmenin kesinlikle zorunlu olduğunu,
- Küfrünü açığa vuranlar hakkındaki hükümlerin münafıklar için de geçerli olduğunu açıklar.
Bu ayette onların kâfir olarak değil de münafık olarak zikredilmesi ise eski vasıfları itibariyledir. (Ebüssuûd)
الْمُنَافِق۪ينَ kelimesindeki tarif, ahd içindir. (Âşûr)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır لَكُمْ mahzuf habere, فِي الْمُنَافِق۪ينَ ise فِئَتَيْنِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. فِئَتَيْنِ muhatap zamirinden haldir. Hal, anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Hal وَ’ıyla gelen وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi tazim ve korkutmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
اَرْكَسَ - كَسَبُوا kelimeleri arasında cinâs-ı nâkıs sanatı vardır.
اَرْكَسَ fiili sadece bu surede iki kere geçmiştir. “Tepetaklak çevirmek” demektir. Münafıkların iç dünyalarındaki çelişki, bir cismin altının üstüne çevrilmesine benzetilmiştir.
اَرْكَسَ fiili, bir şeyin altını üstüne çevirme anlamına gelir. Tırnaklı hayvanların terslerine de reks denilir. Çünkü o, (yiyeceğin) kötü bir hale yani necaset haline dönüşmüş şeklidir. Yine bu anlamından dolayı hayvanın pisliğine de denilir. Bu fiilin iki türlü kullanılış şekli vardır: ركسهم و اركسهم Mesela, “Onları altüst çevirdi, onlar da altüst oldular.” denilir. Yani “Tersyüz oldular, gerisin geriye çevrildiler.” demektir.
Ayetin manası şudur: “Allah Teâlâ onları, kazanmış oldukları nifak üzerinde iken ortaya koymuş oldukları irtidâdlarından dolayı hor ve hakir olmak, esir alınmak ve öldürülmek gibi kâfirlere tatbik edilen hükümlere döndürmüş, havale etmiştir. Çünkü münafık, zahiren şehadetine tutunduğu yani Allah’ın birliğini ve Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiği müddetçe öldürülmez. Ama küfrünü açıkça ortaya koyduğu zaman Allah Teâlâ ona, kâfirlere tatbik etmiş olduğu hükümleri tatbik eder.” (Fahreddin er-Râzî)
اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ
Ayetin ikinci cümlesi fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, ikaz ve tevbih kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
اَنْ ve akabindeki تَهْدُوا fiil cümlesi, masdar teviliyle تُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Mef’ûl olarak nasb mahallinde olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası اَضَلَّ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin müsnedinin Allah ismiyle marife olması tevbih ve azarlama kastı taşımaktadır.
تَهْدُوا - اَضَلَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُضْلِلِ - الْمُنَافِق۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada hitap, münafıklardan mümin olduklarını söyleyenleredir. Onlar bu iddialarından dolayı kınanıyor ve imkânsız bir şey için çalışmakla suçlanıyorlar. Daha açık bir deyişle onlar, Allah Teâlâ'nın saptırdığını, hidayette göstermeye gayret etmekle itham ediliyorlar. Çünkü o münafıklar, iman ve hidayetten uzak oldukları halde onların imanına hükmetmek ve onların hidayetini iddia etmek, onları hidayette göstermeye çalışmak demektir.
“Allah’ın saptırdığına sız mi hidayet ediyorsunuz?” değil de “Allah’ın saptırdığına siz mi hidayet etmek istiyorsunuz?” buyrulmak suretiyle inkârın iradeye tevcih edilmesi, inkârda mübalağa içindir. Zira bu ifade ile bunun kendisinin mümkün olması şöyle dursun, isteğinin bile mümkün olmadığı açığa kavuşturulmuş oluyor. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
وَ istînafiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلِ اللّٰهُ cümlesi, mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin haber olması da caizdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber talebî kelamdır.
يُضْلِلِ - اَضَلَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
سَب۪يلًا ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiçbir yol” manasındadır.
يُضْلِلِ اللّٰهُ [Allah’ın saptırdığı] cümlesinde sebebe isnad kabilinden mecaz-ı mürsel vardır.
Buradaki hitabın muhatapların her ferdine tevcih edilmesi, bunun imkânsızlığının, tek tek bütün insanlar için geçerli olduğunu zımnen bildirmek içindir. Ayetin manası, “Allah Teâlâ onları imandan saptırınca insanların onları imana girdirmek için bir yol bulabilmeleri imkânsızdır.” şeklindedir. (Ebüssuûd)