Nisâ Sûresi 92. Ayet

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً  ...

Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا yoktur
2 كَانَ ك و ن
3 لِمُؤْمِنٍ bir mü’minin ا م ن
4 أَنْ
5 يَقْتُلَ öldürmesi ق ت ل
6 مُؤْمِنًا bir mü’mini ا م ن
7 إِلَّا dışında
8 خَطَأً yanlışlık خ ط ا
9 وَمَنْ ve kim ki
10 قَتَلَ öldürdü ق ت ل
11 مُؤْمِنًا bir mü’mini ا م ن
12 خَطَأً yanlışlıkla خ ط ا
13 فَتَحْرِيرُ azadetmelidir ح ر ر
14 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
15 مُؤْمِنَةٍ mü’min ا م ن
16 وَدِيَةٌ ve bir diyet و د ي
17 مُسَلَّمَةٌ vermelidir س ل م
18 إِلَىٰ
19 أَهْلِهِ ölenin ailesine ا ه ل
20 إِلَّا başka
21 أَنْ
22 يَصَّدَّقُوا bağışlamaları ص د ق
23 فَإِنْ eğer
24 كَانَ ise ك و ن
25 مِنْ -tan
26 قَوْمٍ bir topluluk- ق و م
27 عَدُوٍّ düşmanınız olan ع د و
28 لَكُمْ sizin
29 وَهُوَ o (öldürülen)
30 مُؤْمِنٌ mü’min ا م ن
31 فَتَحْرِيرُ azadetmelidir ح ر ر
32 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
33 مُؤْمِنَةٍ mü’min ا م ن
34 وَإِنْ ve eğer
35 كَانَ ise ك و ن
36 مِنْ
37 قَوْمٍ bir topluluktan ق و م
38 بَيْنَكُمْ sizinle ب ي ن
39 وَبَيْنَهُمْ kendileri arasında ب ي ن
40 مِيثَاقٌ andlaşma bulunan و ث ق
41 فَدِيَةٌ bir diyet و د ي
42 مُسَلَّمَةٌ verilecektir س ل م
43 إِلَىٰ
44 أَهْلِهِ ailesine ا ه ل
45 وَتَحْرِيرُ ve azadetmek lazımdır ح ر ر
46 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
47 مُؤْمِنَةٍ mü’min ا م ن
48 فَمَنْ kimse
49 لَمْ
50 يَجِدْ bunları bulamayan و ج د
51 فَصِيَامُ oruç tutmalıdır ص و م
52 شَهْرَيْنِ iki ay ش ه ر
53 مُتَتَابِعَيْنِ ardı ardına ت ب ع
54 تَوْبَةً tevbesinin kabulü için ت و ب
55 مِنَ tarafından
56 اللَّهِ Allah
57 وَكَانَ ك و ن
58 اللَّهُ Allah
59 عَلِيمًا bilendir ع ل م
60 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Vadi وَادِي sözcüğünün aslı, suyun içinde aktığı yerdir. أوْدَى Öldürdü demektir ki bu kanını akıttı demeye benzer. Ödenen kan bedeline دِيَة adı verilir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vâdi ve diyettir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لِمُؤْمِنٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ’nin muahhar ismidir.  يَقْتُلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.  مُؤْمِنًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  خَطَـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur.  


وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ


وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَتَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Şart fiili olup mahallen meczumdur. Aynı zamanda مَنْ’nin haberidir.

مُؤْمِنًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  خَطَـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  قتلًا خطأ  (Yanlışlıkla bir cinayet) şeklindedir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَحْر۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir) şeklindedir.

رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُؤْمِنَةٍ  kelimesi  رَقَبَةٍ ’in sıfatıdır.  دِيَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  رَقَبَةٍ ’e matuftur.  مُسَلَّمَةٌ  kelimesi  دِيَةٌ ’un sıfatıdır.

اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ  car mecruru  مُسَلَّمَةٌ ‘e müteallıktır.  اِلَّٓا  istisna edatıdır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubtur. 

 يَصَّدَّقُوا  fiili  ن’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَصَّدَّقُوا  fiilinin asıl hali  يَتَصَدَّقُوا  şeklindedir. İftial babındadır. Bu babın  ت harfi  ص  harfine dönüşmüş ve fiil ayetteki haliyle gelmiştir.


فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ


فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو’dir.  مِنْ قَوْمٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  عَدُوٍّ  kelimesi  قَوْمٍ’in sıfatıdır.   لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٍّ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنٌ  haber olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَحْر۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir.) şeklindedir.

رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُؤْمِنَةٍ  kelimesi  رَقَبَةٍ’in sıfatıdır.


وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ 


وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هو’dir.  مِنْ قَوْمٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Mekân zarfı  بَيْنَكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيْنَهُمْ  mekân zarfı atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَكُمْ ’e matuftur.

م۪يثَاقٌ  muahhar mübtedadır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  دِيَةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir.) şeklindedir. 

مُسَلَّمَةٌ  kelimesi  دِيَةٌ ’un sıfatıdır.  اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ  car mecruru  مُسَلَّمَةٌ’e müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  تَحْر۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir) şeklindedir.

رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُؤْمِنَةٍ  kelimesi  رَقَبَةٍ ’in sıfatıdır.

 

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ 


فَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَجِدْ  meczum muzari fiildir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  صِيَامُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir.) şeklindedir.  شَهْرَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.  مُتَتَابِعَيْنِۘ  kelimesi  شَهْرَيْنِ ’nin sıfatıdır.

تَوْبَةً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  تاب عليكم توبة (Tevbenizi kabul eder.) şeklindedir. Veya sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. Takdiri,  شرع ذلك توبة من الله (Allah’a tövbe olarak kural koymuştur.) şeklindedir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  تَوْبَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. 


وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً


وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

 عَل۪يمًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  حَك۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ 


وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olumsuz  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi; faide-i haber inkarî kelamdır.

ما كان’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir, 3/79)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ,لِمُؤْمِنٍ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Masdar  harfi  اَنْ’i takibeden …يَقْتُلَ مُؤْمِنًا  cümlesi masdar teviliyle  كَانَ ’nin ismi konumundadır.

اِلَّا  harfi, istisna için değil,  وَﻻَ  manasında da olabilir. Bu takdirde anlam şöyle olur: Bir müminin bir mümini, (ne kasten veya) taammüden ne de yanlışlıkla öldürme hakkı olamaz. 

Diğer bir görüşe göre ise cümlenin başındaki nefy (مَا كَانَ), nehiy manasındadır. Bunun anlamı da şudur: Bir mümin diğer bir mümini öldürmemelidir; fakat hataen veya yanlışlıkla böyle bir fiil vuku bulursa onun failine verilecek ceza da şundan ibarettir: Hata ile öldürme; fiilde veya maktulün şahsına karşı bir öldürme kastı bulunmayan hallerde söz konusu olur. Kâfirlerin safında bulunan ve Müslüman olduğu bilinmeyen bir Müslümanı vurup öldürmek gibi. (Ebüssuûd)

[Müminin, mümini] kısasen değil de katli ilk başlatması [öldürmesi olacak şey değildir.] Bu, bir mümin için sahih ve doğru değildir; durumuna uygun da değildir. (Keşşâf)

مَا  nefy edatı ve  اِلَّا  istisna edatı ile oluşan kasr, fiil ve mefûlü mutlakın naibi olan خَطَـًٔاۚ  arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

خَطَـًٔاۚ  kelimesinin mansub oluşu hususunda şu izahlar yapılmıştır:

1- Bu, mef’ûlun leh'tir. Buna göre ifadenin takdiri, “Bir müminin bir mümini, bir hata  için olması müstesna, hiçbir sebeple öldürmesi uygun düşmez.” şeklindedir.

2- Bu, haldir; ifadenin takdiri, “Onun bir hata olması hali müstesna, o onu kesinlikle öldürmez.” şeklindedir.

3- Bu, mahzûf bir masdarın (mef'ûlu mutlak) sıfatıdır. Buna göre kelamın takdiri, “Hataen öldürme olması müstesna” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)


وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ 


وَ  atıf,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin  مَنْ ’in haberi olması da caizdir.

Şafiî (r.a.) şöyle demiştir: “Öldürme üç türlü olur: Kasten, hataen ve kasde benzer bir şekilde (şibh-i amd)... ‘Kasten öldürme’ bir insanın, öldüreceği kimseye ister yaralayıcı cinsten olsun isterse olmasın, onu öldüreceğini bildiği bir şey ile öldürmeye kastetmesidir.” Bu, Şafiî’nin görüşüdür. Hataen öldürme de iki kısımdır: 

a- Öldüren kimsenin, bir kuşa veya bir kâfire niyetlenerek ve nişan alarak attığı şeyin bir Müslümana isabet ederek onu öldürmesidir.

b- Üzerinde bir kâfir alameti görüp onu müşrik zannederek bir Müslümanı öldürmektir. Birincisi fiilde hata, ikincisi ise niyette hatadır.

“Şibh-i amd”e gelince bu, insanın, öldürdüğü şahsa genelde öldürebileceği düşünülmeyen hafif bir sopa ile vurup, bundan dolayı onun ölmesidir. Şafiî (r.a.), “Bu, her ne kadar vurma da kasıtlı ve bilerek olsa bile öldürme hususunda hatadır.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr)

Ayetin, “bir boyun azat etmek” terkibinde alakası cüziyyet olan mecaz-ı mürsel vardır. Zira insanın bir organı olan boynun esareti veya hürriyeti söz konusu değildir. Dolayısıyla bu ibareyle gerçek anlam kastedilmiş olamaz. O halde buradaki ifade mecazdır. Cüz (boyun) zikredilmiş ama küll (kölenin tamamı) kastedilmiştir. Yani kölenin boynu zikredilmiş, kendisi murad edilmiştir. Bu hususa Beyzâvî şu ifadelerle temas eder: Ayette  رَقَبَةٍ ( boyun) lafzı, kişinin kendisini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Nitekim  رأس; baş lafzı da kişi anlamında kullanılır. (Süleyman Gür, Kadî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

فَ  karinesiyle gelen  cevap  cümlesi … فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  تَحْر۪يرُ, takdiri  الواجب  (gerekir) olabilecek mahzuf mübteda için haberdir.  وَدِيَةٌ, haber olan  تَحْر۪يرُ’ya matuftur.

ٍفَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ  ifadesi, فَعَلَيه تحرير رقپة  takdirinde olup “Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir.” anlamındadır.  تَحْر۪يرُ, azat etmek demektir. (Keşşâf)

دِيَةٌ  ,مُسَلَّمَةٌ için sıfattır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil sıygasındaki  يَصَّدَّقُواۜ  cümlesi, masdar tevili ile müstesna konumundadır. Diyet tasadduk edilecek cinsten olmadığı için istisna-i munkatı’ dır.

Diyeti bağışlamanın sadaka olarak vasıflandırılması (tasadduk kelimesinin kullanılması), bunu teşvik ve faziletine dikkat çekmek içindir. Rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Dinen güzel olan her şey sadakadır.” (Ebüssuûd - Beyzâvî)


 فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle  şart üslubunda haberî isnaddır.

كان ’nin dâhil olduğu  كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ  ,مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

وَ ’la gelen, mübteda ve haberden müteşekkil  وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi haldir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  تَحْر۪يرُ, takdiri  الواجب (gereklidir) olabilecek mahzuf mübteda için haberdir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Boyun anlamındaki  رَقَبَةٍ, kişi ve can demektir. Mümin köleden maksat ise alimlerin geneline göre (küçük yaşta da olsa) İslâm hükmü üzere bulunan bütün kölelerdir. (Keşşâf)


وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ 

 

وَ  atıftır. Cümle  şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi, كان’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  îcâz- hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  كَانَ ,مِنْ nin mahzuf haberine müteallıktır.

قَوْمٍ  için sıfat olan  بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ  cümlesinde mekân zarfı  بَيْنَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  م۪يثَاقٌ  muahhar mübtedadır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Daha önce diyet ödemek köle azat etmekten sonra zikredildiği halde burada diyet ödemenin önce zikredilmesi, aradaki antlaşmanın bozulması ihtimaline karşı diyetin acele ödenmesinin lüzumunu zımnen bildirmek içindir. Diyet ödemenin yanı sıra diğer Müslümanların katlinde olduğu gibi bunda da bir mümin köle azat etmek gerekir. (Ebüssuûd)

فَ  karinesiyle gelen  فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪  cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَدِيَةٌ  mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri,  فالواجب عليه دية  (Ona diyet ödemek gerekir.) olabilir.  

تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle, cevap cümlesine matuftur.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. تَحْر۪يرُ, takdiri  الواجب  (gerekir) olabilecek mahzuf mübteda için haberdir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede sıfatlar dolayısıyla ıtnâb sanatı vardır.

فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ  cümlesiyle  وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bir mümin köle azat etmek müeyyidesi, “Kim bir mümini hataen öldürürse…” hükmüne dâhil iken burada ayrıca zikredilmesi, maktul sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise kâfirler topluluğuna mensubiyetinin diyet ödenmesine engel olmadığını beyan etmek içindir. Daha önce belirtildiği üzere maktulün muharip kâfirler topluluğuna mensup olması diyet ödenmesine manidir. (Ebüssuûd)


فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  لَمْ يَجِدْ  şart cümlesidir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber olan  صِيَامُ ’nun mübtedası mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır ve mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَوْبَةً  mef’ûlun lieclih veya mef’ûlu mutlak olarak mansubtur.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü Allah kelimesinin masdarı olan ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَل۪يمًا حَك۪يمًا  şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır

فَتَحۡرِیرُ - رَقَبَةࣲ - مُّؤۡمِنَةࣲ - دِیَةࣱ - مُّسَلَّمَةٌ - كَانَ - قَوۡمٍ - مَن - ٱللَّهِۗ- أَهۡلِهِ - بَیۡنَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.