Mü'min Sûresi 12. Ayet

ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ  ...

“Bu, sizin tevhid çerçevesinde Allah’a çağrıldığında inkâr etmeniz, O’na ortak koşulduğunda ise inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm yüce ve büyük Allah’a aittir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكُمْ bu
2 بِأَنَّهُ sebebiyledir
3 إِذَا zaman
4 دُعِيَ çağrıldığınız د ع و
5 اللَّهُ Allah’a
6 وَحْدَهُ tek olan و ح د
7 كَفَرْتُمْ inkar etmeniz ك ف ر
8 وَإِنْ ve eğer
9 يُشْرَكْ ortak koşulursa ش ر ك
10 بِهِ O’na
11 تُؤْمِنُوا inanmanız ا م ن
12 فَالْحُكْمُ artık hüküm ح ك م
13 لِلَّهِ Allah’a aittir
14 الْعَلِيِّ yüce ع ل و
15 الْكَبِيرِ ve büyük ك ب ر
 

Tefsirlerde, “Allah’ın kızması” diye çevirdiğimiz ifadedeki makt kelimesinin, insanlardaki öfke duygusuyla karıştırılmaması gerektiğine önemle dikkat çekilir. Zira insanlardaki bu tür duygular azalıp artmakta, hatta zaman zaman aklın kontrolünden çıkabilmekte, hak ve adalet ölçülerinin dışına çıkabilmektedir. Bu sebeple İslâm bilginleri, öfkeyi geçici delilik olarak değerlendirmişlerdir (Râgıb el-İsfahânî, ez-Zerî‘a ilâ mekârimi’ş-şerîa, s. 346; Gazzâlî, İhyâ, III, 167). Allah bu tür beşerî duygulardan münezzeh olduğundan, “öfke, kızgınlık” anlamına gelen gazap, makt, suht kelimeleri Allah hakkında kullanıldığında genellikle, “Allah’ın günah işlenmesinden hoşnut olmaması, günahkârları rahmetinden uzaklaştırması, cezalandırmayı murat etmesi” şeklinde ulûhiyyetin şanına uygun düşecek tarzda açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 363; Râzî, XXVII, 38; İbn Âşûr, XXIV, 96). 

Allah’ın, kitapları ve peygamberleri aracılığıyla yaptığı uyarılara kulak tıkayarak dünya hayatını inkâr ve isyanlarla geçirenler, âhirette hak ettikleri kötü âkıbetle yüz yüze gelince üzüntü ve pişmanlıklarından dolayı kendilerine büyük bir kızgınlık duyacaklar; suçlu olduklarını itiraf ederek kurtuluş yolu arayacaklar, ancak cezalandırılmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü onlar, bütün uyarılara rağmen tevhid inancını reddetmişler, din olarak putperestliği seçmişlerdir; Allah’ın ismi anıldığında veya O’nun dinine çağırıldıklarında inkârcı bir tavır takındıkları halde Allah’a ortak koşulduğunda tereddüt etmeden bu bâtıl inanca kendileri de katılmışlardır. 

“Ey rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin” şeklindeki ifadede geçen “iki ölüm”den biri, –ağırlıklı yoruma göre– insanın ana rahminde hayata kavuşmazdan önceki yokluk hali, ikincisi dünya hayatının sona ermesi hali; “iki dirilme”den ilki ana rahminde hayat kazanması, ikincisi de öldükten sonra diriltilmesidir. Buna göre insanlar yok (ölü) iken var edilirler, sonra dünyada bir kere ölürler; kıyametten sonra da ikinci defa hayata kavuşturulurlar (Şevkânî, IV, 554); iki ölüm ve iki dirilme bundan ibarettir (bu konuda bilgi ve özellikle reenkarnasyon (tenâsüh) görüşü yönündeki yorumların reddi için bk. Bakara 2/28). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 644
 

ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle mübteda  ذٰلِكُمْ ‘un mahzuf haberine mütealliktir. 

بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ  cümlesi mukadder söz için ta’liliyyedir. Takdiri, لا ليس ثمّة خروج من النار بسبب كفركم (Hayır, senin küfrün yüzünden Cehennemden çıkış yok.) şeklindedir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ  cümlesi  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دُعِيَ اللّٰهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

دُعِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl naib-i fail olup lafzen merfûdur.  وَحْدَهُ  kelimesi lafza-i celâlin hali olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  karînesi olmadan gelen  كَفَرْتُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.  كَفَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْۚ  fail olarak mahallen merfûdur.


 وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ

 

اِنْ يُشْرَكْ  atıf harfi وَ ‘la  أَنَّ ’nin haberine matuftur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُشْرَكْ  şart fiili olup, meczum meçhul muzari fiildir. Kelamın sıyakı ona delalet ettiğinden naib-i fail mahzuftur.  بِه۪  car mecruru  يُشْرَكْ  fiiline mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  تُؤْمِنُوا  cümlesi şartın cevabıdır.  تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرَكْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ‘dir. 

تُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ

 

فَ  istînâfiyyedir.  الْحُكْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الْعَلِيِّ  lafza-i celâlden bedel olup merfûdur. الْكَب۪يرِ  ikinci bedel olup merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعَلِيِّ - الْكَب۪يرِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ

 

Ayet takdiri  لا ليس ثمّة خروج من النار بسبب كفركم olan söz için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ ‘un mübteda olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf habere mütealliktir.

Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَّ ’nin haberi olan  اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  دُعِيَ اللّٰهُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  كَفَرْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِاَنَّـهُٓ ‘deki  بِ  sebebiyyedir. Yani, ‘Allah'ın birliğine çağrıldıkları zamanki inkârları sebebiyle’ demektir. (Âşûr)  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî  Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اِذَا  zaman zarfı, burada geçmiş zaman için kullanılmıştır. Çünkü onların Allah’a çağrılışları ve Allah’ın vahdaniyyetini inkâr edişleri dünya hayatında vaki olmuştur. Onların inkar edişleri ile neticelenen Allah’ın birliğine davet edilişleri azaba düçar olmalarının sebebi olmuştur. (Âşûr)  

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Burada tarîz ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)

دُعِيَ  fiilinin naib-i failinin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tehdidi artırmak içindir.

دُعِيَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

اِذَا ’dan sonra şart fiili olarak muzari fiil yerine mazi gelmesi tek olan Allaha davetin hak olması sebebiyledir. Bu durumda onlar eğer Allah’a şirk koşulsa hemen inanırlardı sözündeki ihtimal vurgusunun aksine tek olan Allah’a davet edilmeleri ve inkârları gerçekleşmiş gibi bir ifade vardır.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 99)

 

وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ 

 

Ayetteki ikinci şart cümlesi  ذٰلِكُمْ ’nin haberi olan cümleye وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesi olan  يُشْرَكْ بِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  تُؤْمِنُواۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. 

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Ayette, “Muhataba beklemediği şekilde karşılık veya soru soran kişiye arzulamadığı bir cevap vermektir’’ şeklinde tarif edilen üslub-u hakim sanatı vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

دُعِيَ  ve  يُشْرَكْ  fiilleri meçhul olarak gelmiştir. Çünkü davet edenin kimliği değil tevhide çağrılmak ön plana çıkarılmak istenmiştir. Tek olan Allah’a şirk koşulmasında da failin bilinmesinin bir faydası yoktur.

اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ  cümlesiyle  اِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُوا  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

يُشْرَكْ  -  كَفَرْتُمْۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîrتُؤْمِنُواۜ - كَفَرْتُمْۚ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُشْرَكْ  -  دُعِيَ  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanat vardır.

اِذَا  -  اِنْ  edatları arasında güzel bir iltifat sanatı ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ

 

 فَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.

الْحُكْمُ  kelimesinin elif lam ile marifeliği cins içindir. (Âşûr)

لِلّٰهِ  lafzındaki  لِ  tahsis ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Kasr-ı hakikidir. (Âşûr) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lafz-ı celâl için sıfat olan  الْعَلِيِّ -  الْكَب۪يرِ  kelimeleri mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve bu sıfatların ayetle anlam uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.  Bu iki sıfatın aralarında  و  olmaması, mevsûfta, her ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  لِلّٰهِ  isminde tecrîd, tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi, tehdidi ve mehabeti artırmak içindir.

Burada  الْعَلِيِّ  ve الْكَب۪يرِ  kelimelerinin seçimi de ancak böyle bir zatın hükmünün geçerli olabileceğine açıkça delalet eder. Kâinata sadece  عَلِيِّ  olan, kendisinden daha  الْعَلِيِّ  birinin olmadığı, sadece kendisinin الْكَب۪يرِ  olduğu, kendisinden daha كَب۪يرِ  birinin olmadığı zat sâhip olabilir. İşte bütün bu manalar tercihinizin fasit olduğuna hafî delillerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 100)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)

الْعَلِيِّ ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212)