رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رَفِيعُ | yükselten |
|
2 | الدَّرَجَاتِ | dereceleri |
|
3 | ذُو | sahibi |
|
4 | الْعَرْشِ | Arş’ın |
|
5 | يُلْقِي | indirir |
|
6 | الرُّوحَ | ruhu |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | أَمْرِهِ | emrinden olan |
|
9 | عَلَىٰ | üzerine |
|
10 | مَنْ |
|
|
11 | يَشَاءُ | dilediği |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
14 | لِيُنْذِرَ | uyarmak için |
|
15 | يَوْمَ | gününe karşı |
|
16 | التَّلَاقِ | buluşma |
|
Bir önceki âyetin sonunda Allah, zâtını “yüce ve ulu” şeklinde nitelemişti; burada ise kendi yüceliği ve ululuğunun bazı kanıtlarını göstermektedir. “İşaretler” (âyât), Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıp yönetmesine delâlet eden varlık ve olaylar; “gökten indirilen rızık” ise gerek insanların gerekse bitkilerin ve hayvanların yararlandığı yağmurdur. Burada ayrıca insanın zihnini ve gönlünü bu ilâhî işaretlere açık tutup onlardan gerekli sonuçları çıkarması, bunun için samimi bir yöneliş ve arayış içinde olması, içten bir bağlılıkla Allah’a yönelip O’na kulluk ve dua etmesi gerektiği de belirtilmektedir.
“O’nun dereceleri yüksektir” diye çevirdiğimiz refîu’d-derecât tamlamasındaki refî‘ kelimesi hem “yüksek” hem de “yükselten” anlamına geldiğinden âyetin bu bölümü iki farklı şekilde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 42-43; Şevkânî, IV, 555; İbn Âşûr, XXIV, 106-107):
a) “Allah’ın dereceleri yüksektir”; yani Allah, kendisinin saygınlığını ve yüceliğini gösteren sayılamayacak derecede üstün niteliklere sahiptir; bu sebeple dua ve ibadete de ancak O lâyıktır; O’nu bırakarak hangi türden olursa olsun asla O’nun derecesine ulaşması düşünülemeyecek varlıkları tanrı yerine koyup onlara tapmak akıl ve iz‘anla bağdaşmaz. b) “Allah, dereceleri yükseltendir”; meleklerin, peygamberlerin, sevdiği ve himayesine aldığı diğer kullarının derecesini yükselten O’dur. Şu halde maddî ve manevî alanda sağlıklı ve hayırlı gelişme de ancak O’nun lutuf ve inâyetiyle mümkündür. Çünkü O, “Arşın sahibidir”; yani mutlak hükümranlık O’nundur, bütün varlık ve olayların yönetimi ve nihaî kaderi O’nun elindedir.
Râzî, 15. âyet metninde vahyin “ruh” kelimesiyle ifade edilmesini özetle şöyle açıklar: “Ruhlar, ilâhî bilgiler ve kutsal hakikatlerle hayat kazanır; vahiy ruhlara bu bilgileri ve hakikatleri kazandırdığı için ruh diye anılmıştır. Ruh, canlı olmanın sebebi, vahiy ise belirtilen mânevî hayata ulaşmanın sebebidir” (XXVII, 44). Yüce Allah, kullarından dilediğine, yani peygamberlerine vahiy indirmek suretiyle dinî ve ahlâkî hayatları bakımından bireyler ve toplumlar için bir ruh ve can değerinde olan lutufta bulunmuş olmaktadır. Son ilâhî vahiy olan Kur’an da bu anlamda ruh olarak isimlendirilmiştir (Zuhruf 42/52).
Âhiret gününde bütün yaratılmışlar veya semavî varlıklarla dünyevî varlıklar ya da yaratıcıyla kulları bir araya geleceği için 15. âyette o gün “buluşma günü” şeklinde nitelendirilmiştir. Bu buluşmayı, zalimlerle mazlumların veya insanlarla onların dünyadayken yaptıkları işlerin buluşması olarak açıklayanlar da vardır (Zemahşerî, III, 365; Şevkânî, IV, 555; İbn Âşûr, XXIV, 109).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 646-647
رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ
İsim cümlesidir. رَف۪يعُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, الله şeklindedir. الدَّرَجَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذُوا harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ‘dır. Mahzuf mübtedanın ikinci haberidir. الْعَرْشِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ
يُلْقِي الرُّوحَ cümlesi, mahzuf mübtedanın üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. يُلْقِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرُّوحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ اَمْرِه۪ car mecruru الرُّوحَ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl عَلٰى harf-i ceriyle يُلْقِي fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ عِبَادِ car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُلْقِي fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذِرَ fetha ile mansub muzari filldir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, الناس (insanlar) şeklindedir.
يَوْمَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, شدة يوم التلاق أو أهوال يوم التلاق (Telâk gününün şiddeti veya korkusu) şeklindedir. التَّلَاقِ muzâfun ileyh olup mahzuf يَ üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
يُلْقِي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
يُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
رَف۪يعُ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ cümlesi, takdiri الله olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
ذُوالْعَرْشِۚ , takdiri الله olan mübtedanın ikinci haberidir. ذُو , beş isimden biri olduğu için وَ ’la merfû olmuştur.
يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ cümlesi de üçüncü haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu âlemin ruhanîleri hususunda müşahede edilen hallerin en kıymetlisi, vahyin eserlerinin zuhur etmesidir. Vahiy de, şu dört ana unsur ile ancak tamam olur.
a) Gönderen (mursil). Bu, Allah (cc)'dır. İşte bundan dolayı O, vahyi ilkâ etme işini, kendisine nispet ederek, "Vahyi...ilkâ eder" demiştir.
b) Gönderi ve vahiy. Bu da, (bu ayette), er-rûh diye adlandırılan şeydir.
c) Allah'tan olan vahyin peygamberlere ulaşması, ancak melek vasıtasıyla mümkün olur ki, işte bu ayette bu hususa da sözüyle işaret edilmiştir. Binaenaleyh, ruhanî olan bu kısım da emr kelimesiyle ifade edilmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak da, ["Her semaya emrini vahyetti"] (Fussilet,12) ve ["Dikkat ediniz, emir de O'nundur, halk da.."] (A'raf, 54) buyurmuştur.
d) Allah'ın, vahyi kendilerine ilkâ ettiği peygamberler ki bu hususa da, bu ayette "kullarından kimi dilerse, ona.." buyurarak işaret edilmiştir. Bir beşinci temel husus da, peygamberlere bu vahyin ilkâ edilmesinin maksat ve gayesinin tayin edilmesidir. Binaenaleyh bütün bunlar, ilâhi mükâşefe ilimlerinden yüksek birtakım alamet ve işaretlere delalet eden çok ilginç bir tertiptir. (Fahreddin er-Râzî)
يُلْقِي الرُّوحَ ibaresi sebep alakasıyla mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Zemahşerî buna istiare-i tasrihiyye de demiştir.
Burada vahiyden رُّوحَ diye bahsetmesi, ruhları diriltmesi sebebiyledir. Nasıl bedenleri ruhlar diriltiyorsa, ruhları da vahiy diriltir. Bedenlerde ruh olsa, ama bu ruhlarda “vahiy” manasındaki ruh olmasa, bu bedenler ruhlarıyla ölüdürler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 108)
الرُّوحَ , vahiyden kinayedir. مِنْ اَمْرِه۪ ’deki مِنْ beyaniyye veya ibtidaiyyedir. مِنْ عِبَادِه۪ ’deki مِنْ ise ba’diyet ifade eder.
Burada Allah'ın bu iki vasfının zikredilmesi, ibadetin O'na tahsis edilmesini ve dinin O'na halis kılınmasını gerektiren O'nun yüce şanını ve muazzam hükümranlığını bildirmek içindir. Bu iki vasıf, ya anılan tahsislere kanıt olmak üzere zikredilmiştir. Zira Allah'ın hükümranlığı ve kudret kabzası altında meleklerin arşa yükseltilmesi ve arşın, ulvî (yüce) ve süfli (aşağı) âlemlerin etrafını kuşatmış olması, Allah'ın şanının yüceliğinin ve hükümranlığının büyüklüğünün sınırsız olmasını gerektirmektedir. Yahut anılan iki vasıf (melekleri arşa yükseltmek ile arşın sahibi olmak), Allah'ın şanının yüceliğini ve hükümranlığının büyüklüğünü mecaz yoluyla anlatmak içindir.(Ebüssuûd)
يُلْقِي fiilinde irsâd sanatı vardır.
Ayetteki مِنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları mevcuttur.
اَمْرِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması emre tazim ve teşrif ifade eder.
Mecrur mahaldeki مَنْ müşterek ism-i mevsûlü, عَلٰى harfiyle birlikte يُلْقِي fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur مِنْ عِبَادِه۪ , mahzuf aid zamirin mukadder haline mütealliktir.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garib birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada Allah'ın dilediğinden murad, elçiliği için ve hükümlerini insanlara tebliğ için seçtiği peygamberlerdir. Korkutandan murad, Allah'tır, yahut peygamberlerdir, yahut vahiydir. (Ebüssuûd)
Veciz ifade kastına matuf عِبَادِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, يُلْقِي fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْمَ التَّلَاقِ kıyamet gününden veya hesap gününden kinayedir.
يَوْمَ zaman zarfı يُنْذِرَ fiiline mütealliktir.
يَوْمَ التَّلَاقِۙ ; kavuşma günüyle korkutmak ibaresinde mecazî isnad vardır. Gerçekte korkulacak olan gün değil, o günde görülecek azaptır.
دَّرَجَاتِ - رَف۪يعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, مِنْ - مَنْ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُلْقِي - التَّلَاقِۙ kelimelerinde iştikak cinası (Âşûr) ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Keşşâf sahibi şöyle der: "Bu ifadeler, ya ayetteki رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ 'nin üç ayrı haberidir; ya da marife ve nekrelik açısından farklılık arzetmesine rağmen, mahzûf bir mübtedanın haberleridir. Medh üzere, nasb ile "Sıfatları yüce olan Allah'ı kastediyor, O'nu methediyorum" şeklinde de okunmuştur. Birinci sıfat, رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ vasfıdır. Bil ki, رَف۪يعُ kelimesiyle ‘yükselten’ manasının kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, ‘yüksek, yükselen’ manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir.
a) O'nun varlığı ve varlığının bütün sıfatları hususunda, kendisi dışında kalan her şeyden müstağnî olmasıdır.
b) Kendisi dışında kalan her şeyin, varlığı ve varlığının sıfatları hususunda, O'na muhtaç olması.. O halde, ayetteki رَف۪يعُ kelimesini yüksek manasına alırsak, bunun manası, O, mevcudatın en üstünü, bütün celâl ve ikram sıfatları açısından en yücesidir olur. Yok eğer, bu kelimeyi, yükselten diye tefsir edersek, ayetin manası Kendisi dışında kalanlar için söz konusu olan her türlü derece, fazilet, rahmet ve şeref O'nun yaratması, var etmesi, fazlı ve rahmeti ile vücûd bulmuştur şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette, özellikle Arşın zikredilmesinin faydası ise, o Arşın, cisimlerin en büyüğü olmasıdır ki, bunun da maksadı, Cenab-ı Hakk'ın mükemmel Hanlığını, kudret, nüfuz ve hükümranlığını açıklamaktır. Binaenaleyh, kendisinde tasarruf ve tedbirde bulunulan mahal ve yer ne kadar üstün ve büyük olursa, bu mahallin, o kudretin mükemmel oluşuna delaleti de o nispette güçlü ve kuvvetli olur.(Fahreddin er-Râzî)
Buradaki üç cümlecik haber olarak gelmiştir ve bunlarla birlikte mana genişlemiştir. Bunlar önceki ayetteki ayetlerini gösterir, sizin için semâdan rızık indirir, ona yönelenden başkası düşünmez sözlerinin benzerleridir. O halde dini O’na has kılarak Allah’a dua edin ayetinden sonra gelmiştir. Sanki [kâfirler kerih görse de] sözüyle O ki size ayetlerini gösterir ile başlayan haber bitmiştir. Sonra zamiri ile yeni bir haber başlamaktadır. Yani ayet هورَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ şeklindedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 107)