يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
“Gözlerin kötü niyetli bakışı”ndan maksat, bakılması helâl olmayan şeylere veya helâl olmayan şekilde, tarzda bakmak; “kalplerin sakladıkları” ise insanın içinden benimsediği, ancak farklı sebeplerle eylem olarak dışa yansıtmadığı veya yansıtamadığı niyet ve düşünceleridir (Zemahşerî, III, 366). Daha çok ahlâk kitaplarında insanın bütün tutum ve davranışları “uzuvların fiilleri ve kalbin fiilleri” diye ikiye ayrılır. Allah’ın ilmi her iki fiil alanını da kuşatmıştır. Hz. Peygamber, amellerin niyetlere göre değerlendirileceğini (Buhârî, “Îmân”, 41; Müslim, “İmâre”, 155); bir kimse hayırlı bir iş yapmaya niyet etmekle birlikte herhangi bir engel yüzünden bunu gerçekleştiremese bile yine de Allah’ın ona sevap yazacağını bildirmiştir (Nesâî, “Kıyâmü’l-leyl”, 63; İbn Mâce, “İkāme”, 177). Buna karşılık insan, içinden bir kötülük yapmayı düşünmek, hatta kesin karar vermekle birlikte, düşünce ve niyetini eyleme dönüştürmezse bundan dolayı günahkâr sayılmaz (bk. Buhârî, “Talâk”, 11; Müslim, “Îmân”, 201, 203, 204). Hatta Gazzâlî’nin açıklamalarına göre eğer kötü eylemden vazgeçmenin arkasında Allah korkusu, insan sevgisi, pişmanlık duyup günah işlemekten sakınma gibi olumlu sebepler varsa, iyi bir nedenle ondan vazgeçtiği için sevap bile kazanır. Ancak –günah işleme arzusu değişmemekle birlikte– korku, acizlik, şartların elverişli olmaması gibi sebeplerle niyet ve düşüncesini gerçekleştirememiş kişi, buna rağmen kötü niyet ve düşüncesinden dolayı günahkâr sayılır (İhyâ, III, 42). Nitekim 20. âyette Allah’ın adaletle hüküm vereceğini bildiren ifade de buna işaret etmektedir.
Bütün bu açıklamalarda putperestlerin bâtıl inançlarından kurtarılması, onlara yeni bir dinî ve ahlâkî zihniyet aşılanması amaçlanmaktadır. Gerçek Tanrı her bir kulunun neler yaptığını, hatta neler düşündüğünü, içinde ne tür niyetler taşıdığını bilir; onlar hakkında niyet ve amellerine göre hükümler verir, nihayet ödüllendirir veya cezalandırır. Buraya kadar geçen âyetlerde gerçek ilâh hakkında iki kategoride bilgi verildi:
1. O vardır, birdir; bilgisi, kudreti, hükümranlığı gibi niteliklerinde eşsiz ve mükemmeldir; 2. O aynı zamanda insanlar için dinî, ahlâkî planda yasa koyucudur; buyrukları ve yasaklarıyla bireylerin ve toplumların hayatlarına, iradesine uygun bir düzen vermek ister. Nihaî planda bütün insanları âhirette âdil bir şekilde yargılayıp hükümlerine uyanları ödüllendirecek, uymayanları cezalandıracaktır. Putperestlerin tanrı diye taptıkları nesnelerin sadece hüküm verme gücüne sahip olmamaları bile onlara tapmanın anlamsız ve yersiz olduğunu göstermeye yeteceği için 20. âyette bu hatırlatmayla yetinilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 649-650
Havene خون :
Hıyanet (خِيانَةٌ) ve nifaq (نِفاقٌ) anlam olarak birdir, yalnız hıyanet yani hainlik sözleşme, ahit ve emanet baz alınarak kullanılırken, nifaq ise din baz alınarak kullanılır. Bu iki kavram anlam olarak iç içe giren bir mana taşımaktadır.
Hıyanet sözcüğünün zıddı emanettir أمانَةٌ. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 16 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hain ve hıyanettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. خَٓائِنَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَعْيُنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la خَٓائِنَةَ ‘e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası تُخْفِي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تُخْفِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الصُّدُورُ fail olup lafzen merfûdur.
خَٓائِنَةَ kelimesi, sülasi mücerredi خون olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُخْفِي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Ayet ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ izafeti sözü kısaltmış ve veciz az sözle çok şey ifade etmek hale getirmiştir. Bu izafet, sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir.
خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ (Gözlerin hainliği) ifadesinde mecaz-ı mürsel vardır. Asıl hain olan gözler değil gözlerin sahibidir. Bu mecazda cüz-kül alakası vardır.
Veya gözlerin hainliği ifadesinde mecazî isnad vardır. Gerçekte hain olan gözler değildir. Hainlik gözlerin sahibi yerine gözlere isnad edilmiştir. Bu isnadla hainliğin ne denli fazla olduğunu, gözlerde dahi bunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Veya Allah Teâlâ'nın her şeyi bildiği, bakışlardaki en ufak bir hainliği dahi bildiğini ifade etmek için mecaz yapılmıştır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, خَٓائِنَةَ ’ye matuftur. Sılası olan تُخْفِي الصُّدُورُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تُخْفِي fiili افعال babındadır. Bu fiilde افعال babının kesret manasının etkisi barizdir.
مَا تُخْفِي الصُّدُورُ (Kalplerin gizledikleri) ifadesinde mecazî isnad vardır. Gizleme fiili kalplerin sahibi yerine kalbe isnad edilmiştir. Halbuki gizleme işini yapan kalplerin sahibidir.
Bu manalara ilaveten bu cümlede Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün, onların hallerini kapsamlı olarak bilmesine dayalı olduğuna işaret vardır. Bu idmâc sanatıdır.
خَٓائِنَةَ kelimesi afiyet kelimesinin benzeri olarak gelmiş bir masdardır.
Göğüslerde olanı bilir, yani sadrların (göğüslerin) gizlediği şeyi bilir ve bu bâtının da ötesinde gizlilik ifade eden bir usluptur. Çünkü göğüste olan şey zaten gizlidir, göğsün gizlediği şey, gizlinin de gizlisi demektir. Göğüslerin gizlediği şey sözü, dışarıdan belli olmaması için çok hırslı olmayı ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 123)
يَعْلَمُ lafzından sonra bilinenlerin gözlerin hain bakışı ve göğüslerde gizlenenler şeklinde sıralanması taksim sanatıdır.
اَعْيُنِ - صُّدُورُ lafızları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.