اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَسِيرُوا | gezip dolaşmadılar mı? |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
5 | فَيَنْظُرُوا | görsünler |
|
6 | كَيْفَ | nasıl |
|
7 | كَانَ | olduğunu |
|
8 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | كَانُوا | olan |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
13 | كَانُوا | idiler |
|
14 | هُمْ | onlar |
|
15 | أَشَدَّ | daha üstün |
|
16 | مِنْهُمْ | kendilerinden |
|
17 | قُوَّةً | kuvvet bakımından |
|
18 | وَاثَارًا | ve eserleri bakımından |
|
19 | فِي |
|
|
20 | الْأَرْضِ | yeryüzündeki |
|
21 | فَأَخَذَهُمُ | fakat onları yakaladı |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | بِذُنُوبِهِمْ | günahları yüzünden |
|
24 | وَمَا | ve |
|
25 | كَانَ | olmadı |
|
26 | لَهُمْ | onları |
|
27 | مِنَ | karşı |
|
28 | اللَّهِ | Allah’a |
|
29 | مِنْ | hiçbir |
|
30 | وَاقٍ | koruyan |
|
Yüce Allah’ın, kendilerine gönderilen peygamberleri ve onların doğruluklarının belgeleri olan kutsal kitapları yahut mûcizeleri red ve inkâr eden; böylece inkâr ve kötülükte direnen toplumları daha dünyadayken cezalandırıp tarih sahnesinden sildiğini hatırlatan bu kısa değinme, Kur’an’ın ilk muhataplarıyla ilâhî hakikatler karşısında benzer tutumlar sergileyen diğer topluluklar için anlamlı bir uyarıdır. Kur’an’a ve peygambere karşı direnen putperestler, genellikle güçlerine ve servetlerine güvendikleri için, bunun nasıl bir aldanış olduğuna dikkat çekilmektedir. 22. âyetin sonunda Allah’ın gücünün ve çetin azabının hatırlatılması da güçlerine ve servetlerine güvenenlere yöneltilen uyarıyı pekiştirmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 650Nezara نظر:
نَظَرٌ bir şeyi algılamak, görmek ve idrak etmek için gözü ve uz bakışı ona çevirmektir. Bu kavramla bazen acele etmeden düşünmek (te'emmül) ve araştırmakta kastedilir.
Halk dilinde nazar, daha çok gözle bakmak anlamında, ulemâ dilinde ise basiret anlamında kullanılır.
نَظَرَ ve إنْتَظَرَ fiilleri bir şeyin gelmesini intizar etmek/beklemek/gözlemektir. İf'al babındaki formu olan أنْظَرَ fiili ise tehir etmek/ertelemek anlamında kullanılır.
Yine نَظَرٌ nazar sözcüğü aynı zamanda bir meseleyle ilgili hayret etmek ve şaşırmak manasına da gelir.
نَظِيرٌ ise benzer/eş demektir.
Son olarak münazara مُناظَرَةٌ kavramı, görüş alışverişinde karşılıklı görüşlerini ortaya koyma, birbirini tenkit etmek, üstün gelmek için rekabet etmek ya da çekişmek şeklinde sergilenen tartışmadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 129 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri nazar, nazari, nâzır, nazariye, intizar, müntazır, manzara, münazara, nezaret, mütenâzır, (sarfı) nazar ve naziredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Hemze istifham harfidir. Atıf harfi وَ ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, أغفلوا (Gafil oldular) şeklindedir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَس۪يرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَس۪يرُوا fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْظُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَيْفَ istifham ismi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
هُمْ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدَّ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak lafzen mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru اَشَدَّ ‘ye mütealliktir. قُوَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰثَاراً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اٰثَاراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. بِذُنُوبِهِمْ car mecruru اَخَذَهُمُ ‘deki mef’ûlun bih olan zamirin haline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَاقٍ ‘a mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَاقٍ lafzen mecrur, كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
وَاقٍ mankus isim olduğundan cer alameti mahzuf يَ üzere mukadder kesradır.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاقٍ kelimesi, sülasi mücerredi وقي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Ayet takdiri, …أغفلوا (Gaflet ettiler) olan istinaf cümlesine matuftur.
İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. وَ atıf harfi, لَمْ muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren harftir. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
İstifham takriridir. (Âşûr)
Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkâr ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Makabline فَ ile atfedilen فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifhama dahildir.
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, tefekkür manasındaki فَيَنْظُرُوا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin muahhar ismi olan عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قَبْلِ - عَاقِبَةُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, كَيْفَ ve baştaki hemze arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Akıbet için müzekker fiil kullanılmıştır. كَانَتْ buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akıbet ‘azap’ manasındadır. Eğer müennes geldiyse ‘cennet’ manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Murâatü’l Maqâm, S. 106)
عَاقِبَةُ kelimesinin sonundaki yuvarlak ةُ müenneslik alameti değildir. Bu kelimenin müennesliği mecazîdir.
يَس۪يرُوا - فَيَنْظُرُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً , faide-i haber inkârî kelamdır. اَشَدَّ haber, هُمْ tekid ifade eden fasıl zamiridir.
Zalimlere ait olan fasıl zamiri, sadece hükmü tekid ve takviye içindir. Müsnedi, müsnedün ileyhe kasretmek murad edilmemiştir. (Âşûr)
مِنْهُمْ car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَشَدَّ ’ye, فِي الْاَرْضِ ise اٰثَاراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
قُوَّةً وَاٰثَاراً temyiz olarak ıtnâb sanatıdır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/36 s.124)
اَشَدَّ - قُوَّةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Vasıl’da, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
فَأخْذَهُمُ اللَّهُ sözündeki ف harfi, bu kimselerin Kureyş ehlinden daha güçlü olduklarını ifade için الأخْذِ kelimesine tefri’ olarak güç-kuvvetten kinaye olarak kullanılmıştır. Burada yapılan kinaye haktan yüz çevirme ve davetten kaçma şeklindedir. Takdiri ise şöyledir: Yüz çevirdiler veya inkâr ettiler ve bu yüzden Allah onları yakaladı. (Âşûr)
الأخْذُ : Yok etmek ve helak etmek demektir. Burada yakalayıp cezalandırmaktan kinaye edilmiştir. Veya الأخْذُ , cezalandırma anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُمْ , nakıs fiil كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ وَاقٍ car mecruru, كَانَ ‘nin muahhar ismidir. Zaid مِنْ harfi sebebiyle وَاقٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
Car mecrur مِنَ اللّٰهِ , konudaki önemine binaen amili olan müsnedün ileyhe takdim edilmiştir. (Bunu Âşûr da söylüyor)
مِنْ وَاقٍ ‘deki tenvin, kıllet, nev ve umum ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. Zaid harfin de ilavesiyle ‘kesinlikle hiçbir bilgiye sahip değilim’ manasına gelir.
مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr, 3/79)
Bu ayette كَانَ fiilinin çok tekrarlandığı göze çarpar. كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً , Allah muradını daha iyi bilir ama bu tekrarlarda manayı çok eski zamanlara götürme kastı vardır. Zaman bakımından çok eskiden yaşamış birçok millet vardır ve bunlar hakkındaki Allah’ın sünneti değişmemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 130)
كَانَ - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerin ve فِي الْاَرْضِ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ - مَا كَانَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَاقٍ ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)