يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | تُوَلُّونَ | arkanızı dönüp |
|
3 | مُدْبِرِينَ | kaçarsınız |
|
4 | مَا | ama yoktur |
|
5 | لَكُمْ | sizin için |
|
6 | مِنَ | -tan |
|
7 | اللَّهِ | Allah- |
|
8 | مِنْ | hiç |
|
9 | عَاصِمٍ | kurtaracak kimse |
|
10 | وَمَنْ | ve kimi |
|
11 | يُضْلِلِ | şaşırtırsa |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | فَمَا | artık olmaz |
|
14 | لَهُ | ona |
|
15 | مِنْ | hiçbir |
|
16 | هَادٍ | yol gösteren |
|
Mümin kişi, halkını iki büyük tehlike konusunda uyarmaktadır: İlki, peygamberlerine karşı gelip inkâr ve kötülüklerinde ısrar eden eski toplulukların kötü âkıbetleridir. Allah, onları hak ettikleri için cezalandırmıştır, çünkü O, kullarına haksızlık yapılmasını istemez. İkinci uyardığı tehlike ise “insanların (dehşet içinde) çığlıklar atacağı” mahşer gününde yardımsız, koruyucusuz kalacakları sıradaki çaresizlikleridir. 30-31. âyetlerdeki ifadeden, Kıptîler’den oluşan Mısırlılar’ın, Nûh kavmi, Âd ve Semûd gibi eski kavimlerin başlarına gelenlerden haberdar olduklarını göstermektedir. Zira Nûh tûfanı her dönemde bilinen meşhur bir olaydı; Mısır’a yakın bir coğrafî bölgede yaşamış olan Âd ve Semûd’un başına gelen büyük felâketlerden haberdar olmamaları da mümkün değildi.
“Allah, kulları için hiç bir zulmü istemez” cümlesindeki zulüm hem şirk ve inkârı hem de her türlü haksız muameleyi ifade etmekte olup âyette her iki anlamı da kastedilmiştir. Ayrıca zulüm kelimesinin nekre olması her türlü zulmü kapsar. Buna göre yüce Allah ne kendisi kullarına zulmeder ne de kullarının herhangi bir şekilde haksızlığa tevessül etmelerine razı olur (İbn Âşûr, XXIV, 135).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ
قَوْمِ zaman zarfı önceki ayette geçen يَوْمَ التَّنَادِ ‘dan bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُوَلُّونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُوَلُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مُدْبِر۪ينَ kelimesi تُوَلُّونَ ‘deki failin hali olup nasb alameti ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُوَلُّونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ولى ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُدْبِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ
مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem مَا ‘nın haberine mütealliktir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru عَاصِمٍ kelimesine mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. عَاصِمٍۚ lafzen mecrur, مَا ‘nın muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zaid olan مِنْ harf-i ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle ‘hiç’ (istiğrak) manası ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَاصِمٍ kelimesi sülâsî mücerred olan عصم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ cezm eden şart edatı muahhar mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُضْلِلِ meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem مَا ‘nın haberine mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. هَادٍ lafzen mecrur, مَا ‘nın muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. هَادٍ mankus isimdir. Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de ي olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki ي harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضْلِلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ
يَوْمَ zaman zarfı, önceki ayetteki يَوْمَ التَّنَادِ ‘den bedeldir.
Muzâfun ileyh konumundaki تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُدْبِر۪ينَ kelimesi, تُوَلُّونَ fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ kıyamet gününden kinayedir.
تُوَلُّونَ - مُدْبِر۪ينَۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, يَوْمَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تُوَلُّونَ fiil şeklinde gelmiştir, çünkü onlar ateşe doğru sevk edilirken bu kaçma hali yenilenmektedir. Her ne zaman onun kükremesini duysalar, geri dönerler. Ayrıca مُدْبِر۪ينَۚ sözü, isim kalıbında gelmiştir. İsmin delaleti ile fiilin delaleti arasındaki fark açıktır. ادْبِار۪ kelimesinin manası, geldiği yöne doğru geri dönmektir. Bu kelime isim kalıbında geldiği için sübut ve devam ifade eder. Yani onlar sürekli olarak tek bir hal, yani geri dönüş halindedir. Bu hal devamlıdır, fiil gibi yenilenerek devam etmez. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 180)
مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ
Fasılla gelen cümlede مَا nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu مِنْ عَاصِمٍۚ muahhar mübtedadır. Car mecrur مِنَ اللّٰهِ ism-i fail olan عَاصِمٍۚ ’e mütealliktir. İsim cümlesinde ism-i fail sübut ve istimrar ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَاصِمٍۚ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.
مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ sözü, mukaddem haber olan car mecrurun önündeki nefy harfiyle gelmiştir. Mübteda nekredir, مِنَ harfi de mübtedanın başına gelmiş zaid bir harftir, manayı tekid eder. Yani (Onlar için hiçbir kurtarıcı yok) manasını taşır. مِنَ اللّٰهِ sözü de, عَاصِمٍۚ sözüne mütealliktir.
مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ sözündeki takdim, ihtisasa delalet etmez. Çünkü bu durumda mana doğru olmaz. Eğer burada ihtisas olsaydı, başkaları için Allah’ın dışında kurtarıcı varmış gibi anlaşılırdı ki, bu mana doğru değildir. Bunun benzeri kullanımlar çoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 180)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la, nidanın cevabı olan اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ cümlesine atfedilmiştir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalı olması, haber cümlesine atfını sağlamıştır.
Şart cümlesinde, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلِ اللّٰهُ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan هَادٍ ‘e dahil olan مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.
Cümledeki takdim kasr ifadesi içindir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ maksurun aleyh/sıfat, هَادٍ maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
هَادٍ ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden مِنْ de bu manayı pekiştirir. Ayrıca nefy sıyakında nekre umuma delalettir. Yani ‘hiçbir yol gösterici yoktur’ anlamındadır.
مَا ve مَنْ ism-i mevsûlleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki يُضْلِل (saptırır) ve هَادٍ (yol gösterici) sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir.
هَادٍ kelimesindeki tenvin kıllet ve nev ifade eder.
فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ sözünde ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetci yoktur. Ama bunun aksi, yani Allah’tan başkasının, bir beşerin saptırdığı kişi için hidayetçi olarak Allah vardır. Bunun altında bir mana daha vardır, bu mana da dalalete düşürenin Hak Mabûd değil Firavun olduğudur. O halde Allah’ın hidayetinden ümidinizi kesmeyin. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 181)