وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | جَاءَكُمْ | size gelmişti |
|
3 | يُوسُفُ | Yusuf |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | قَبْلُ | daha önce |
|
6 | بِالْبَيِّنَاتِ | açık kanıtlarla |
|
7 | فَمَا | fakat |
|
8 | زِلْتُمْ | geri durmadınız |
|
9 | فِي | (olmaktan) |
|
10 | شَكٍّ | şüphede |
|
11 | مِمَّا | şeyler hakkında |
|
12 | جَاءَكُمْ | size getirdikleri |
|
13 | بِهِ | onun |
|
14 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
15 | إِذَا | zaman |
|
16 | هَلَكَ | öldüğü |
|
17 | قُلْتُمْ | dediniz |
|
18 | لَنْ | asla |
|
19 | يَبْعَثَ | göndermez |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | بَعْدِهِ | ondan sonra |
|
23 | رَسُولًا | elçi |
|
24 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
25 | يُضِلُّ | saptırır |
|
26 | اللَّهُ | Allah |
|
27 | مَنْ | kimseleri |
|
28 | هُوَ | o |
|
29 | مُسْرِفٌ | aşırı giden |
|
30 | مُرْتَابٌ | şüpheci |
|
Kur’an-ı Kerîm’de 12. sûrenin hemen tamamı Hz. Yûsuf’la ilgili olup onun ismini taşımaktadır. Orada görüldüğü üzere Hz. Yûsuf, kardeşlerinin bir ihaneti sonucunda Mısır’a götürülüp köle olarak satılmış, iftiraya uğrayarak hapse atılmış, Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet sayesinde rüyaları yorumlamadaki maharetiyle ismini Mısır hükümdarının sarayına kadar duyurmuş, hükümdarın rüyasını yorumlayarak onun ilgisini kazanmış ve hazine işlerine bakmakla görevlendirilmişti.
Hz. Yûsuf’a özel bir kitap indirilmediği bilinmektedir. Ayrıca Yûsuf sûresinde (12/55) onun, kendisinin dürüstlüğünden söz ederek hazinenin yönetimine atanmasını talep ettiği bildirilmekle beraber açık bir dinî tebliğde bulunduğuna dair bilgi verilmemektedir. Bununla birlikte daha hapishanedeyken yanındakilere Allah’ın kendisine özel bir bilgi öğrettiğini söylüyor; ayrıca Mısır halkının Allah’a ve âhiret gününe inanmadıklarını belirtip bunu eleştiriyor; kendisinin, ataları İbrâhim ve İshak ile babası Ya‘kub’un dinî geleneğine tâbi olduğunu açıklıyordu (Yûsuf 12/37-38). Bu şekildeki beyanlarını hapishaneden çıktıktan ve önemli devlet görevine getirildikten sonra da devam ettirmiş olabilir. Bu durumda konumuz olan 34. âyette Yûsuf’un Mısırlılar’a getirdiği bildirilen “açık kanıtlar” (beyyinât), muhtemelen onun, bir peygamber olarak Mısır yöneticilerine ve halkına İbrâhimî gelenekteki temel dinî inançlara dair zaman zaman yaptığı açıklamalar ve bu konularda verdiği açık seçik bilgiler, gösterdiği kanıtlar olmalıdır. Ne var ki Mısırlılar, dünya işleri konusunda Yûsuf’un bilgisinden ve dürüstlüğünden istifade ederken, 34. âyetten anlaşıldığına göre dinî meselelerde ortaya koyduğu bu açık gerçekleri kuşkuyla karşılamışlar; Hz. Yûsuf vefat ettikten sonra da âdeta ondan kurtulduklarına şükrettikleri anlamına gelen sözler söylemişlerdi.
İşte konumuz olan âyetlerde sözleri nakledilen mümin kişi, Mûsâ dönemindeki Mısırlılar’a yüzyıllar önce atalarının Yûsuf karşısında takındıkları olumsuz tavrı hatırlatıyor ve atalarının yaptıkları yanlışları tekrar etmemeleri gerektiği yönünde onları uyarıyordu.
Bu âyetlerde, peygamberler karşısında inkârcı ve isyankâr tutumlar sergileyenlerin niteliklerini ifade etmek üzere seçilmiş olan kelimeler özellikle dikkat çekicidir. Bunlardan müsrif, gerçeklik, adalet ve dürüstlük ölçülerini aşan her türlü inanç, düşünce ve eylemin sahibini ifade eder. Kur’an’da bu kelime yoğun olarak, peygamberler ve onların ortaya koydukları ilâhî hakikatler karşısında sağduyulu, adaletli ve gerçekçi davranış ölçüsünden sapan; çıkar kaygılarının veya öfke ve şiddet duygularının etkisine kapılıp tepkisel davranışlar sergileyen, taşkınlık yapan putperest ve inkârcılar için kullanılır. Meâlde “kuşkulara boğulmuş” diye çevirdiğimiz mürtâb kelimesi, müsbet anlamda hakikati arayıp bulmaya yönelik iyi niyetli kuşkuculukla ilgisi olmayan; aksine, vicdanen doğruluğuna kani olsa bile çıkar kaygılarının, bencil duygu ve tutkularının etkisinde kalan kimsenin ilâhî gerçekler hakkında kuşku uyandırmaya yönelik kötü niyetli çabalarını gösterir. “Büyüklük taslayan, kendini beğenmiş” anlamına gelen mütekebbir de saçma ve küstahça bir benlik duygusuyla Allah, peygamber ve vahiy karşısında bile gurur ve kibir taslayan, bu sebeple de peşin bir red ve inkâr tavrına kendini kaptıran inkârcı kişiyi ifade eder. “Zorba” diye çevirdiğimiz cebbâr ise bu bağlamda anılan üç olumsuz ruh halinin bir bakıma sonucu olmak üzere zalim, baskıcı ve despotça davranış ve uygulamalar sergileyen kişi ve yönetime işaret eder. Böylece gizli olarak Mûsâ’ya inanmış olan mümin kişinin ifadesini aktaran bu âyetler, dolaylı olarak tam da Firavun’u hatırlatan bir tiran tipinin yanında, bir toplumsal zihniyeti, sınıf ve zümre psikolojisini tanımlamaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658-660
Zevele زول :
زالَ-يَزُولُ fiili bir şey bulunduğu yolundan meylederek ayrıldı demektir.
Zeval زَوالٌ sözcüğü daha önce sabit, hareketsiz ve durağan şeyle ilgili kullanılır ve hareket/idare etmek anlamındadır.
ما زالَ ve لا يَزالُ formları ise, hâlâ ve hâlen anlamındadır.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve isim kalıbında 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zâil olmak, zevâl, izale ve zavallıdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُوسُفُ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru جَٓاءَكُمْ fiiline mütealliktir. قَبْلُ zaman ismi olup, damme üzere mebnidir. بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru يُوسُفُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar. Burda muzâfun ileyh hazf edildiğinden damme üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ
مَا زِلْتُمْ atıf harfi فَ ile kasemin cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا زِلْتُمْ istimrar fiillerinden olup, كان gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri مازال ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي شَكٍّ car mecruru مازال ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مَّا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle شَكٍّ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاءَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِه۪ car mecruru جَٓاءَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. حَتّٰٓى ibtidâiyyedir.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلَكَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
قُلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ ‘dir. قُلْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَبْعَثَ fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru يَبْعَثَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يُضِلُّ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُضِلُّ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ مُسْرِفٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُسْرِفٌ haber olup lafzen merfûdur. مُرْتَابٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
يُضِلُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسْرِفٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ
وَ , istînâfiyyedir. لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. قَدْ tahkik içindir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ref üzere mebni مِنْ قَبْلُ car mecruru جَٓاءَكُمْ fiiline mütealliktir.
قَبْلُ kelimesinin sonundaki ötre, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, مِنْ قَبْلُ مُوسٰى ’dır.
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ (Yemin olsun önceden Yusuf da size apaçık belgelerle gelmiş idi) ayeti ile ilgili olduğu söylendiğine göre bu sözler, Musa (as)'ın sözleridir. Firavun ailesinden olup iman eden kişinin verdiği öğütlerin geri kalan bölümü olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ
Bu cümle kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi nakıs fiil مَا زَالَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا زَالَتْ istimrar fiillerindendir. İsmini ref haberini nasb yapar. Devamlılık bildirir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي شَكٍّ car mecruru مازال ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
شَكٍّ ’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّا , başındaki harf-i cerle birlikte شَكٍّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan جَٓاءَكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Geldi anlamındakı جَٓاءَ fiili بِ harfiyle kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu, tazmindir.
Farklı konumdaki مَّا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. شَكٍّ içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat şüphe içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. İnkârcılarla şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkündür (yerleşme, sabit olma).
حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir.
Şart üslubundaki cümlede اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan هَلَكَ , aynı zamanda اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلْتُمْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır. لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
رَسُولاً ’deki tenvin tarif edilmeksizin belirsiz bir ferdi ifade eder. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna delalettir.
بَعْدِ - قَبْلُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Müfessirlerin bir kısmı bu sözün Allah Teâlâya, bir kısmı da mümin kişiye ait olduğunu beyan etmişlerdir. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili يُضِلُّ olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu takdirde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul مَنْ ’in sılası olan هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُرْتَابٌ kelimesi مُسْرِفٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُرْتَابٌۚ - شَكٍّ ve مُسْرِفٌ - يُضِلُّ ve يَبْعَثَ - جَٓاءَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
جَٓاءَكُمْ , اللّٰهُ , مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ îrab açısından و الامر كذلك şeklinde mahzuf bir mubtedanin haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki كَ harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. ذٰلِكَ işaret ismi كَ ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen ذٰلِكَ ile كَ harfinden oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. ‘Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’ der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177)