Mü'min Sûresi 37. Ayet

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟  ...

Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı.  (36 - 37. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَسْبَابَ sebeplerine س ب ب
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 فَأَطَّلِعَ böylece bakayım ط ل ع
4 إِلَىٰ
5 إِلَٰهِ tanrısına ا ل ه
6 مُوسَىٰ Musâ’nın
7 وَإِنِّي çünkü ben
8 لَأَظُنُّهُ onu sanıyorum ظ ن ن
9 كَاذِبًا yalancıdır ك ذ ب
10 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
11 زُيِّنَ süslü gösterildi ز ي ن
12 لِفِرْعَوْنَ Fir’avn’a
13 سُوءُ kötü س و ا
14 عَمَلِهِ işi ع م ل
15 وَصُدَّ ve çıkarıldı ص د د
16 عَنِ
17 السَّبِيلِ yoldan س ب ل
18 وَمَا ve değildi
19 كَيْدُ tuzağı ك ي د
20 فِرْعَوْنَ Fir’avn’ın
21 إِلَّا başka
22 فِي
23 تَبَابٍ hüsrandan ت ب ب
 

“Yollar” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki esbâb (sebepler) kelimesi “kapılar” veya “gök tabakaları” şeklinde de açıklanmıştır (bk. Taberî, XXIV, 64-65). Müfessirlerin çoğu bu âyeti zâhirî ve lafzî anlamıyla yorumlamışlar, yani gerçekten Firavun’un “Mûsâ’nın ilâhını” görebilmek için veziri Hâmân’dan yüksek bir kule yapmasını istediğini belirtmişlerdir. Râzî (XXVII, 65) ve Şevkânî (IV, 563) gibi bazı müfessirler, Firavun’un bu şekilde Allah’ı göklerde aramak için kule yaptırmak istemesinin, onun son derece cahil ve ahmak oluşuna delâlet ettiğini belirtirler. 

Ancak Râzî’ye göre Firavun, dağlardan daha yüksek bir kule yapıla­mayacağını bilmeyecek kadar ahmak değildi; dolayısıyla maksadı yüksek bir yer bulmak olsaydı, kule yaptırmak yerine yüksek bir dağa çıkardı. Gerçekte bir materyalist (dehrî) olan Firavun’un asıl amacı şunu kanıtlamaktı: Bir şeyin varlığını kabul etmek için onu görmek gerekir; en yüksek bir yerden bile Mûsâ’nın sözünü ettiği Tanrı’yı görmek mümkün olmadığına, O’nu görmenin bir yolu bulunamayacağına göre bu Tanrı’nın varlığına dair bilgi edinmek de mümkün değildir. Râzî’ye göre bilgi edinmenin sadece bir yoluna (duyu) dayandığı için Firavun’un bu kuşkusu temelsizdir; çünkü bilginin “haber ve düşünme”den (nazar) oluşan iki yolu daha vardır ve bu yollarla Mûsâ’nın sözünü ettiği Tanrı’nın varlığını kanıtlamak mümkündür (XXVII, 65-66). 

Firavun’un kule yapma talebi, Mûsâ’nın tanrı anlayışıyla alay için söylenmiş boş bir söz de olabilir. Muhtemelen Firavun, alaylı ama gerçekte Allah’ın varlığı gibi insanoğlunun en büyük arayışı konusunda son derece çirkin ve yanlış olan bu tür söz ve davranışlardan zevk de alıyordu. “İşte böylece, yaptığı çirkin iş Firavun’a güzel gösterildi” meâlindeki ifadeyle bu hususa işaret edildiği düşünülebilir.

Firavun’un yüksek bir kule yaptırıp oraya çıkarak Allah’ın olup olmadığını anlayacağını söylemesi, halkı kandırmak için bir düzen, bir hile de olabilir. Halk (avam tabakası), Tanrı’nın yukarıda olduğuna inanır. Plana göre Firavun, kimsenin çıkamayacağı bir yüksekliğe ulaşmış, fakat Tanrı’yı görememiş olacak; inince de “Baktım, göremedim, şu halde Tanrı yok” diyecekti. 

Firavun’un tuzağı”, onun kule yaptırma tasarısı olarak açıklanmış ve bu tasarının başarısızlıkla sonuçlandığı, yaptığı harcamaların da boşa gittiği belirtilmiştir (Taberî, XXIV, 66). Onun tuzağı, Râzî’nin belirttiği yanlış akıl yürütme metodu veya alaylı ifade ve davranışlarla Mûsâ’nın etkisini azaltma planı da olabilir. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 660-661
 

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى

 

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ  önceki ayetteki  اَبْلُغُ الْاَسْبَابَ ‘den bedel olup mansubdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel önceki emirden kaynaklanan masdara matuf mahallen merfûdur. Takdiri, ليكن منك بناء فاطّلاع منّي (Senden bir bina olsun ki ben ulaşayım) şeklindedir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَطَّلِعَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.  اِلٰٓى اِلٰهِ  car mecruru اَطَّلِعَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَطَّلِعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  طلع ’dir. İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ 

 

اِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اَظُنُّهُ  kelimesi  نَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَظُنُّهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  كَاذِباً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَظُنُّهُ  sanmak anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَاذِباًۜ  kelimesi, sülasi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  زُيِّنَ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك  ise muhatap zamiridir.

زُيِّنَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لِفِرْعَوْنَ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline müteallik olup gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha alırlar.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سُٓوءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  عَمَلِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

صُدَّ   atıf harfi وَ ‘la  زُيِّنَ ‘ye matuftur.  صُدَّ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.  عَنِ السَّب۪يلِ  car mecruru  صُدَّ  fiiline mütealliktir. 

زُيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَيْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayr-ı munsarıf olduğu için kesra yerine fetha alırlar. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي تَبَابٍ۟  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

 

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ 

 

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ , önceki ayetteki  اَسْبَابَ ’den bedel-i küldür. 

Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu  فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى  cümlesi, masdar teviliyle, öncesindeki emirden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, ليكن منك بناء (Senden bir bina olsun) ’dir. 

Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ  cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. 

اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظُنُّ  fiili iki zıt anlama gelmektedir. Hem zannetti, sandı, hem de kesin olarak bildi 

demektir. Burada kesin olarak bildi anlamında ‘Ben onun yalancı olduğundan eminim, kesinlikle o bir yalancıdır’ manasındadır.

Burada  ظُنُّ  kelimesi yakin bilgi ve katiyyet manasında kullanılmıştır. (Âşûr) 

كَاذِباً  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olan  اَظُنُّهُ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Kelimenin tenvinli gelmesi tahkir ve kesret ifadesi içindir. Fiil cümlesinde ism-i fail vezniyle gelmesi hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir.

اَسْبَابَ  kelimesinin tekrarı ibhamdan sonra izah babında yapılmış  ıtnâbtır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şayet  اَسْبَابَ  kelimesinin tekrar edilmesinin anlamı nedir? ‘Belki göklerin yollarına ulaşırım!’ şeklinde bir defada söylenseydi olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: Bir şey önce müphem bırakılıp sonra açıklanınca, bu o şeyin önemini artırma anlamına gelir. Firavun ulaşmak istediği gök yollarının önemini artırmak isteyince, önce müphem olarak zikredip sonra açıklamıştır. Ayrıca, gökyollarına ulaşmak şaşırtıcı bir iş olduğu için konuşmanın devamını arzu içinde bekleyen kimseye bu şekilde söylemek istemiştir ki dinleyici bu şaşırtıcılığın hakkını versin, yani duyduğunda iyice şaşırmış olsun. Böylece, Hâmân söyleyeceklerini istekle beklesin diye önce müphem zikredip sonra da açıklamıştır. (Keşşâf)

فَاَطَّلِعَ  mansub olarak da okunmuştur ki bu durumda, tereccinin cevabı olur ve terecci, temenniye benzetilmiş olur. (Keşşâf)

اِلٰٓى  ve  اِلٰهِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır. (Âşûr)

"Göklerin sebeplerine” bu da onu açıklamaktadır. Sebeplerin kapalı verilip de sonra açıklanması önemini artırmak ve dinleyiciyi onu tanımaya teşvik etmek içindir. (Beyzâvî)


 وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ 

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , mahzuf bir mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri, …تزييناً مِثل ذلك زُيِّن  (Bu şekilde süslenerek) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

كَذٰلِكَ  îrab açısından  والأمر كذلك  şeklinde mahzuf bir mübtedanin haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki  ك  harfi  مِثل  manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile  ك  harfinden oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda Bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177)

لِفِرْعَوْنَ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline mütealliktir.  سُٓوءُ عَمَلِه۪ , muahhar naib-i faildir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِفِرْعَوْنَ , ihtimam için naib-i faile takdim edilmiştir. 

وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

السَّب۪يلِۜ  kelimesi ‘din’ manasında istiaredir.  السَّب۪يلِۜ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

زُيِّنَ  ve  صُدَّ  fiilleri, faile değil, mef’ûle dikkat çekmek üzere meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

Burada  زُيِّنَ  fiili, meçhul olarak gelmiştir. Çünkü maksat kimin süslediğini bildirmek değildir. Burada murad, çirkin ve kötü bir işin süslenmesidir. Firavun’un bu süslenmiş çirkin sözünde geçen kizb kelimesi burada hakîkati ve kamufle edilmiş hileyi araştırmak manasında gelmiştir. Kötülük  سُٓوءُ عَمَلِه۪  şeklinde amele muzâf olarak gelmiştir. Bu da amelleri içinde süslenmiş kötülükte Firavun’un tek olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 207)

صُدَّ  fiili de  زُيِّنَ  fiilinde olduğu gibi meçhul olarak bina edilmiştir. Burada maksat yoldan çeviren kişinin amacı değil, sebîlden uzaklaşmaktır.  السَّب۪يلِۜ  kelimesinin başındaki tarif de “ana yolu”  ifade eder, çünkü hidayet yolu; hakka götüren, yani kahir, galip olan yol  السَّب۪يلِۜ  olarak isimlendirilmiştir. Bu aynı zamanda müminlerin ve Allah’ın dosdoğru yoludur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 209)


 وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la  زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Kasrla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Firavun’un tuzağının hiçbir işe yaramayacağı, yok olup gideceği kasr üslubuyla etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَيْدُ فِرْعَوْنَ  mübtedadır.  ف۪ي تَبَابٍ۟  mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan  كَيْدُ فِرْعَوْنَ  izafeti, sözü kısaltmış ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Ayrıca muzâfa ‘tahkir’ anlamı da katmıştır.

 ف۪ي تَبَابٍ۟  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  تَبَابٍ۟ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü helak hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumu mübalağalı ifade etmek için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)