يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
Buradan itibaren 44. âyete kadar devam eden sözlerin Hz. Mûsâ’ya ait olabileceği ileri sürülmüşse de (bk. Şevkânî, IV, 560-561), müfessirlerin çoğunluğunun da kabul ettiği üzere, ifadenin akışından bu sözlerin, Mûsâ’ya inandığını gizli tutmaya çalışan kişiye ait olduğu anlaşılmaktadır.
Önceki âyetlerde bildirildiğine göre söz konusu kişi, Firavun ve adamlarını, Mûsâ’ya karşı şiddete başvurmalarının kendileri için yanlış olduğu ve tehlikeli sonuçlar doğuracağı hususunda uyararak Mûsâ’nın söyledikleri üzerinde sabır, teenni ve sağduyu ile düşünüp sağlıklı karar vermeye çağırmıştı. Burada ise bu çağrısına uymaları halinde doğru yolu bulacaklarını bildirmektedir. “Doğru yol”dan maksat, dünyanın gelip geçici menfaatlerini aşıp “ebedîlik yurdu” olan âhiret kurtuluşuna götüren yoldur. Bu kurtuluşa ise ilâhî gerçekleri inkâr edip kötülükler yaparak değil, inanıp iyi ve yararlı işler yaparak ulaşılabilir. Bu âyetlerde özellikle şu hususlar dikkat çekmektedir: a) Dünya hayatı ve ondaki menfaatler geçici, âhiret hayatı ve oradaki nimetler ise süreklidir; şu halde dünyayı âhirete tercih ederek yalnız dünya için yaşamak akıllı bir seçim değildir. b) Âhirette kötülükler sadece dengiyle karşılık bulacak, iyilikler ise “hesapsız nimetler”le ödüllendirilecektir (bilgi için bk. el-En‘âm 6/160). c) İyilik olsun kötülük olsun, insanların yaptıklarının karşılığını bulması bakımından Allah katında erkek-kadın ayırımı yapılmayacaktır. Başka bir ifadeyle cinsiyet özellikleriyle uyumlu olarak belirlenmiş ödev ve sorumluluklarını yerine getiren erkekler ve kadınlar, cinsiyet ayırımı yapılmadan ödüllendirilecek, kötülük yapanlar da kötülüklerine denk olarak cezalandırılacaktır; çünkü Allah katında insan ve kul olarak erkek ve kadın eşittir. İbn Âşûr’un görüşünün aksine (XXIV, 151) burada erkek ve kadının özellikle zikredilmesi, âhirette amellerin karşılığını bulması bakımından iki cins arasında ayırım yapılabileceği yönündeki bir kanaati önleme amacı taşımaktadır. d) Yapılan iyiliklerin âhirette karşılığını bulması iman şartına bağlıdır. Allah’a ve âhirete inanmayanların bu dünyada yaptıklarının karşılığı yine bu dünyada elde ettikleriyle sınırlı olup âhiret kurtuluşunu sağlamayacaktır.
Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 661-662
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ ‘dır.
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usül ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
İşaret ismi هٰذِهِ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَيٰوةُ ism-i işaret هٰذِهِ ‘den bedel olup lafzen merfûdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ‘nün sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتَاعٌۘ haber olup lafzen merfûdur.
وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
Cümle atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاٰخِرَةَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
هِيَ fasl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَارُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْقَرَارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ cümlesi ise sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümleye dahil olan اِنَّـمَٓا , kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise, اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَٓا demektir.
Ayetteki اِنَّمَا ile gerçekleşen kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr, هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا mevsuf/maksûr, مَتَاعٌۘ sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
اِنَّـمَٓا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Dünya hayatının هٰذِهِ ile işaret edilmesinde tahkir ve istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.
اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin ismi الْاٰخِرَةَ , haberi دَارُ الْقَرَارِ ’dır. Haberin izafetle gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.
الْاٰخِرَةَ - الدُّنْيَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ cümlesiyle, وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Münadinin nidasını atıf harfi olmadan tekrarlaması her ikisinin tefsirinin birbiriyle bağlantılı olduğuna delalettir. يَا قَوْمِ şeklinde tekrar nida etmesi, münadinin konuya ve kavmine ihtimam gösterdiği, daveti kabul etmemeleri sebebiyle onları azarladığı anlamına gelir.
Önceki ayette doğru yolu göstereyim dedikten sonra bu ayette bu sözün açıklanması ibhamdan sonra izah babında ıtnâbdır.
İnanan zat önce;… ben de sizi doğru yola götüreyim demek suretiyle ifadeyi mücmel bırakmış; ardından bu sözünü tefsir etmiş ve konuşmasına dünyayı zemmedip önemsiz göstererek başlamıştır; çünkü bütün kötülüklerin temeli ebedi kalacakmış gibi dünyaya yapışmaktır. (Keşşâf)
Dünya hayatının metalanmadan başka birşey olmadığı anlamını tekid eder.
Bu kelam اِنَّمَا ile başlamıştır. Bu, kasr üslubudur. Dünya hayatının sadece tek bir şeye mahsûs olduğunu ifade eder. Burada kasr üsluplarından اِنَّمَا harfinin kullanılması tercih edilmiştir ki bu edat bu konuda hiç kimsenin bir şüphesi olmadığına veya inkâr eden bir kimsenin bulunmadığına delalet eder. Yani akıl sahibi herkes bu konuda hemfikirdir. Çünkü bu dokunulabilir bir hakikattir. Yaşayan her kişi bilir ki, kendisinden öncekiler bir süre bu dünyada yaşamışlar, sonra da buradan çekip gitmişlerdir. Bu ifadede bulunan işaret ismi yakınlığa delalet eder. Hayat kelimesi burada dünya ile sıfatlanmış olarak gelmiştir. Dünya kelimesi “yaklaşmak” kelimesinden türemiştir. Bu ifadede dünya hayatı, مَتَاعٌ kelimesine hasredilmiştir. مَتَاعٌ kelimesi de nekre olup azlık ifade eder. Hayattan faydalanmak, onun zevklerinden, eğlencelerinden, oyunlarından, süslerinden az bir zaman faydalanmak demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 213)
اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ sözündeki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Yani, geçici bir faydalanma olması dışında dünyaya yakışan hiçbir sıfat yoktur. Buradaki kalp kasrı, dünya hayatının nimetleri için delicesine mücadele eden kavmi, o’nun (dünyanın) faydalarının sonsuz olduğunu vehmedenlerin menzilesine indirmiştir. (Âşûr)
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ [Ey kavmim! Kuşkusuz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir. Fakat ahiret gerçekten kalma yurdudur.] ayetinde mukabele vardır. Yüce Allah dünya hayatı ve geçici eğlenceye karşılık, ahireti ve kalma yurdunu zikretti. Bu güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)
38-39:
Burada يَا قَوْمِ tekrar edilmiştir. Çünkü konuşan kimse, gittikleri yolun yanlış olduğu noktasında kavmini uyarmakta, onlar için onların faydasına olan şeyleri istemekte ve teşvik etmektedir. (Ali Bulut /Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
يَا قَوْمِ nidasının tekrarı; muhatabın hakkı kabul etmesi ve hidayete ermesi içindir. Nida harfi olan يَا aslında uzak için kullanılan bir harftir. Yakında olan kavim için kullanılması tazim ve teşrîf içindir. Buna قَوْمِ kelimesinin izafe edilmesinde ise; yapılan nasihatin her türlü şüpheden uzak, ihlaslı bir nasihat olduğuna delalet vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)