فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
Tefsirlerin çoğunda, Firavun taraftarlarının, bu kişinin Hz. Mûsâ’yı tasdik ettiğini öğrenince onu öldürmeye veya işkence etmeye karar verdikleri, ancak Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’yla birlikte bu zatın da Mısır’ı terkederek kurtulduğu belirtilir.
“Firavun ailesini kuşatıp helâk eden şiddetli azap”, onların hem Kızıldeniz’de boğulmaları hem de âhirette cehenneme atılmaları olarak açıklanır (İbn Atıyye, IV, 562; Şevkânî, IV, 566). “Sabah akşam” sözü, azabın sürekliliğini ifade eden bir deyimdir. Âyetin bu bölümü, “berzah” denilen, ölümle kıyamet arasındaki dönemde inkârcıların ruhlarına her gün sabah ve akşam cehennemdeki yerlerinin gösterileceği şeklinde yorumlanmış ve âyetin bu bölümü kabir azabının varlığına delil olarak gösterilmiştir (bk. Râzî, XXVII, 73; Şevkânî, IV, 566).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 663
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. وَقٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. سَيِّـَٔاتِ ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
مَٓا ve masdar-ı müevvel سَيِّـَٔاتِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَاقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰلِ car mecruru حَاقَ fiiline mütealliktir. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُٓوءُ muahhar fail olup lafzen merfûdur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا
فَ , istînâfiyyedir. Ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki مَكَرُوا cümlesi, masdar teviliyle سَيِّـَٔاتِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
سَيِّـَٔاتِ - مَكَرُوا kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا izafeti az sözle çok mana ifade etme amacına matuftur.
Bu cümlede de birçok mana gizlidir. Kavmi ona her çeşit hile ve eziyeti yapmıştır, ama bunlar sona ermiştir. İşte bunlar bu ayetin bahsetmediği (meskûtun anh) şeylerdir. Bu mananın delili de Allah’ın onu koruduğunun zikredilmesidir. Bu bir îcâz şeklidir. İnceliği ve gizliliği sebebiyle çok az belâğat alimi bu uslûbu kullanabilir. سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا sözündeki مَا harfi, masdariyye olup mana ‘hilelerinin kötülükleri’ şeklindedir. Bu izafet, sıfatın mevsûfuna izafesi kabilindendir. Kötülükleri kelimesinin öne geçmesi, bu işi en iyi şekilde açıklamak içindir. ‘Bu hileleri kötülükte en son raddeye gelmiş’ demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 233, Âşûr)
Allah, o mümin zatı, onların o çetin şer planından ve muhaliflerine vermek istedikleri azaptan kurtardı. Deniliyor ki, bu mümin zat da, Hz Musa ile beraber kurtarılmıştı.
Yine deniliyor ki, anılan mümin zat, sonunda bir dağa kaçtı ve bir grup insan, onu yakalamak için peşine düştüler. Nihayet onu bulduklarında namaz kılıyordu ve yabani hayvanlar, onun etrafında saf olmuşlardı. Bunu gören o insanlar, dehşete kapılıp geri döndüler. Bunun üzerine Firavun, bu insanları öldürttü.
Burada kötü azaptan murad, denizde boğulmak, öldürülmek ve Cehennem ateşidir. (Ebüssuûd)
وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la وَقٰي cümlesine atfedilmiştir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَيِّـَٔاتِ - سُٓوءُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَيِّـَٔاتِ - الْعَذَابِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
Her ne kadar asıl olan Firavun da olsa bu cümlede, ehlinin başına gelen azabın içine Firavun zımnen dahildir. Bu üslupta dalalet ehlinin büyüklerine tabi olmaktan vazgeçmeyen insanların çoğunluğunun başına gelen, kalplerin ve akılların örtülüp çalışmaz hale geldiği körü körüne tabi olmanın tehlikesine işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 234)
["Firavun hanedanını ise kötü azap kuşattı"] ayeti ile ilgili olarak el-Kisaî şöyle demektedir: Bir şey inip (gelip, çatar) ve lazım (gerekli ve ayrılmaz) olursa, o takdirde: ‘Kuşattı, kuşatır, kuşatmak’ denir. (Kurtubî)
حَاقَ , burda أحاطَ anlamındadır. (Âşûr)
الْعَذَابِۚ ‘daki marifelik ahd içindir ve الغَرَقُ kastedilmiştir. (Âşûr)