اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | النَّارُ | ateş |
|
2 | يُعْرَضُونَ | sunulurlar |
|
3 | عَلَيْهَا | ona |
|
4 | غُدُوًّا | sabah |
|
5 | وَعَشِيًّا | ve akşam |
|
6 | وَيَوْمَ | ve günü |
|
7 | تَقُومُ | koptuğu |
|
8 | السَّاعَةُ | kıyametin |
|
9 | أَدْخِلُوا | sokun (denilir) |
|
10 | الَ | ailesini |
|
11 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
12 | أَشَدَّ | en çetinine |
|
13 | الْعَذَابِ | azabın |
|
Tefsirlerin çoğunda, Firavun taraftarlarının, bu kişinin Hz. Mûsâ’yı tasdik ettiğini öğrenince onu öldürmeye veya işkence etmeye karar verdikleri, ancak Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’yla birlikte bu zatın da Mısır’ı terkederek kurtulduğu belirtilir.
“Firavun ailesini kuşatıp helâk eden şiddetli azap”, onların hem Kızıldeniz’de boğulmaları hem de âhirette cehenneme atılmaları olarak açıklanır (İbn Atıyye, IV, 562; Şevkânî, IV, 566). “Sabah akşam” sözü, azabın sürekliliğini ifade eden bir deyimdir. Âyetin bu bölümü, “berzah” denilen, ölümle kıyamet arasındaki dönemde inkârcıların ruhlarına her gün sabah ve akşam cehennemdeki yerlerinin gösterileceği şeklinde yorumlanmış ve âyetin bu bölümü kabir azabının varlığına delil olarak gösterilmiştir (bk. Râzî, XXVII, 73; Şevkânî, IV, 566).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 663
Seve'a سوع :
Saat (ساعَةٌ) zaman dilimlerinden biridir. Ayrıca bu kelimeyle Kıyamet kastedilir.
سُواعٌ ise Kur'an'da da ismi geçen bir putun adıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 49 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli saattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ
İsim cümlesidir. اَلنَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. يُعْرَضُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُعْرَضُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهَا car mecruru يُعْرَضُونَ fiiline mütealliktir. غُدُواًّ zaman zarfı, يُعْرَضُونَ fiiline mütealliktir. عَشِياًّ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı mukadder fiile mütealliktir. Takdiri, يقول الله (Allah der ki) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُومُ السَّاعَةُ۠ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. السَّاعَةُ۠ fail olup lafzen merfûdur.
اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ cümlesi mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقول الله للملائكة (Allah meleklerine der ki) şeklindedir.
اَدْخِلُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اَشَدَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَدْخِلُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi دخل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلنَّارُ , mübtedadır. يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غُدُواًّ (sabah) - عَشِياًّ (akşam) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Bu kelimeler bütün zamanlardan kinayedir.
Burada اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ sözü, önceki ayetteki سُٓوءُ الْعَذَابِۚ sözünden bedeldir. Bedel-i iştimâl olabilir, zira azabın kötüsü nâr’ı kapsar. Bedel-i ba‘z olabilir, çünkü ateşe arz olunmak kötü azabın bir kısmıdır. Bedel-i mutabık da olabilir. Ayrıca bu cümle mübteda veya haber de olabilir. Yani اَلنَّارُ mübteda, يُعْرَضُونَ de haberidir. Yahut bu ikisi birden mahzuf bir mübtedanın haberi olabilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 235)
يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا sözü, nâr’ın/ateşin onlar için ortaya çıktığını, görünür hale geldiğini ve onların da orada oturacakları yerleri gördükleri manasını taşır. Zemahşerî şöyle demiştir: اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا sözü, “onlar kılıçlara arz edildiler, yani öldürüldüler” sözü gibidir. Cehenneme arz edilmenin manası, onlara orada azap edilmesi demektir
(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 236, 237)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ sözündeki وَ harfi, اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ cümlesine atıf ya da isti’nâf içindir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ , zaman zarfı يقول الله şeklinde takdir edilen mahzuf bir fiile mütealliktir.
Muzâfun ileyh konumundaki تَقُومُ السَّاعَةُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ sözünden murad, Firavun âlinin sabah akşam ateşe arz edildiği halden daha şiddetli bir azaba naklolduğu vakti tayin etmektir. Bunun için de saat kelimesinin zikri münasip olmuştur. Çünkü biz vaktimizi saate göre ayarlarız. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 239)
تَقُومُ السَّاعَةُ ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktinin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların قد قامت السوق (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete القيامة adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6) buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, onun buyruğu ile ayakta durması da O’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. Söz sahibinin إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Ehl-i sünnet alimlerimiz, kabir azabının olduğuna bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: "Bu ayet, sabah-akşam onların ateşe arz olduklarını (sunulduklarını) gösterir. Bu arz olma ile ahiret azabı kastolunmuştur. Çünkü Hak Teâlâ, bu ifadenin peşi sıra da, "Kıyametin koptuğu gün ise, "Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun" buyurmuştur. Bu ayetle, dünyadaki azap da kastedilmemiştir. Çünkü dünyada iken, onlara böyle, sabah akşam bir ateş (azabı) verilmemiştir. Dolayısıyla, bu arz işinin, Ölümden sonra, Kıyametten önce olduğu anlaşılır. Bu, bu kimseler için kabir azabının olacağına delalet eder. Bu azap, onlar hakkında söz konusu olunca, başkaları hakkında da söz konusu olur. Çünkü başkalarıyla bunlar arasında bir fark olduğunu söyleyen yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
Onların sabah akşam ateşe arz olunmaları, ateşte yakılmaları demektir. Nitekim İbn-i Mesûd'dan (ra) rivayet olunduğuna göre diyor ki:" o kâfirlerin ruhları, kara kuşlar bünyesinde kıyamete değin sabah akşam ateşe arz olunur.
Burada "sabah akşam" denilmesi, o iki vakte tahsis içindir, yahut sabahtan akşama kadar, demektir. Onların halini ancak Allah bilir. Yahut dünya devam ettiği müddetçe ebedî olarak bu azaba düçar olacaklar, demektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Buhârî ve Müslim'in rivayetine göre Ömer (ra) Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Sizden herhangi bir kimse öldü mü sabah ve akşam ona kalacağı yer gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise cennet ehlinden birisi olarak (ona yer gösterilir). Şayet cehennem ehlinden ise yine cehennem ehlinden birisi olarak (yeri gösterilir) ve: Yüce Allah'ın kıyamet gününde buraya seni sokacağı vakte kadar senin (ebediyyen) kalacağın yer burasıdır, denilir." Buhârî, I, 464, III, 1184; Müslim, IV, 2199; Nesâî, IV, 106, 107; İbn Mace, II, 1427; Muvatta’, I, 239; Müsned, II, 16, 113, 123 (Kurtubî, Âşûr)
اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Cümle mukadder mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri, يقول الله للملائكة (Allah meleklere der ki...) şeklindedir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اٰلَ فِرْعَوْنَ ve اَشَدَّ الْعَذَابِ izafetleri اَدْخِلُٓوا emir fiilinin mefulleridir.
Veciz ifade kastına matuf اَشَدَّ الْعَذَابِ (Azabın en şiddetlisi) tabiri cehennem azabından kinayedir. Bu izafet sıfatın mevsûfuna muzâf olması babında mübalağa ifade eder. (Âşûr)