وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve |
|
2 | يَتَحَاجُّونَ | birbirleriyle tartışırlarken |
|
3 | فِي | içinde |
|
4 | النَّارِ | ateşin |
|
5 | فَيَقُولُ | dediler ki |
|
6 | الضُّعَفَاءُ | zayıf olanlar |
|
7 | لِلَّذِينَ |
|
|
8 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslayanlara |
|
9 | إِنَّا | elbette biz |
|
10 | كُنَّا | idik |
|
11 | لَكُمْ | size |
|
12 | تَبَعًا | uymuş |
|
13 | فَهَلْ | -misiniz? |
|
14 | أَنْتُمْ | siz |
|
15 | مُغْنُونَ | savabilir- |
|
16 | عَنَّا | bizden |
|
17 | نَصِيبًا | ufak bir parçasını |
|
18 | مِنَ |
|
|
19 | النَّارِ | ateşin |
|
Başka birçok benzerinde olduğu gibi Firavun’un yönetimindeki toplum içinde de âyette “müstekbirler” (büyüklük taslayanlar) denilen, siyasî ve ekonomik güç sahibi bir aristokrat kesimin, bir de bunların etkisinde kalan ve genellikle zayıfların yani mevki ve itibarları düşük olanların (İbn Atıyye, IV, 563) oluşturduğu etkisiz çoğunluğun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ikincilerden, dünyadayken inanç ve eylemlerini kendi özgür iradeleriyle seçmek yerine, baskıcı kesimin talepleri istikametinde hareket edenler, bu tutumları sebebiyle âhirette diğerleriyle birlikte cehenneme atılınca, dünyada onları izlediklerini ve onların yüzünden bu cezaya çarptırıldıklarını dikkate alarak, “Şimdi bu ateşin hiç olmazsa bir kısmından bizi kurtarabilir misiniz?” diye soracaklardır. Ancak diğerleri artık gerçeği görmüşler, ne kendilerini ne de başkalarını kurtaracak durumda olmadıklarını anlamışlardır. Esasen, öyle anlaşılıyor ki, istekte bulunanlar da bu gerçeği bilmektedirler (Râzî, XXVII, 74); maksatları ise onların, azabın bir kısmını bile giderecek güçlerinin bulunmadığını ve artık kendileri gibi sadece âciz varlıklar olduklarını yüzlerine vurmaktır.
Bu âyetlerde yüce Allah, Firavun toplumunun âkıbetini örnek göstererek insanlığa gerçek özgürlük ve gerçek kurtuluş için şu hayatî uyarılarda bulunmaktadır:
a) İnsanlar, hasbelkader yüksek bir ekonomik güç, toplumsal ve siyasî statü elde etmiş olan inkârcı ve erdemsiz kesimlerin, baskın grupların uydusu olmak yerine, kendilerini Allah karşısında sorumlu duruma düşürecek inanç ve davranış konularında özgür bireyler olarak seçimlerini hür iradeleriyle kendileri yapmalıdırlar; aksi halde âhirette “Allah kulları arasında hükmünü verince” artık kimse kimseyi kurtaramayacak, melekler bile yardım isteklerine olumsuz cevap vereceklerdir.
b) İnsan kendi kurtuluşunu arama görevini kıyamet gününe bırakmamalıdır; çünkü o zaman Allah’ın dilemesi dışında kimse kimseye yardımcı olamayacaktır. Şu halde insan, kurtuluş çarelerini dünyada aramalı, bunun için de kendisini yoldan çıkaran içindeki nefsânî arzulara mağlûp olmak ve dışındaki saptırıcı baskın gruplara bilinçsizce bağlanıp peşlerine takılmak yerine, görevi gerçek imanı, üstün ahlâk ve faziletleri öğretmek olan Allah elçisinin sesini dinlemeli, onun getirdiği açık seçik gerçeklere yönelmeli, onun sünnetini yani tertemiz hayat çizgisini izlemelidir.
Tebe'a تبع :
تَبِعَ ve أتْبَعَ fiilleri bir kimsenin izini ya da adımını takip etti/izledi anlamını taşır. Bu takip etme/izleme kimi zaman bedenle kimi zaman da emre itaat etme ve uymayı ifade eder.
تُبَّعٌ kavramına gelince ya Kadim Yemen hükümdarlarının genel adıdır ve siyasette ve başkanlıkta arka arkaya geldikleri için bu ismi almışlardır. Ya da تُبَّعٌ, kavmi tarafından izlenen bir kraldır. Ayrıca تُبَّعٌ sözcüğü gölge manasına da gelmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 173 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tâbi, tebaa, tâbiiyet ve ittibâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِذْ mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, اذكر şeklindedir. يَتَحَٓاجُّونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَحَٓاجُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي النَّارِ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir.
يَتَحَٓاجُّونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi حجج ‘dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الضُّعَفٰٓؤُ۬ا fail olup lafzen merfûdur.
لِلَّذ۪ينَ Cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِِ harf-i ceriyle birlikte يَقُولُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْـبَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَكْـبَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّا كُنَّا ‘dır. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا muttasıl zamir اِنَّ ‘in ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ‘in haberi كُنَّا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir.
كُنَّا nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَا muttasıl zamir كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru تَبَعاً ‘nın mahzuf haline mütealliktir. تَبَعاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olarak mansubdur.
اسْتَكْـبَرُٓ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُغْنُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. نَص۪يباً kelimesi ism-i fail olan مُغْنُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
عَنَّا car mecruru مُغْنُونَ kelimesine mütealliktir. مِنَ النَّارِ car mecruru نَص۪يباً mütealliktir.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُغْنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ
وَ , istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur.
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
فِي النَّارِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ateş, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ateşin etkisini tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Burada اِذْ zarf olarak gelmiştir, müstakbel manası taşır, وَ ise istînâf içindir. Çünkü kelam yeni bir söze geçmiştir. Bu bir kıssanın bir kıssaya atfıdır. Matuf olan kıssa ateş içindeki bağrışmalardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 241)
Firavun hanedanından iman eden o zatın hadisesiyle ilgili ayetlerin sonu burasıdır.
Bu hadise hakkındaki söz, cehennemin hallerinin açıklanmasına kadar uzayınca, Allah Teâlâ, cehennemlik liderlerle onlara tabî olanlar arasında cereyan eden münazara ve münakaşalardan bahsetmek üzere; buyurmuştur ki bu ‘Ey Muhammed, kavmine, onların birbirleriyle nasıl cedelleşeceklerini de hatırlat’ demektir. Daha sonra Cenab-ı Hak, onların nasıl cedelleşeceklerini açıklamıştır: Çünkü zayıf olup, tabi durumunda olanlar, liderlere "Biz, dünyada iken size tabi olmuştuk" derler. (Fahreddin er-Râzî)
فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ has ism-i mevsûlu başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte يَقُولُ fiiline mütealliktir. Sılası olan اسْتَكْـبَرُٓوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
Büyüklük taslayanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir kastının yanında, sonraki habere dikkat çekme amacıyladır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَان ’nin dahil olduğu كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , önemine binaen كَان ’nin haberi olan تَبَعاً ‘e takdim edilmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اسْتَكْـبَرُٓوا - الضُّعَفٰٓؤُ۬ا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
الضُّعَفٰٓؤُ۬ا - اسْتَكْـبَرُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır
النَّارِ kelimesi, siyaktaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki, "Şimdi siz, hiç olmazsa ateşin bir parçasını bizden savabilir misiniz?" ifadesi, "Ey liderler, bizim o azabımızın hiç değilse bir kısmını savuşturabilir misiniz, bari bunu yapın" demektir. Bil ki tabi olanlar liderlerin bu azabın hafifletme ve giderme imkânları olmadığını biliyorlardı. Onların böyle söylemekten maksadları, o liderleri alabildiğine utandırmak ve üzmektir. Çünkü tabi olanları her türlü sapıklığa düşürmeye gayret gösteren bunlardır. (Fahreddin er-Râzî)
فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
Cümle atıf harfi فَ ile اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cevap cümlesi olan …فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle haber manalı olduğu için öncesindeki haber cümlesine atfedilmiştir.
Bu istifham cevap beklenen bir soru olmadığı için, vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Ateşin içindeki bu kişilerin, ‘’Bize burada bir fayda sağlar mısınız, bizi buradan az da olsa kurtarabilir misiniz?’’ sözü; hasret, pişmanlık, utanç içinde söylenmiş bir sözdür. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle haber manalı olduğu için öncesindeki haber cümlesine atfedilmiştir.
عَنَّا car mecruru, مُغْنُونَ ’ye mütealliktir. مِنَ النَّارِ ise نَص۪يباً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
نَص۪يباً ‘deki tenvin kıllet ifade eder. Yani, az bile olsa herhangi bir nasip kastedilmiştir.