Mü'min Sûresi 50. Ayet

قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟  ...

(Cehennem bekçileri) derler ki: “Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?” Onlar, “Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler), “Öyleyse kendiniz yalvarın” derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 أَوَلَمْ -miydi?
3 تَكُ değil- ك و ن
4 تَأْتِيكُمْ size geliyor ا ت ي
5 رُسُلُكُمْ elçileriniz ر س ل
6 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtlarla ب ي ن
7 قَالُوا dediler ق و ل
8 بَلَىٰ evet (gelirlerdi)
9 قَالُوا dediler ق و ل
10 فَادْعُوا öyle ise yalvar(ıp dur)un د ع و
11 وَمَا fakat değildir
12 دُعَاءُ yalvarması د ع و
13 الْكَافِرِينَ kafirlerin ك ف ر
14 إِلَّا başkası
15 فِي
16 ضَلَالٍ dalaletten ض ل ل
 

Başka birçok benzerinde olduğu gibi Firavun’un yönetimindeki toplum içinde de âyette “müstekbirler” (büyüklük taslayanlar) denilen, siyasî ve ekonomik güç sahibi bir aristokrat kesimin, bir de bunların etkisinde kalan ve genellikle zayıfların yani mevki ve itibarları düşük olanların (İbn Atıyye, IV, 563) oluşturduğu etkisiz çoğunluğun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ikincilerden, dünyadayken inanç ve eylemlerini kendi özgür iradeleriyle seçmek yerine, baskıcı kesimin talepleri istikametinde hareket edenler, bu tutumları sebebiyle âhirette diğerleriyle birlikte cehenneme atılınca, dünyada onları izlediklerini ve onların yüzünden bu cezaya çarptırıldıklarını dikkate alarak, “Şimdi bu ateşin hiç olmazsa bir kısmından bizi kurtarabilir misiniz?” diye soracaklardır. Ancak diğerleri artık gerçeği görmüşler, ne kendilerini ne de başkalarını kurtaracak durumda olmadıklarını anlamışlardır. Esasen, öyle anlaşılıyor ki, istekte bulunanlar da bu gerçeği bilmektedirler (Râzî, XXVII, 74); maksatları ise onların, azabın bir kısmını bile giderecek güçlerinin bulunmadığını ve artık kendileri gibi sadece âciz varlıklar olduklarını yüzlerine vurmaktır. 

Bu âyetlerde yüce Allah, Firavun toplumunun âkıbetini örnek göstererek insanlığa gerçek özgürlük ve gerçek kurtuluş için şu hayatî uyarılarda bulunmaktadır: 

a) İnsanlar, hasbelkader yüksek bir ekonomik güç, toplumsal ve siyasî statü elde etmiş olan inkârcı ve erdemsiz kesimlerin, baskın grupların uydusu olmak yerine, kendilerini Allah karşısında sorumlu duruma düşürecek inanç ve davranış konularında özgür bireyler olarak seçimlerini hür iradeleriyle kendileri yapmalıdırlar; aksi halde âhirette “Allah kulları arasında hükmünü verince” artık kimse kimseyi kurtaramayacak, melekler bile yardım isteklerine olumsuz cevap vereceklerdir. 

b) İnsan kendi kurtuluşunu arama görevini kıyamet gününe bırak­mamalıdır; çünkü o zaman Allah’ın dilemesi dışında kimse kimseye yardımcı olamayacaktır. Şu halde insan, kurtuluş çarelerini dünyada aramalı, bunun için de kendisini yoldan çıkaran içindeki nefsânî arzulara mağlûp olmak ve dışındaki saptırıcı baskın gruplara bilinçsizce bağlanıp peşlerine takılmak yerine, görevi gerçek imanı, üstün ahlâk ve faziletleri öğretmek olan Allah elçisinin sesini dinlemeli, onun getirdiği açık seçik gerçeklere yönelmeli, onun sünnetini yani tertemiz hayat çizgisini izlemelidir.

 

قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَوَلَمْ تَكُ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, أتركتكم رسلكم ولم تك تأتيكم (Resuller sizi terk etti ve apaçık deliller getirmedi mi?) şeklindedir.

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri انت ' dir. تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ  cümlesi  تَكُ ’nün haberi olarak mahallen merfûdur.

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ تَكُ   kelimesi için şu açıklamayı yapar:  تَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı ‘nûn’un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazf edilmiştir. Böylece geriye  تَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, C. 3, S. 115-116) 

تَأْت۪يكُمْ  fiili ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

رُسُلُكُمْ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  رُسُلُكُمْ ‘ün mahzuf haline mütealliktır.


 قَالُوا بَلٰىۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi بَلٰى  ve cevabı da mahzuf olan  أتونا فكذّبناهم (Geldiler ve biz hemen onları yalanladık) cümlesidir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir. بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))


 قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesi olarak mahallen mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردتم الدعاء فدعوا (Eğer dua etmek isterseniz edin) şeklindedir. 

ادْعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  دُعٰٓـؤُا  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.     

اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي ضَلَالٍ۟  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ

 

Bu cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Hemze tevbih manasında istifham, وَ  atıf harfidir.  لَمْ , muzariyi maziye çeviren, لمّا ’nın aksine istikbali kapsamayan nefiy edatıdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi olan  اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ , atıf harfi وَ ‘la  takdiri  أتركتكم رسلكم  olan (Resuller sizi terk etti ve apaçık deliller getirmedi mi?)  mukadder mekulü’l-kavle matuftur.

İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Menfi muzari  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ifade eder.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı değil de azarlama ve kınama kastı taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

تَكُ ’nun haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle  devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41) 

Cehennem muhafızlarının bunu söylemekten maksadı, onların dua vakitlerini zayi etmelerinden ve icabet sebeplerini işlemez kılmalarından dolayı kendilerini ilzam etmek ve kınamaktır. (Ebüssuûd-Keşşâf) 

رُسُلُكُمْ - بِالْبَيِّنَاتِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mahzuf mekulü’l-kavl cümlesindeki  بَلٰى , menfi soruya verilen olumlu cevap harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Takdiri  أتونا فكذّبناهم (Bize geldiler ve hemen onları yalanladık) olan cümlenin hazfedilmesi, ihtibâk sanatıdır.

قَالُوا فَادْعُواۚ  cümle istînâfiyye olarak gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri … إن أردتم الدعاء (Eğer dua etmek isterseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 


 وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟

 

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Bir olumlu bir de olumsuz manayı içeren kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ۟ , mahzuf bir habere mütealliktir. 

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

الْكَافِر۪ينَ - ضَلَالٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ضَلَالٍ۟ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ  izafeti muzâf için tahkir ifade eder. 

Cümle, emrin, “hafife almak, alay etmek” manasında olduğuna delalet eder. Çünkü faydası ve neticesi olmayan bir şey emredilmektedir. Bunun arkasında da onların içinde bulunduğu felakete üzülmemek, hatta umursamamak manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 254) Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Bazen mes’ul (sual sorulan kişi) kendisine sual soran kişiyle birlikte daha fazla zaman geçirmek için kelamını uzatmak ister. Bazen de bu ayetteki ateş ehli gibi, mes’ul, sual soran kişiyle zaman geçirmeyi çirkin görerek öncesindeki ve sonrasındaki cümleleri hazf ederek kelamını son derece kısa keser. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 254) 

Burada masdar olan  دُعٰٓـؤُا  kelimesi, faili olan kâfirlere muzâf olmuştur. Buna göre ayetin manası, kâfirlerin kendi kendilerine duaları demek olur, ya da bu masdar mef'ûlüne de muzâf olmuş olabilir. Bu durumda ise ayetin manası, başkalarının, kâfirlerin azaplarının hafifletilmesi için yapacakları dua boşunadır, demek olur. Her iki ihtimalde de yapılacak dua kabul olunmaz. Çünkü onlar bu duayı kabul olunacak vaktinde yapmamışlardır. (Rûhu-l Beyân)