Mü'min Sûresi 49. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ  ...

Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da (hiç değilse) bir gün bizden azabı hafifletsin” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi(ler) ki ق و ل
2 الَّذِينَ
3 فِي içindekiler
4 النَّارِ ateş ن و ر
5 لِخَزَنَةِ bekçilerine خ ز ن
6 جَهَنَّمَ cehennemin
7 ادْعُوا du’a edin د ع و
8 رَبَّكُمْ Rabbinize ر ب ب
9 يُخَفِّفْ hafifletsin خ ف ف
10 عَنَّا bizden
11 يَوْمًا bir gün ي و م
12 مِنَ biraz
13 الْعَذَابِ azabı ع ذ ب
 

Başka birçok benzerinde olduğu gibi Firavun’un yönetimindeki toplum içinde de âyette “müstekbirler” (büyüklük taslayanlar) denilen, siyasî ve ekonomik güç sahibi bir aristokrat kesimin, bir de bunların etkisinde kalan ve genellikle zayıfların yani mevki ve itibarları düşük olanların (İbn Atıyye, IV, 563) oluşturduğu etkisiz çoğunluğun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ikincilerden, dünyadayken inanç ve eylemlerini kendi özgür iradeleriyle seçmek yerine, baskıcı kesimin talepleri istikametinde hareket edenler, bu tutumları sebebiyle âhirette diğerleriyle birlikte cehenneme atılınca, dünyada onları izlediklerini ve onların yüzünden bu cezaya çarptırıldıklarını dikkate alarak, “Şimdi bu ateşin hiç olmazsa bir kısmından bizi kurtarabilir misiniz?” diye soracaklardır. Ancak diğerleri artık gerçeği görmüşler, ne kendilerini ne de başkalarını kurtaracak durumda olmadıklarını anlamışlardır. Esasen, öyle anlaşılıyor ki, istekte bulunanlar da bu gerçeği bilmektedirler (Râzî, XXVII, 74); maksatları ise onların, azabın bir kısmını bile giderecek güçlerinin bulunmadığını ve artık kendileri gibi sadece âciz varlıklar olduklarını yüzlerine vurmaktır. 

Bu âyetlerde yüce Allah, Firavun toplumunun âkıbetini örnek göstererek insanlığa gerçek özgürlük ve gerçek kurtuluş için şu hayatî uyarılarda bulunmaktadır: 

a) İnsanlar, hasbelkader yüksek bir ekonomik güç, toplumsal ve siyasî statü elde etmiş olan inkârcı ve erdemsiz kesimlerin, baskın grupların uydusu olmak yerine, kendilerini Allah karşısında sorumlu duruma düşürecek inanç ve davranış konularında özgür bireyler olarak seçimlerini hür iradeleriyle kendileri yapmalıdırlar; aksi halde âhirette “Allah kulları arasında hükmünü verince” artık kimse kimseyi kurtaramayacak, melekler bile yardım isteklerine olumsuz cevap vereceklerdir. 

b) İnsan kendi kurtuluşunu arama görevini kıyamet gününe bırak­mamalıdır; çünkü o zaman Allah’ın dilemesi dışında kimse kimseye yardımcı olamayacaktır. Şu halde insan, kurtuluş çarelerini dünyada aramalı, bunun için de kendisini yoldan çıkaran içindeki nefsânî arzulara mağlûp olmak ve dışındaki saptırıcı baskın gruplara bilinçsizce bağlanıp peşlerine takılmak yerine, görevi gerçek imanı, üstün ahlâk ve faziletleri öğretmek olan Allah elçisinin sesini dinlemeli, onun getirdiği açık seçik gerçeklere yönelmeli, onun sünnetini yani tertemiz hayat çizgisini izlemelidir.

 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istinâfiyyedir. Atıf harfi olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ادْعُوا رَبَّكُمْ 'dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

فِي النَّارِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf sıla cümlesine mütealliktir. 

لِخَزَنَةِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir.  جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ادْعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  رَبَّكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تدعوا ربّكم يخفّف (Rabbinize hafifletmesi için dua ederseniz) şeklindedir. 

يُخَفِّفْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنَّا  car mecruru  يُخَفِّفْ  fiiline mütealliktir. 

يَوْماً  zaman zarfı  يُخَفِّفْ  fiiline mütealliktir.  مِنَ الْعَذَابِ  car mecruru  يُخَفِّفْ  fiiline mütealliktir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri, شيئا (Bir şey) şeklindedir. 

يُخَفِّفْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  خفف ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. 

Ahiretle ilgili olaylar anlatılırken henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine mazi fiil gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

قَالَ  filinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. فِي النَّارِ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي النَّارِ  ibaresinde istiare vardır. Burada  فِي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak cehennemdekilerin zor durumunu  ifade etmek üzere bu harf  علي  harfi yerine kullanılmıştır. Ateşte yanma, bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. 

لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ  ibaresinde  جَهَنَّمَ , zamir makamında zahir isim gelerek korkutma maksadıyla  ıtnâb yapılmıştır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ادْعُوا رَبَّكُمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رَبَّكُمْ  izafetinde, Rabb ismine cehennem bekçilerine ait  كُمْ  zamirinin muzâf olması, onlara şeref ifade etmesinin yanında, mütekellimin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

فَ  karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevap cümlesi  يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ  meczum muzari fiil sıygasındadır. Takdiri  إن تدعوا ربّكم (Rabbinize dua ederseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Meczum muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَوْماً ‘deki tenvin kıllet içindir.

جَهَنَّمَ - النَّارِ- الْعَذَابِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır

جَهَنَّمَ  açıkça zikredilmiştir; zira onun zikredilmesinde korkutma ve dehşete düşürme vardır. Cehennemin, ateşin en derin yeri olması da mümkündür; zira Araplar “çok derin kuyu” anlamında  بئر جهنام  derler. (Keşşâf)

Tabi olanlar liderlerinden ümit kesince, cehennem bekçilerine dönüp, onlara, "Rabbinize dua edin bizden bir gün olsun azabı hafifletsin" derler.

Cehennemi bizzat zikrederek, "cehennemin bekçilerine dediler ki..." denildi.

Burada cehennemin bizzat söylenmesinin maksadı dehşete düşürmek ve alabildiğine korkutmaktır. (Fahreddin er-Râzî)

Cehennem ehlinin, azabın tamamen kaldırılmasını veya büyük bir kısmının uzun bir zaman kaldırılmasını istemeyip yalnız az bir azabın kısa bir zaman için hafifletilmesini istemeleri, böyle isteklerinin gerçekleşmesini imkan dahilinde görmedikleri için bunların, temennileri içinde olmadığından dolayıdır. (Ebüssuûd)