يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Allah Teâlâ’nın elçilerine ve inanmış kişilere dünyadaki yar dımı, kendilerine düşmanlık yapanlar karşısında onları er geç zafere ulaştırması veya onlara kötülük eden düşmanlarını çeşitli felâketlerle cezalandırmasıdır; âhiretteki yardımı da onları cennetiyle ve en güzel nimetleriyle ödüllendirmesidir. Bu açıklamalar, Mekke döneminde inkârcıların maddî ve mânevî baskılarıyla büyük acılar çeken müslümanlara teselli ve ümit aşılama amacı taşımaktadır. Bu âyetlerin inmesinden birkaç yıl sonra Medine döneminde müslümanlar bu vaadlerin dünya ile ilgili olanlarına bir bir kavuşmuşlardır (Taberî, XXIV, 74-75; İbn Atıyye, IV, 564).
Zemahşerî 51. âyetteki “şahitler”i “melekler, peygamberler ve Muhammed ümmeti” olarak açıklamıştır (III, 374); Râzî de insanların yapıp ettiklerine şahit olan melek, peygamber ve mümin olarak herkesin kastedildiğini belirtir (XXVII, 76; Muhammed ümmetinin şahitliği konusunda bk. Bakara 2/143).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 665-666يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
يَوْمَ zaman zarfı, önceki ayetteki يَوْمَ ‘den bedel olup mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَا يَنْفَعُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَنْفَعُ damme ile merfû muzari fiildir. الظَّالِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مَعْذِرَتُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهُمُ اللَّعْنَةُ cümlesi atıf harfi وَ ‘la لَا يَنْفَعُ ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur.
لَهُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اللَّعْنَةُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. لَهُمْ atıf harfi وَ ‘la birinci لَهُمْ ‘e matuftur.
لَهُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. سُٓوءُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.الدَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ
Ayet fasılla gelmiştir. Zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki يَوْمَ ’den bedeldir. Muzâfun ileyh konumundaki لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ cümlesi menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَنْفَعُ fiilinin mef’ûlü önemine binaen failine takdim edilmiştir.
Kâfirlerin zalim şeklinde isimlendirilmesi, küfrün zulüm olduğuna işarettir.
İkinci يَوْمَ (gün) kelimesi birinciden bedeldir. Muhtemelen, bir bahane ileri sürecekler, ama fayda vermeyecektir; çünkü o bahane geçersizdir. Gerçi gerçek bir mazeret ortaya koysalar da kabul edilmeyecektir; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: [Onlara (o gün) izin de verilmeyecek ki bahane üretsinler.] (Mürselât 76/36) (Keşşâf)
وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
وَ , atıftır. Cümlenin makabline atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُمُ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اللَّعْنَةُ muahhar mübtedadır. Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُمُ , maksurun aleyh/sıfat, اللَّعْنَةُ maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyh olan lanetin, takdim edilen bu müsnede yani onlara has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سُٓوءُ الدَّارِ ifadesi, cehennemden kinayedir.
Son derece kısa bir cümledir. Burada haber takdim edilmiştir. Dolayısıyla ihtisas ifade eder. Lanet, “Allah’ın rahmetinden uzak tutulmak ve kovulmak” demektir. Önceki ayetteki tehdidi artıran bir cümleciktir. Buradaki لَهُمُ izafetindeki لَ harfi, على manasına gelmiştir. Bu harf aslında diğer surelerde ve kullanımlarda görüldüğü gibi kişinin lehine olan durumlarda kullanılan bir harftir. على harfi de kişinin aleyhine olan durumlarda kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 259) Bu nedenle bu harfte istiare vardır.
Lanet, ilâhi rahmetten uzak olmaktır. Kötü yurttan murad da, Cehennemdir. (Ebüssuûd - Kurtubî - Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُمُ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. سُٓوءُ الدَّارِ muahhar mübtedadır.
لَهُمْ ’un tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, اللَّعْنَةُ - سُٓوءُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. يَنْفَعُ - سُٓوءُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Burada da لَ harfi önceki gibi على manasında gelmiştir. Nasıl ki lanet onların olduysa, yerin en kötüsü de onların mülkü olmuştur. Onlar ona sahip olmuştur, o yerin kötüsü de onlara sahip olmuştur. Burada سُٓوءُ الدَّارِ ile kastedilen ateştir. Bu kelamda, ateşin içinde olan kişilerle alay etme manası vardır. Sanki öncesindeki iki cümle bu cümle için bir hazırlıktır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 260)
Âşûr ise bu takdimlerin ihtimam için olduğu görüşündedir. (Âşûr)