اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | يُجَادِلُونَ | tartışan(lar) |
|
4 | فِي | hakkında |
|
5 | ايَاتِ | ayetleri |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | بِغَيْرِ | olmadan |
|
8 | سُلْطَانٍ | (hiçbir) delil |
|
9 | أَتَاهُمْ | kendilerine gelen |
|
10 | إِنْ | yoktur |
|
11 | فِي |
|
|
12 | صُدُورِهِمْ | onların göğüslerinde |
|
13 | إِلَّا | başka bir şey |
|
14 | كِبْرٌ | büyüklük (taslamaktan) |
|
15 | مَا |
|
|
16 | هُمْ | onlar |
|
17 | بِبَالِغِيهِ | erişemeyecekleri |
|
18 | فَاسْتَعِذْ | sen sığın |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
20 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
21 | هُوَ | O’dur |
|
22 | السَّمِيعُ | işiten |
|
23 | الْبَصِيرُ | gören |
|
Zemahşerî, âyetteki kibir kavramını, “önder ve lider olma isteği, herkesten üstün olma arzusu” şeklinde tanımladıktan sonra özetle şu açıklamayı yapar: Peygamber’in inkârcı düşmanları, onun kendilerinden daha çok itibar kazanıp ileride kendilerini yönetimi altına almasından kaygı duydukları için ona düşmanlık duyguları besliyor; ortaya koyduğu kanıtları reddediyorlardı. Çünkü peygamberlik bütün liderliklerden üstündü (III, 375).
Âyet şu gerçeğe de işaret etmektedir: İnsan, bir konuda iki sebeple tartışmaya girişebilir. a) Kesin bilgi ve kanıt (sultân), b) Kibir duygusu. Kur’an üzerine tartışmaya girişenlerin tartışma sebepleri, akıl ve bilgi temeline değil, kibir duygusuna dayanıyordu. Onlar, Hz. Peygamber’e tâbi olmayı; daha önce müslüman olan, içlerinde kölelerin, câriyelerin de bulunduğu sıradan insanların arasına katılmayı kendilerine yediremiyorlardı. Kur’an’a karşı mücadele verirken amaçları Resûl-i Ekrem’in peygamberliğini başarısız kılmak, bu suretle onun yönetim ve önderliğini imkânsız hale getirerek putperest geleneğin kendilerine sağladığı statüyü devam ettirmekti. İşte “asla ulaşamayacakları” ifadesiyle onların bu amaçlarının gerçekleşmeyeceğine, kibirlerinin bir kuruntudan öteye geçmeyeceğine; temsil ettikleri şirk zihniyetinin –büyümek şöyle dursun– giderek küçüleceğine ve ortadan kalkacağına işaret edilmiştir.
Âyette özetlenen tavır, Câhiliye Arabı’nın baskın özelliği olmakla birlikte sadece o topluma ve o döneme mahsus olmayıp günümüzde de görülen hem bireysel hem toplumsal bir insanlık sorunudur. Kendilerini, soylu, uygar, kültürlü, aydın, çağdaş vb. sıfatlarla niteleyenlerden bazılarının, bu kavramların dışında tuttukları geniş kitlelerin inanç, değer, görüş ve yaşama tarzlarını açıkça veya dolaylı biçimde aşağılamaları aynı ilkel büyüklenme duygusunun aynı veya farklı görüntülerle dışa yansımasıdır. Genellikle seçkinlik iddiasında bulunanların, kendilerine daha çok söz, daha çok oy, daha çok özgürlük, daha çok imkân sağlanması gerektiği yönündeki anlayışları da yine bu duygunun tezahürlerindendir. İşte Kur’an en çok bu haksız ve zalim zihniyetle mücadele etmiştir; çünkü bu anlayış, esas itibariyle insanın ve iyi, doğru olan insana yaraşır değerlerin aşağılanmasıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 669-670Seme'a سمع :
سَمْعٌ sesleri algılamayı sağlayan kulaktaki bir kuvvedir. Bu kelimeyle bazen kulak, bazen de kulağın bu duyma/işitme fiili kastedilir. Yine kimi zaman algılama ve kimi zaman da boyun eğme anlamında kullanılır.
İftial babındaki formu olan إسْتِماعٌ dinlemek ve kulak vermek demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 185 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Semâ (töreni)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُجَادِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُجَادِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اٰيَاتِ car mecruru يُجَادِلُونَ fiiline mütealliktır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِغَيْرِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. سُلْطَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَتٰيهُمْ cümlesi سُلْطَانٍ ‘nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتٰيهُمْ fiili elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُجَادِلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ
اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.ف۪ي صُدُورِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. كِبْرٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِ cümlesi كِبْرٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُمْ munfasıl zamir مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. بَالِغ۪يهِ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَالِغ۪يهِ kelimesi, sülasi mücerredi بلغ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن جاؤوك يجادلونك فاستعذ بالله (Eğer seninle mücadele için gelirlerse Allah’a sığın) şeklindedir.
اسْتَعِذْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِاللّٰهِ car mecruru اسْتَعِذْ fiiline mütealliktir.
اسْتَعِذْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عوذ ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ haber olup lafzen merfûdur. الْبَص۪يرُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i mevsul, اِنَّ ’nin ismi, اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ cümlesi, haberidir.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde اٰيَاتِ ’nin lafza-i celâle muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif, ayrıca ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğunu ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
جدل fiili ف۪ٓي ile kullanılması halinde, batıl bir mücadeleyi, عَنْ ile kullanılması halinde de, meşru olan bir mücadeleyi ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
يُجَادِلُونَ fiilinin muzari olarak gelmesinde, bu mücadelenin teceddüdüne yani sürekli olarak yenilendiğine; zaman zaman bu mücadele işini yaptıklarına işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 194)
اَتٰيهُمْ cümlesi سُلْطَانٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سُلْطَانٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder.
بِغَيْرِ سُلْطَانٍ ‘de سُلْطَانٍ hüccet, بِ istiane manasındadır. Herhangi bir kanıt yokken inatla ve alayla mücadele ettiler demektir. سُلْطَانٍ ‘in اَتٰيهُمْۜ ‘la sıfatlanmasında istiare vardır. الإتْيانُ , zuhur, oluş manalarında müstear olmuştur. (Âşûr, Mümin/35)
Âlûsî şöyle der: “Burada mücadele edenlerin bu şekilde kayıtlanması, açıkça bir hüccet getirmelerinin imkansız olduğunu ilan etmek içindir. Çünkü dinine davet eden mütekellim, sağlam delillere ve apaçık burhanlara dayanmaktadır.” Tâhir b. Âşûr da şöyle demiştir: Bu kaydın faydası da onların mücadelelerinin çirkinliğini ifade etmektir. Demiştir ki, Allah’ın ayetleriyle mücadele etmek ancak delilsiz, sultansız olabilir, çünkü Allah’ın ayetleri vakıaya aykırı değildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 278- Ebüssuûd)
Sıla cümlesi, 35. ayetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. ف۪ي صُدُورِهِمْ maksur/sıfat, كِبْرٌ maksurun aleyh/mevsûftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Olumsuzluk ifade eden اِنْ ve اِلَّا istisna harfleriyle gelen bu kasr cümlesi, onların göğüslerinde kibirden başka birşey olmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 276)
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي صُدُورِهِمْ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. كِبْرٌ , muahhar mübtedadır.
مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِ cümlesi كِبْرٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كِبْرٌ kelimesindeki nekrelik tazim ifade eder. (Âşûr)
كِبْرٌ kelimesinin nekralığı tazim içindir. Yani, bir çok farklı türü olan şiddetli bir kibirdir ve o kibir, zikredilen insanların nefislerinde sağlam bir şekilde yerleşmiştir. Böylelikle بَالِغ۪يهِۚ ‘deki açık-bariz zamir, sebep veya müsebbep alakasıyla mecaz yoluyla الكِبْرِ’e aittir. (Âşûr)
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. مَا ’nın haberine dahil olan بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
بِبَالِغ۪يهِ ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kelâm en şiddetli gazabı celbeden günahın sebebine yönelmiştir. Bu sebep kibirdir. Bu ayette cümlenin haberi kasr üslubunda gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 276)
Göğüs anlamına gelen صُدُورِ kelimesi ile kalp ifade olunmuştur. Çünkü göğüs kalbin bulunduğu yerdir. Hasr yoluyla ifade edilmesinden anlaşılmaktadır ki, onların kalpleri, kibirden başka her şeyden mahrumdur. Bir başka ifadeyle onların kalplerinde ancak Hakka uymayıp böbürlenmek, fikir ve öğrenmekten büyüklenmek vardır. Ya da kalplerinde başkanlık, peygamber ve müminlerden önde olma düşüncesi vardır. Ya da onların kalplerinde haset ve zulümlerinden dolayı Ey Resulüm Muhammed, peygamberliğin sana değil, onlardan birisine gelmesi isteği vardır. Bu sebeple peygamberlik hususunda mücadele ediyorlar. (Rûhu-l Beyân)
فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Takdiri إن جاؤوك يجادلونك (Eğer seninle mücadele için gelirlerse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümledeki rabıta فَ ‘si, اسْتَعِذْ emrini öncesindeki cümleye bağlar ki o cümlenin manası sultan olmaksızın mücadele edenlerin, göğüslerinde kibirden başka birşey olmayanların bu arzularına ulaşamayacaklarıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 280)
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr) Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, haberin mübtedaya nispetini, tekidin yanında kasr ifade eder. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
Fasıl zamiri kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, müsnedün ileyh ve müsned arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Burada fasıl zamiri ve iki tarafın marife gelmesi şeklinde iki kasr üslubu bir arada kullanılmıştır. Böylece kasr manası vurgulanmıştır. Bu iki kasr şeklinden her biri diğerini tekit eder. Dolayısıyla bütün tereddütler giderilmiştir.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْبَص۪يرُ - السَّم۪يعُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.
Bu fasılada اِنَّ , fasl zamiri ve haberin elif-lâm’la mârife olarak gelmesi dolayısı ile tekidler vardır. Haberin elif-lâm’lı gelmesi kemâl sıfatlara delalet eder. Ayrıca bu fasıla öncesindeki manayla da sıkı bir ilişki içindedir. Çünkü السَّم۪يعُ sözü, “onların tedbirlerini, hilelerini ve tuzaklarını, birbirlerine emrettikleri şeyleri ve resulle birlikte gönderdiği şeye kurulan tuzakları işitir” manası taşır. الْبَص۪يرُ ise “Allah Teâlâ sana karşı olan eziyet planlarını, davranışlarını görüyor” demektir. Bunlar çok güzel manalar olup Peygamber Efendimiz’in (sav) kalbini mutmain etmeye yöneliktir. Yani “onların kalplerindeki kin sana bir zarar vermeyecek, çünkü sen Rabbinin gözetimi ve himayesi altındasın” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 281)