Mü'min Sûresi 59. Ayet

اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ  ...

Kıyamet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ mutlaka
2 السَّاعَةَ sa’at س و ع
3 لَاتِيَةٌ gelecektir ا ت ي
4 لَا asla yoktur
5 رَيْبَ şüphe ر ي ب
6 فِيهَا bunda
7 وَلَٰكِنَّ fakat
8 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
9 النَّاسِ insanların ن و س
10 لَا
11 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن
 
“Kör”den maksat, kibir, kıskançlık gibi kötü duygulara, sübjektif sebeplere veya taklide dayanarak hükümler veren; “gören”den maksat da akıl ve bilgiye, doğru kanıtlara dayanarak hükümler verendir (Râzî, XXVII, 79). Râzî, “Ne de kıt düşünüyorsunuz!” meâlindeki eleştiri cümlesini özetle şöyle açıklar: Aslında onlar, bilginin bilgisizlikten, erdemli işin erdemsiz işten daha iyi olduğunu bilirler; fakat bir inanç ilkesinin doğru bilgiye mi dayandığı, yoksa asılsız mı olduğu; bir işin erdemli mi erdemsiz mi olduğu hususunda yeterince düşünmezlerdi. Kıskançlık kalplerini kör eder; bu yüzden bilgisizlik ve taklidi bilgi, kin ve kibri de erdem zannederlerdi (XXVII, 79-80). İşte o dönemde Mekke toplumunun çoğunluğunu oluşturan inkârcıların, geleceği kesin olan kıyamete inanmamaları da böyle bir zihin ve ahlâk bozukluğunun sonucuydu.
 

   Kesera كثر :

 قِلَّةٌ ve كَثْرَةٌ sözcükleri sayılar gibi niceliklerle ilgili kullanılırlar. كَثْرَةٌ yani çokluk, yalnızca sayıya değil fazlalığa ya da üstünlüğe de işaret eder.

  تَكاثُرٌ kavramı mal ve izzet çokluğu bakımından üstün olmak için birbiriyle yarışmak, rekabet etmek veya çekişmektir.

  Kur'an-ı Kerim'de geçen bu köke ait Kevser كَوْثَرٌ kelimesi ya Cennette bütün ırmakların kendisinden beslendiği bir nehir; ya da Yüce Allah'ın Hz. Peygambere vermiş olduğu büyük hayırdır denmiştir. Son olarak cömert adama da Kevser كَوْثَرٌ denebilmektedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 167 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kesret, Kevser, küsurat, teksir, ekseri, ekseriyetle, inkisar, esre, kesre ve kesirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا 

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  السَّاعَةَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰتِيَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  لَا رَيْبَ ف۪يهَا  cümlesi  اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder. رَيْبَ  kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهَا  car mecruru  لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktır.

اٰتِيَةٌ  kelimesi, sülasi mücerredi أتي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرَ  kelimesi  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا 

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  السَّاعَةَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi, اٰتِيَةٌ  birinci, لَا رَيْبَ ف۪يهَا  ikinci haberidir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

السَّاعَةَ ‘nin, gelmek fiiline isnadı aklî mecazdır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.  السَّاعَة  kıyametin isimlerinden biridir.

السَّاعَةَ , kıyamet gününden kinayedir.  

لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesindeki  لَا  cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. اِنَّ  ’nin ikinci haberi olan bu cümlede  لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur  ف۪يهَا  bu mahzuf habere  mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi  اٰتِيَةٌ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰتِيَةٌ  lafzı neden aslında şimdiki hali ifade eden ism-i fail kalıbında gelmiştir?

1-Kıyametin tahakkuk edişinin, hazır bulunan ve müşahade edebildiğimiz bir şey gibi olacağını belirtmek için, 

2-Kıyametin tahakkukundan asıl muradın, onun meydana geleceğini haber vermek değil, onun tahakkukunu doğrulamak olduğu için. (Âşûr)


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يُؤْمِنُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayetin son cümlesi, başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri,  Ahkaf/28, c. 7, S. 314) 

اَكْثَرَ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

لَا يُؤْمِنُونَ  ibaresinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

رَيْبَ  -  يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَكْثَرَ النَّاسِ  ifadesindekiler, müşriklerdir. Gerçekten de müşrikler o gün iman edenlerden daha fazla olacaklardır. (Âşûr)