وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقِهِمُ | ve onları koru |
|
2 | السَّيِّئَاتِ | kötülüklerden |
|
3 | وَمَنْ | ve kimi |
|
4 | تَقِ | sen korursan |
|
5 | السَّيِّئَاتِ | kötülüklerden |
|
6 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
7 | فَقَدْ | elbette |
|
8 | رَحِمْتَهُ | ona acımışsındır |
|
9 | وَذَٰلِكَ | ve işte budur |
|
10 | هُوَ | o |
|
11 | الْفَوْزُ | başarı |
|
12 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
“Arşı yüklenenler” de “onun çevresinde bulunanlar” da melekler topluluğudur. Hâkka sûresinin 17. âyetinde kıyamet sırasında arşı sekiz meleğin yükleneceği bildirilmektedir. Arşın anlamı, onu sekiz meleğin yüklenmesi ve onun çevresinde yine meleklerin bulunmasıyla ilgili olarak eski tefsirlerde –klasik astronomiden de etkilenen– bazı açıklamalar yapılmıştır; ancak bu açıklamaları, İslâm’ın tenzihe ağırlık veren ulûhiyyet telakkisiyle bağdaştırmanın güç olduğu görülmektedir. Bu sebeple âyette mecazi bir anlatım bulunduğunu düşünerek “arş”ı Allah’ın mutlak hükümranlık ve yönetimi; meleklerin arşı yüklenmesini, Allah’ın buyruğuna eksiksiz uyarak işlerini yürütmeleri; yine bazı meleklerin arşın çevresinde bulunmalarını da Allah’a yakın olmaları, O’nun iradesini gerçekleştirmesinde araç işlevi görmeleri şeklinde açıklayanlar olmuştur (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “arş” md.; Yusuf Şevki Yavuz, “Arş”, DİA, III, 408; ayrıca bk. A‘râf 7/54).
Yukarıda inkârcıların acı âkıbetleri özetlendikten sonra bu âyetlerde de meleklerin dua mahiyetindeki sözleri çerçevesinde müminleri bekleyen kurtuluşa ve mutlu geleceğe işaret edilmektedir. Râzî, meleklerin buradaki dualarıyla ilgili olarak özetle şu açıklamaları yapmaktadır (XXVII, 31-37):
a) Meleklerin Allah’ı hamd ve tesbih ile anmaları ve O’na iman etmeleri, Allah’ın emrine saygının (et-ta‘zîm li-emrillâh); müminler için dua edip onların bağışlanmasını dilemeleri de yaratılmışlara şefkatin (eş-şefkatü alâ halkıllâh) ifadesidir.
b) Âlimlerin çoğu bu âyetlere dayanarak meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu savunmuşlardır. Çünkü melekler, günah işlemekten uzak oldukları için burada kendileri hakkında bağış dilemeyip müminler hakkında dilekte bulunmuşlar, onların kurtuluşu için dua etmişlerdir.
c) Bu âyetler dua âdâbına da işaret etmektedir. Buna göre melekler Allah’ı hamd ve tesbih ile anarlar, ardından “ey rabbimiz!” diyerek başlar, önce Allah’ın rahmetinin ve ilminin genişliğini dile getirirler; daha sonra da Allah’a inanıp O’na yönelen, yolundan giden insanlar için bağış, kurtuluş ve mutluluk dileklerinde bulunurlar.
d) Meleklerin yüce Allah’ı anarken 7. âyette sırasıyla rubûbiyyet, rahmet ve ilim sıfatlarını öne çıkardıkları görülmektedir. Rubûbiyyet, Allah’ın eşsiz-örneksiz yaratıcılığını (îcâd ve ibdâ‘) ifade eder; terbiye kelimesi de rubûbiyyetten gelmekte olup “bir şeyi en mükemmel durumlara ve en güzel niteliklere kavuşturma” anlamına gelir. Buna göre rab ismi, bütün mümkün varlıkların hem ortaya çıkmalarının hem de varlıklarını sürdürmelerinin yüce Allah’ın yaratma ve yaşatmasına bağlı bulunduğuna işaret eder. Âyetteki rahmet ile ilgili ifade Allah’ta iyilik, merhamet ve cömertlik yönünün, kötülüğe uğratma yönüne baskın bulunduğunu; ilim ile ilgili ifade de O’nun bilgisinin, küllîsiyle cüz’îsiyle her bir varlık ve olayı bütün ayrıntılarıyla kuşattığını göstermektedir. Bu duada ilim sıfatına bu şekilde yer verilmesinin sebebi, Allah’ın kendisine yöneltilen dilekleri de eksiksiz bildiğine vurgu yapmaktır; zira duymayan, bilmeyen birinden dilekte bulunmanın anlamı yoktur.
e) Melekler, kendileri hakkında dua ettikleri müminlerin atalarından, eşlerinden ve nesillerinden olup iyi yolda bulunanların kurtuluşları için de dilekte bulunmuşlardır; çünkü bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da (cennet) yakınlarıyla birlikte olmak kişinin mutluluğuna mutluluk katar.
Veqaye وقي :
Bir şeyi kendisine eza ve zarar verecek şeylerden korumaya وِقايَةٌ adı verilmiştir.
Bu köke ait تَقْوَى (takva) kavramı ise nefsi, kendisinden korkulan şeyden koruma içine almaktır. Hakikatte anlamı budur. Bunun yanında bazen korku takva diye adlandırılır, bazen de takva korku olarak isimlendirilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 258 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri takva, takiye, vikaye ve muttakidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ
قِهِمُ atıf harfi وَ ‘la اغْفِرْ cümlesine matuf olup, mahallen meczumdur. قِ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هِمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
السَّيِّـَٔاتِ ikinci mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili تَقِ ‘nin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَقِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı olup başka bir zarfa muzâfdır. Tenvin mahzuf cümleden ıvazdır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
رَحِمْتَهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir. هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
هُوَ fasıl zamiridir. الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَظ۪يمُ۟ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la … اغْفِرْ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mütekellim melekler, muhatap Allah Teâlâ’dır.
Emir üslubunda gelen cümle dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu söz; ölüm, kabir, sayha esnasındaki ba‘s, yevmü’t-telâk, mevkıf korkusu, sırat korkusu, vs. Allah’ın Ademoğluna yazdığı bütün bu korku dolu kötülüklerden korunmayı ifade eder. Dünyadaki kötülükleri de kapsar. Sıhhati, evladı, malı, kötü hakimlerin aleyhinde verdiği kötü kararları, günahları, Allah’ın gazabını celb edecek bütün davranışlarını kapsar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 91)
السَّيِّـَٔاتِۜ ‘ın elif lamla marifeliği cins içindir. İstiğrak ifadesi için kullanılabilir.(Âşûr)
وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ
Şart üslubunda gelen cümlede وَ istînâfiyye, şart ismi olan مَنْ mübtedadır. Şart cümlesi olan مَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ cümlesi, مَنْ ’in haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ رَحِمْتَهُ , tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَوْمَ zaman zarfı, ئِذٍ ’e muzaftır. ئِذٍ ’in sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
Konudaki önemine binaen tekrarlanan سَّيِّـَٔاتِ ’in tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden, ceza gününden kinayedir.
تَقِ - قِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette şartın cevabı olarak gelen cümle de قَدْ harfiyle tekid edilmiş ve vukuu kesin olarak ifade eden mazi fiille gelmiştir. Ayrıca burada zikredilen rahmet kelimesi, duanın başında zikredilen Rabb’in rahmetini hatırlatır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Burada o gün şeklinde bir kayıt vardır. Bu kayıt ‘’ve onları kötülüklerden koru’’ sözü için değildir. Çünkü ‘’ve onları kötülüklerden koru’’ sözü hem o günü, hem de ondan öncekileri kapsar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 92)
وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ Onları kötülüklerden yani cezalardan yahut kötülüklerin karşılığından koru! Bu durumda, buradaki kötülüklerin ya küçük günahlar yahut tövbe edilmiş büyük günahlar olduğu kabulüyle muzâf hazf edilmiş olur. Kötülüklerden korumak ise ya günahların üstünün örtülmesi yahut onlar için yapılan tövbenin kabul edilmesidir. (Keşşâf)
وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ cümlesi tezyîldir. Yani, kıyamet günü kötülüklerden alıkonulan herkes Allah’ın rahmetine mazhar olur. (Âşûr)
وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟
وَ istînâfiyyedir. Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الْفَوْزُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْفَوْزُ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Cümlede ذٰلِكَ ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
ذٰلِكَ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir.
Zamir makamında gelen işaret ismi ذٰلِكَ bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir. (Ebüssuûd, Maide/32)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ [Ve işte büyük necat budur] sözü, gerçekten mükemmel bir fasıladır. Uzaklık için kullanılan işaret ismi bu kurtuluşun yüceliğine işaret eder. Haberin marife gelişi ve fasl zamiri sebebiyle kasr vardır. Yani, bu yüce kurtuluş, kötülüklerden korunan bu kişilere tahsis edilmiştir. Bundan daha yüce bir kurtuluş yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 93)