Mü'min Sûresi 8. Ayet

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ  ...

“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 وَأَدْخِلْهُمْ ve onları sok د خ ل
3 جَنَّاتِ cennetlerine ج ن ن
4 عَدْنٍ Adn
5 الَّتِي
6 وَعَدْتَهُمْ onlara söz verdiğin و ع د
7 وَمَنْ ve kimseleri
8 صَلَحَ iyi olan ص ل ح
9 مِنْ -ndan
10 ابَائِهِمْ babaları- ا ب و
11 وَأَزْوَاجِهِمْ ve eşleri(nden) ز و ج
12 وَذُرِّيَّاتِهِمْ ve çocukları(ndan) ذ ر ر
13 إِنَّكَ şüphesiz sen
14 أَنْتَ sensin
15 الْعَزِيزُ üstün olan ع ز ز
16 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibi olan ح ك م
 

“Arşı yüklenenler” de “onun çevresinde bulunanlar” da melekler topluluğudur. Hâkka sûresinin 17. âyetinde kıyamet sırasında arşı sekiz meleğin yükleneceği bildirilmektedir. Arşın anlamı, onu sekiz meleğin yüklenmesi ve onun çevresinde yine meleklerin bulunmasıyla ilgili olarak eski tefsirlerde –klasik astronomiden de etkilenen– bazı açıklamalar yapılmıştır; ancak bu açıklamaları, İslâm’ın tenzihe ağırlık veren ulûhiyyet telakkisiyle bağdaştırmanın güç olduğu görülmektedir. Bu sebeple âyette mecazi bir anlatım bulunduğunu düşünerek “arş”ı Allah’ın mutlak hükümranlık ve yönetimi; meleklerin arşı yüklenmesini, Allah’ın buyruğuna eksiksiz uyarak işlerini yürütmeleri; yine bazı meleklerin arşın çevresinde bulunmalarını da Allah’a yakın olmaları, O’nun iradesini gerçekleştirmesinde araç işlevi görmeleri şeklinde açıklayanlar olmuştur (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “arş” md.; Yusuf Şevki Yavuz, “Arş”, DİA, III, 408; ayrıca bk. A‘râf 7/54). 

Yukarıda inkârcıların acı âkıbetleri özetlendikten sonra bu âyetlerde de meleklerin dua mahiyetindeki sözleri çerçevesinde müminleri bekleyen kurtuluşa ve mutlu geleceğe işaret edilmektedir. Râzî, meleklerin buradaki dualarıyla ilgili olarak özetle şu açıklamaları yapmaktadır (XXVII, 31-37): 

a) Meleklerin Allah’ı hamd ve tesbih ile anmaları ve O’na iman etmeleri, Allah’ın emrine saygının (et-ta‘zîm li-emrillâh); müminler için dua edip onların bağışlanmasını dilemeleri de yaratılmışlara şefkatin (eş-şefkatü alâ halkıllâh) ifadesidir.

b) Âlimlerin çoğu bu âyetlere dayanarak meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu savunmuşlardır. Çünkü melekler, günah işlemekten uzak oldukları için burada kendileri hakkında bağış dilemeyip müminler hakkında dilekte bulunmuşlar, onların kurtuluşu için dua etmişlerdir. 

c) Bu âyetler dua âdâbına da işaret etmektedir. Buna göre melekler Allah’ı hamd ve tesbih ile anarlar, ardından “ey rabbimiz!” diyerek başlar, önce Allah’ın rahmetinin ve ilminin genişliğini dile getirirler; daha sonra da Allah’a inanıp O’na yönelen, yolundan giden insanlar için bağış, kurtuluş ve mutluluk dileklerinde bulunurlar. 

d) Meleklerin yüce Allah’ı anarken 7. âyette sırasıyla rubûbiyyet, rahmet ve ilim sıfatlarını öne çıkardıkları görülmektedir. Rubûbiyyet, Allah’ın eşsiz-örneksiz yaratıcılığını (îcâd ve ibdâ‘) ifade eder; terbiye kelimesi de rubûbiyyetten gelmekte olup “bir şeyi en mükemmel durumlara ve en güzel niteliklere kavuşturma” anlamına gelir. Buna göre rab ismi, bütün mümkün varlıkların hem ortaya çıkmalarının hem de varlıklarını sürdürmelerinin yüce Allah’ın yaratma ve yaşatmasına bağlı bulunduğuna işaret eder. Âyetteki rahmet ile ilgili ifade Allah’ta iyilik, merhamet ve cömertlik yönünün, kötülüğe uğratma yönüne baskın bulunduğunu; ilim ile ilgili ifade de O’nun bilgisinin, küllîsiyle cüz’îsiyle her bir varlık ve olayı bütün ayrıntılarıyla kuşattığını göstermektedir. Bu duada ilim sıfatına bu şekilde yer verilmesinin sebebi, Allah’ın kendisine yöneltilen dilekleri de eksiksiz bildiğine vurgu yapmaktır; zira duymayan, bilmeyen birinden dilekte bulunmanın anlamı yoktur. 

e) Melekler, kendileri hakkında dua ettikleri müminlerin atalarından, eşlerinden ve nesillerinden olup iyi yolda bulunanların kurtuluşları için de dilekte bulunmuşlardır; çünkü bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da (cennet) yakınlarıyla birlikte olmak kişinin mutluluğuna mutluluk katar.

 

  Dehale دخل :

  دُخُولٌ sözcüğü çıkmak anlamındaki خُرُوجٌ'un zıddıdır ve girmek anlamına gelir. Bu kelime zaman, mekan ve eylemlerle ilgili kullanılır.

  دَخَلٌ sözcüğü ise fesattan, bozulmadan, kin gibi gizli düşmanlıktan kinayedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 126 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri dâhil, müdâhil, duhul, dahiliye, tahıl ve tahıldır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ 

 

Nida cümlesi itiraziyyedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَدْخِلْهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la  اغْفِرْ  cümlesine matuf olup, mahallen meczumdur. اَدْخِلْهُمْ  dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَنَّاتِ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  جَنَّاتِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدْتَهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَعَدْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ‘ la  وَعَدْتَهُمْ ‘deki mef’ûlun bih olan zamire matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  صَلَحَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

صَلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ  car mecruru  صَلَحَ ‘nın failinin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَزْوَاجِهِمْ  ve  ذُرِّيَّاتِهِمْۜ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَدْخِلْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ

 

 

İsim cümlesidir. İstirham için ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُۚ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ -  الْحَك۪يمُۚ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ

 

Meleklerin duası bu ayette de devam etmektedir. İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mütekellimin dua cümleleri arasında nidayı tekrarlaması, onları azaptan kurtarma isteğinin şiddetini gösterir. 

Bu ayet-i kerimede  وَاَدْخِلْهُمْ (Onları .. koy.) fiilinin önceki ayette yer alan  وَقِهِمْ (koru) fiiline atfedilmesi ve iki fiilin arasına  رَبَّنَا (Rabbimiz) şeklinde nida edatının getirilmesi dua, niyaz ve yardım esnasında yakarma sesinin mübalağalı yapılması içindir.(Rûhu-l Beyân)

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif, muhatabın münadaya yakın olma arzusunun işaretidir.

وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la, … اغْفِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Emir üslubunda gelmesine karşın cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna dua denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Duada sünnet olan, kişinin duaya önce Allah'ı överek başlamaktır. Bunun peşi sıra da dua etmektir (yani isteği bildirmektir). Bunun böyle olmasının delili bu ayettir. Çünkü melekler, duaya ve müminler için mağfiret talebinde bulunmaya yönelince, işe Allah'ı övmekle başlamışlar ve "Ey Rabbimiz senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır" demişlerdir. Bil ki akıl da bu sıranın gözetilmesi gerektiğine delalet eder. Çünkü Allah'ı övüp, O'na saygı göstermek ruh cevheri için, tıpkı bakır için en tesirli olan İksir-i azam gibidir. Bir damla iksir bakır âlemine düştüğünde, hepsinin altına dönüşmesi gibi, Allah'ın celâlinin bilgisi iksirinden bir damla (bir zerre), insanın ruhuna düştüğünde, o bakırın kızıllığında, kutsiyetin saflığına, temizlik aleminin bekasına geçmiş olur. Böylece insanın ruh cevherinde, marifetullah nurunun ışıldamasıyla bu ruh, daha seçkin hale gelip, daha aydın olur. Ruh ne zaman böyle olsa, kuvveti ilerler, tesiri artar. Böylece de dua ile istenen şeyin meydana gelişi, o nisbette kuvvet kazanır ve mükemmel olarak meydana gelir.(Fahreddin er-Râzî)     

جَنَّاتِ عَدْنٍ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  وَعَدْتَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

اَدْخِلْهُمْ  fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘ in sılası olan  صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ  cümlesi de, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰبَٓائِهِمْ - اَزْوَاجِهِمْ - ذُرِّيَّاتِهِمْۜ  ve  الَّت۪ي - مَنْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


  اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ

 

İstirham için ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.  اَنْتَ , fasıl zamiridir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir.  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İki vasfın aralarında وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Bu cümlenin tekid harfiyle gelmesi ihtimam içindir. (Âşûr) 

الْعَز۪يزُ -  الْحَك۪يمُۚ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu iki sıfatın ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  şeklindeki fasılada ilk göze çarpan şey tekidlerin çokluğudur. Önce  اِنَّ  gelmiştir ki tekid konusunun asıl unsurudur. Sonra munfasıl zamirle  اِنَّ ‘nin ismi olan zamir tekid edilmiştir. Haber elif-lâm’lı olarak gelmiştir. İşte bunların hepsi mukarreb duacıların dualarının kabûlüne ve bunun da ötesinde iman ehline ikramda bulunmaya ne kadar çok istekli olduklarına delâlet eder. Çünkü onların nezdinde imanın yeri çok büyüktür. İkinci olarak göze çarpan husus, fasılanın azîz ve hakîm ile bitmesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 89)