Fussilet Sûresi 12. Ayet

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ  ...

Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَضَاهُنَّ böylece onları yaptı ق ض ي
2 سَبْعَ yedi س ب ع
3 سَمَاوَاتٍ gök س م و
4 فِي içinde
5 يَوْمَيْنِ iki gün ي و م
6 وَأَوْحَىٰ ve vahyetti و ح ي
7 فِي
8 كُلِّ her ك ل ل
9 سَمَاءٍ göğe س م و
10 أَمْرَهَا emrini ا م ر
11 وَزَيَّنَّا ve biz donattık ز ي ن
12 السَّمَاءَ semasını س م و
13 الدُّنْيَا dünya د ن و
14 بِمَصَابِيحَ lambalarla ص ب ح
15 وَحِفْظًا ve koruma ile ح ف ظ
16 ذَٰلِكَ işte bu
17 تَقْدِيرُ takdiridir ق د ر
18 الْعَزِيزِ güçlü olanın ع ز ز
19 الْعَلِيمِ bilenin ع ل م
 

“Yedi gök” deyiminin evrendeki birçok kozmik sisteme delâlet ettiği düşünülebilir (Esed, III, 972; bilgi için bk. Bakara 2/29; A‘râf 7/54). “Her göğe işlevini ilham etti” cümlesi, kozmik sistemlerin Allah’ın iradesiyle kurulup işlediğine işaret eder. “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” anlamındaki cümle ise gök yüzünün, çıplak gözle izlenebilen yıldızlarla bezeli görüntüsünün tasviridir. “İşte bu, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir” anlamındaki son cümle, kozmik varlıklardaki bu oluş ve düzenin bir tesadüf ürünü olmadığını; kesinlikle her şeye gücü yeten, her şeyi bilen yüce bir yaratıcının takdiriyle yani bilinçli, ölçülü ve amaçlı yaratmasıyla gerçekleşebileceğini dile getirmektedir (“İki gün” hakkında bk. 9. âyetin açıklaması).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 694
 

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ 

 

Cümle, sebebi müsebbebe bağlayan  فَ  atıf harfi ile önceki  قَالَ ‘ye matuftur. 

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. قَضٰيهُنَّ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

سَبْعَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  سَمٰوَاتٍ  muzâfun ileyhtir. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.

3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzâfun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي يَوْمَيْنِ  car mecruru  قَضٰيهُنَّ  fiiline müteallik olup müsenna olduğu için cer alameti  يْ dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْحٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪ي كُلِّ  car mecruru  اَوْحٰى  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. سَمَٓاءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَمْرَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْحٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   

 

 وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  زَيَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih veya hal olup fetha ile mansubdur. 

الدُّنْيَا  kelimesi  السَّمَٓاءَ ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِمَصَاب۪يحَ  car mecruru  زَيَّنَّا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حِفْظاً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

زَيَّنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

 

 

İsim cümlesidir. İsim-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

تَقْد۪يرُ  mübteda  ذٰلِكَ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَز۪يزِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْعَل۪يمِ  kelimesi  الْعَز۪يزِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَز۪يزِ - الْعَل۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ 

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪ي يَوْمَيْنِ  car mecruru  قَضٰيهُنَّ  fiiline mütealliktir. 

سَمٰوَاتٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَا  cümlesi makabline atfedilmiştir. 

اَوْحٰى  fiili aslında  إلى  harfi ile müteaddi olur. Burada zarfiyye manası olan  ف۪ي  ile müteaddi olarak gelmiştir.  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Böylece vahyin her semada gerçekleştiğine işaret edilmiş olur. Yani verilen emir her semaya ayrı ayrı, her semanın içine, varlığına, özüne yöneliktir. Allah Teâlâ her semanın içinde işini yaratmış, içine emrini koymuştur.

سَمَٓاءٍ  kelimesindeki tenvin, kesret ve tazim ifade eder. 

قَضٰيهُنَّ  sözündeki zamir, semaya ait olduğunda  سَبْعَ سَمٰوَاتٍ  de hal olur. Eğer zamir müphem kabul edilirse,  سَبْعَ سَمٰوَاتٍ  sözü temyiz olur. Bu ince farkları bilmeden Arap beyanını çözmeye çalışmak bir nevi provokasyondur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.62)

"Yaratma" ve onun üzerine atfedilen üç fiil (dağların yerleştirilmesi, yeryüzündekilerin rızıklarının takdiri, sonra semaya yönelme) zahirî manalarına alınacak olursa bu takdirde önce yeryüzü ve içindekiler, sonra da gökyüzü ve içindekiler yaratılmış olur ve buna göre arada tertip (sıralama) mümkündür. Müfessirlerin ekserisi de bu görüşü benimsemişlerdir. Bakara suresindeki [”O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra semaya yöneldi..."] (Bakara: 29) ayet-i kerimesi de bu görüşü desteklemektedir.

(Rûhu-l Beyân-Ebüssuûd) 


وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ

 

Ayet,  وَ  atıf harfi ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

زَيَّنَّا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

السَّمَٓاءَ  için sıfat olan  الدُّنْيَا , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

السَّمَٓاءَ  ve  الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

سَمَٓاءٍ   ve  سَمٰوَاتٍ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

زَيَّنَّا - اَوْحٰى  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Âşûr)

الدُّنْيَا  -  سَمَٓاءٍ  -  سَمٰوَاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Atıfla gelen  حِفْظاً  kelimesi mukadder bir fiil ile mansubdur. Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, حفظناه حفظاً  şeklindedir.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Allah Teâlâ insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerden bahsediyor. Bu nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Kevnî ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

Allah Teâlâ (cc) bilgi verme amaçlı olan ayetlerde muhataplarına ihbar üslubunu kullanmış daha sonra, anlatım hikaye üslubu ile devam ederken yıldızlar konusundaki yanlış inanca dikkat çekmek üzere onları Allah’ın yaratmış olduğunu belirten kısımda sözün akışı değiştirilerek fiil, Allah’ın zatına isnad ile “donattık” şeklinde mütekellim sîgasına dönüşmüştür. Ayrıca  اَوْحٰى - قَالَ - اسْتَوٰٓى  fiillerinin insanoğlunun duyu organlarıyla algılayamayacağı konularda kullanılması dolayısıyla gaib sîgası tercih edilmiş fakat sonrasında dikkatini vermesini ve rabbinin varlığına delil teşkil edecek olan konuda algısını canlı tutmasını isteyen rabbin diliyle mütekellime geçilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

مَصَاب۪يحَۗ , Allah'ın göklerde yarattığı ve herbirine ancak Kendisinin bilebileceği belli bir ışık, belli bir sır ve belli bir özellik verdiği aydınlatıcılardır. (Fahreddin er-Râzî)  


ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكَ  mübteda,  تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ , haberdir.

Müsnedün ileyhin uzaklık ifade eden işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek, derecesinin yüksekliğini ve fazilet mertebesinin yüceliğini göstermek ayrıca önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. ذٰلِكَ ile olaylara işaret edilmiştir. 

Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190) 

Buradaki  ذٰلِكَ  işaret ismi, arzı iki günde yaratmasından başlayıp ve  حفظاً  sözüne kadar devam eden konularda diri, kādir, yaratıcı Zat’a delalet eden fiillerle alakalıdır. İşaret ismi de bu ayetlerden maksadın ne olduğunu açıkça ortaya koyar. لِ  harfi, buud (uzaklık) için olup burada bu ayetlerin yüceliğine, celâline ve bu ayetleri zikretmekteki maksadın açıklığına delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.65)

Ayet-i kerimede yeryüzünün yaratılmasıyla gökyüzünün yaratılması arasında bir tertip (sıralama) olduğuna dair bir işaret yoktur. Tertip sadece ”takdir" (gıdaları takdir etme) ile ”icâd" (yoktan var etme) fiili arasında vardır. (Rûhu-l Beyân)

تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ  izafeti muzâfun ve müsnedün ileyhin şanı içindir.

Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait, muzâfun ileyh konumundaki iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزِ ,الْعَل۪يمِ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbındadır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Buradaki عَز۪يزِ , Allah'ın kudretinin mükemmelliğine;  عَل۪يمِ  de, ilminin mükemmelliğine bir işarettir. Bu ne harikulade bir bitiştir: Çünkü bütün bu işler, ancak kâmil bir kudret, kapsamlı bir ilim sayesinde olabilir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayeti kerimede iki iltifat vardır. Önce üçüncü tekil şahısla başlamış, sonra  نَّا /biz zamirine iltifat edilmiş, son cümlede tekrar üçüncü şahsa dönülmüştür. 

Buradaki iltifat, semanın Allah Teâlâ’nın kudretine delalet eden en bariz ayetlerden biri olduğuna işaret eder. Bunun için birçok yerde Kur’an dikkatimizi semaya yöneltir ve düşünmemizi ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)