فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَمَّا | fakat |
|
2 | عَادٌ | Ad (kavmi) |
|
3 | فَاسْتَكْبَرُوا | büyüklük tasladılar |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
6 | بِغَيْرِ | olmaksızın |
|
7 | الْحَقِّ | hakkı |
|
8 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
9 | مَنْ | kimdir? |
|
10 | أَشَدُّ | daha şiddetli |
|
11 | مِنَّا | bizden |
|
12 | قُوَّةً | kuvveti |
|
13 | أَوَلَمْ |
|
|
14 | يَرَوْا | görmediler mi? |
|
15 | أَنَّ | elbette |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | الَّذِي | o ki |
|
18 | خَلَقَهُمْ | onları yaratan |
|
19 | هُوَ | O |
|
20 | أَشَدُّ | daha güçlüdür |
|
21 | مِنْهُمْ | kendilerinden |
|
22 | قُوَّةً | kuvvetçe |
|
23 | وَكَانُوا | ve devam ettiler |
|
24 | بِايَاتِنَا | bizim ayetlerimizi |
|
25 | يَجْحَدُونَ | inkara |
|
“Haksız yere büyüklük tasladılar” diye çevirdiğimiz 15. âyetteki cümleyi Zemahşerî, “Aslında büyüklenmeye hakları olmadığı halde ülkelerinin halkına karşı büyüklük taslayıp tepeden baktılar” veya “Yönetici olma niteliklerini taşımadıkları halde haksızlıkla ülke yönetimini ellerine geçirip halk üzerinde hakimiyet kurdular” şeklinde açıklamıştır (III, 387). Râzî, bütün güzel özelliklerin “yaratılmışlara iyilik ve yaratıcıya saygı” şeklindeki iki temel ilkeye dayandığını hatırlatarak Âd kavminin haksız yere büyüklük taslamalarının birinci ilkeyi ihlâl, Allah’ın âyetlerini inatla inkâr etmelerinin de ikinci ilkeyi ihlâl anlamı taşıdığını belirtir (XXVII, 112).
Kur’an, gerek Arap putperestlerinin gerekse eski kavimlerin ilâhî dinlere inanmamalarının temelinde aklî ve fikrî sebeplerden ziyade büyüklük taslama, mevki ve menfaat hırsı gibi duygusal sebeplerin yattığına sık sık vurgu yapar. Âd kavminin, peygamberleri Hûd’un risâletini reddetmelerinin de aynı psikolojik temele dayandığı görülmektedir (bilgi için bk. A‘râf 7/65-72).
Âd kavminin, “Bizden daha güçlü kim var?” şeklindeki küstahça iddialarına karşı onlara, kendilerini de yaratmış olan Allah’ın sonsuz gücü hatırlatılmaktadır. Âd kavmi de Allah’ın gücünün sınırsızlığına inanıyordu. Şu halde her şeye gücü yeten Allah’ın kendilerinden daha güçlü topluluklar meydana getirmeye muktedir olduğunu düşünememeleri bir ahmaklık işareti idi. Böylece onların beşerî duyguları akıllarına galip gelmiş ve kendilerini inkâra sürüklemiş; bu da dünyada felâkete uğrayarak yok olmalarına, âhirette de azabı hak etmelerine sebep olmuştur.
16. âyette dünyevî cezanın “alçaltıcı”, uhrevî azabın ise “daha da alçaltıcı” olarak nitelenmesi ilgi çekicidir. Aynı niteleme 17. âyette Semûd kavminin uğradığı felâketle ilgili olarak da tekrarlanmaktadır. Buna göre insan onuruna yakışan âkıbet, işlediği kötülükler yüzünden cezaya çarptırılarak rezil ve aşağılık bir duruma düşmek değil, iyilikleri sebebiyle ödüllendirilmektir.
Yıkıcı rüzgârın niteliği olan, “dondurucu” diye çevirdiğimiz sarsar kelimesine, “uğultulu, homurtulu” anlamı da verilmektedir (Râzî, XXVII, 112).
فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمَّا ; şart ve tafsil harfidir. اَمَّا lafzında, şart harfi olan اَنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اَمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اَمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اَمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اَمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler.(Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
فَ harfi اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَادٌ mübteda olup lafzen merfûdur. اسْتَكْبَرُوا mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اسْتَكْبَرُوا fiiline mütealliktir.
بِغَيْرِ car mecruru اسْتَكْبَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi كبر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.Mekulü’l-kavli مَنْ اَشَدُّ مِنَّا ‘dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham harfi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِنَّا car mecruru اَشَدُّ ‘ye matuftur. قُوَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Ayette قُوَّةً melhûz mümeyyez olarak gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ
Hemze istifham harfidir. لَمْ يَرَوْا cümlesi وَ atıf harf ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا ولم يروا ...(Gaflet ettiler ve görmediler mi?) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَرَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَرَوْا fiili ‘bilmek’ manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl اللّٰهَ lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ cümlesi اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru اَشَدُّ filine mütealliktir. قُوَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur. اَشَدُّ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru يَجْحَدُونَ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَجْحَدُونَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَجْحَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ
فَ atıf harfi, tefri’iyyedir. Cümle 13. Ayetteki … أعرضوا cümlesine atfedilmiştir. Müstenefe olmasıda caizdir. Şart ve tafsil harfi اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.
فَ harfi, bu kısmı önceki kısma bağlar ve daha ziyade açıklar. اَمَّا kelimesi, tafsil ve tekid ifade eder. Bunu takip eden şeyler ise mübteda ve haberdir. Haber فَاسْتَكْبَرُوا şeklinde gelmiştir. Bu haberin başında elif, sin ve te harfleri vardır. Bu da kibirlenmelerindeki ve azgınlıklarındaki mübalağayı ifade etmek içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.80 - Âşûr )
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ , mübteda olan عَادٌ ’nun haberidir.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الْاَرْضِ kelimesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَنْ , mübtedadır. اَشَدُّ haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde müsned ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
قُوَّةً kelimesi temyiz olarak mansubtur.
Onların ağzından aktarılan, مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً cümlesinde bir miktar gazap vardır. Bunun için de ardından bu sözleri reddedilmiştir. Sanki bu söz onların kibirlenmelerinin bir özetidir. Red cümlesi de cahillikle suçlamak ve azarlamak maksadıyla inkâra delâlet eden istifham ile başlamıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.85)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp böbürlenme ve meydan okuma anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müşriklerin istifham üslubu ile söyledikleri sözle asıl kastettikleri meydan okumadır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ
Cümle, takdiri أغفلوا ولم يروا ...(Gaflet ettiler ve görmediler mi?) olan istinaf cümlesine matuftur.
Hemze istifham, وَ atıf harfidir. لَمْ muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tevbih ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar ve tekit harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ cümlesi, masdar teviliyle يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi اَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl االَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً cümlesi اَنَّ ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. قُوَّةً temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ [Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden çok daha kuvvetli olduğunu düşünmediler mi?"] ifadesi ise, onları bu tekebbüre sevk eden sebebi anlatmak için, söz arasına girmiş, bir itiraz cümlesidir. (Fahreddin er-Râzî- Aşûr)
اَشَدُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَشَدُّ - قُوَّةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, bu kelimelerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ cümlesiyle, هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
َّBurada öncelikle الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ şeklinde gelen ism-i mevsûlün delâletini bilmek gerekir. Bu ism-i mevsûl kendilerini Allah’ın yarattığını kabul ettiklerine delalet eder. Çünkü sıla muhatap tarafından bilinen durumlarda kullanılır. Yoksa bu şekilde marife gelmesi doğru olmazdı. Bu da kibirlenme ve büyüklenmelerinin heyecanı içinde kendilerini yaratan Allah’ı unuttuklarını ifade eder. Dolayısıyla da kuvvetlerinin büyüklüğünü ifade eden sözlerini kayıtsız olarak söylemişlerdir. Firavun’un âlinden olan müminin sözü gibi kayıtlamamışlardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.85)
وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Ayetin son cümlesi وَ ile … استكبروا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi olan يَجْحَدُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِاٰيَاتِنَا , ihtimam için amili olan يَجْحَدُونَ fiiline takdim edilmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
“Bilerek inkâr” manasında olan جْحَدُ fiilinin muzari gelmesi teceddüde, yani bu fiilin tekrarlandığına, كَانُوا kelimesi de bu işin onların adeti ve genel durumu haline geldiğine delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.86)
اللّٰهَ - بِاٰيَاتِنَا kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetler için tazim ve teşrif ifade eder. Ayrıca azamet ve celâl zamirinin gelmesinde azabın büyüklüğüne işaret vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.