اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | جَاءَتْهُمُ | onlara gelmişti |
|
3 | الرُّسُلُ | elçiler |
|
4 | مِنْ | -nden |
|
5 | بَيْنِ |
|
|
6 | أَيْدِيهِمْ | önleri- |
|
7 | وَمِنْ | ve |
|
8 | خَلْفِهِمْ | arkalarından |
|
9 | أَلَّا | sakın |
|
10 | تَعْبُدُوا | kulluk etmeyin |
|
11 | إِلَّا | başkasına |
|
12 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
13 | قَالُوا | dediler |
|
14 | لَوْ | şayet |
|
15 | شَاءَ | dileseydi |
|
16 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
17 | لَأَنْزَلَ | elbette indirirdi |
|
18 | مَلَائِكَةً | melekler |
|
19 | فَإِنَّا | elbette biz |
|
20 | بِمَا | şeyi (mesajı) |
|
21 | أُرْسِلْتُمْ | gönderildiğiniz |
|
22 | بِهِ | onunla |
|
23 | كَافِرُونَ | tanımıyoruz |
|
Metindeki “min beyni eydîhim ve min halfihim” ifadesinin asıl anlamı “önlerinden ve arkalarından” şeklindedir. Tefsirlerde bu ifadeye mümkün mertebede sözlük anlamına yakın yorumlar getirilmeye çalışılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIV, 100-101; İbn Atıyye, V, 8). Ancak biz, Zemahşerî, Râzî, İbn Âşûr gibi müfessirlerin tercih ettiği deyimsel anlamı dikkate alarak söz konusu ifadeyi,“(ikna etmek için) her yolu deneyerek” şeklinde serbest bir çeviriyle karşılamayı uygun bulduk. Türkçe’de de “Birini ikna etmek için her yolu denedi” anlamında “Sağından girdi, solundan girdi” şeklinde benzer bir deyim kullanılmaktadır.
İnkârcıların, Allah katından gelecek elçinin insanlardan değil, mutlaka meleklerden olması gerektiği şeklindeki itirazları, Mekke müşriklerinin de ileri sürdükleri bir bahane idi (bu itirazın eleştirisi konusunda ayrıntılı bilgi için bk. En‘âm 6/8).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 696-697
اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
اِذْ zaman zarfı olup, صَاعِقَةِ عَادٍ ‘e veya onun mahzuf haline müteallik olup mahallen mansubdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَتْهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الرُّسُلُ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ بَيْنِ car mecruru الرُّسُلُ ‘ün mahzuf haline mütealliktir.
اَيْد۪يهِمْ muzâfun ileyh olup mukadder ي üzere mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ خَلْفِهِمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf بِ harf-i ceriyle جَٓاءَتْهُمُ fiiline mütealliktir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْبُدُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَلٰٓئِكَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle كَافِرُونَ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُرْسِلْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اُرْسِلْتُمْ fiiline mütealliktir.
كَافِرُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olıup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اُرْسِلْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
اِذْ zaman zarfı صَاعِقَةِ عَادٍ ‘e veya onun mahzuf haline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
مِنْ خَلْفِهِمْ ve مِنْ بَيْنِ car mecrurları, الرُّسُلُ ’nun mahzuf haline mütealliktir.
مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ (önlerindekiler) - مِنْ خَلْفِهِمْ (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
بَيْنِ - خَلْفِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Resullerin önlerinden arkalarından gelmesi tabiri her türlü çabayı gösterdiler manasında kinayedir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen بَ harfiyle birlikte جَٓاءَتْهُمُ fiiline mütealliktir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَّا edatı اَنَّ ‘den tahfif edilmiş اَنْ ve lâm-ı nahiye veya masdariye olan اَنْ ve lâm-ı nafiyenin birleşmesiyle oluşmuş harftir. Olumsuzluk bildiren لا ile istisna harfi اِلَّا birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, “Allah’tan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
اَلَّا تَعْبُدُٓوا ’daki اَنْ , ya yani anlamındadır, yahut اَنَّ ’nin hafifleştirilmiş halidir. Bu durumda ifadenin aslı بِأنَّهُ ﻻ تعبدوا yani durum ve size söylenecek sözümüz şudur ki, Allah’tan başkasına tapmayın! (Keşşâf)
اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ sözünde رُّسُلُ kelimesi çoğul gelmiştir. Halbuki her kavme tek bir peygamber gelmiştir. Burada الرُّسُلُ kelimesinin çoğul olarak gelmesi, bütün resullerin Allah’a ibadete çağırıyor olması ve hepsinin de Allah’tan başkasına ibadet etmeyin demiş olmaları sebebiyledir. Kur’an-ı Kerîm bütün bu rasûllerin sözlerini ayrı ayrı tekrar ederek ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.76)
قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan شَٓاءَ رَبُّنَا faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olan ve لَ karînesiyle gelen لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
مَلٰٓئِكَةً ’deki tenvin tazim ifadesi için olabilir.
Nahivciler لَوْ edatını: ‘’Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır’’, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
شَٓاءَ (diledi) fiilinin mef‘ûlü mahzuftur; yani ‘’Şayet Rabbimiz peygamber göndermek isteseydi, herhalde melek indirirdi. O halde, sizin gönderildiğiniz şeyleri inkâr etmekteyiz!” Bu da şu demektir: Siz insan olduğunuz ve melek olmadığınız için biz ne size ne de getirdiklerinize iman ederiz! “Gönderildiğiniz şeyler” ifadesi, peygamberlerin Allah tarafından gönderildiklerini ikrar ettikleri anlamına gelmemektedir. Aksine bunu, peygamberlerin sözüne dayanarak söylemişlerdir. Hatta bu sözde bir alay mevcuttur. (Keşşâf)
رَبُّنَا (Rabbimiz) izafetiyle müşriklerin Allaha inandıkları anlaşılmaktadır.
Burada göze çarpan ilk şey, bunların Allah’ı kabul etmeleri, kendilerinin Rabbi olduğunu ve O’nun himayesinde, korumasında ve gözetimi altında yaşadıklarını itiraf etmeleridir. Çünkü رَبُّنَا kelimesi bunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.78)
لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً cümlesine gelince, alimlerimiz şartın cevabı delalet ettiği müddetçe, şart üslubunda gelen شَٓاءَ fiilinin, mef‘ûlünün hazf edilmesinin meşhur bir belâgat kuralı olduğunu söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.79)
Denildiğine göre bu, onların bir alaylarıdır. Bir başka açıklamaya göre bu, onların peygamberlerin Allah tarafından gönderildiklerini kabul ettiklerini daha sonra ise inkâr ve inada saptıklarını ifade etmektedir. (Kurtubî)
فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
Cümle sebebi müsebbebe bağlayan فَ harfi ile لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Matufun aleyhin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا , başındaki harf-i cerle birlikte كَافِرُونَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan اُرْسِلْتُمْ بِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsned olan كَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ , konudaki önemine binaen, amili olan müsned كَافِرُونَ ’ye takdim edilmiştir.
تَعْبُدُٓوا - اللّٰهَۜ - رَبُّنَا ve مَلٰٓئِكَةً - رُّسُلُ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, اُرْسِلْتُمْ - رُّسُلُ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَافِرُونَ - تَعْبُدُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
اُرْسِلْتُمْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Bu cümlede اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid vardır. Bir de مَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ cümleciği takdim edilmiştir. Çünkü ana cümlenin hedefi ve kaynağı odur. Onlar risaleti inkâr etmişlerdir, ama bunun sebebi risalet değil, risaleti taşıyan şahıstır ve bunların hepsi de fesattır. İşte bunun için batıl ehlinin getirdikleri deliller hakkında Kitap üzerinde çalışmak gerekir. Çünkü siyasî ve fikrî hayatımız benzeri kışkırtmalarla doludur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.80)