فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَرْسَلْنَا | biz de gönderdik |
|
2 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
3 | رِيحًا | bir rüzgar |
|
4 | صَرْصَرًا | dondurucu |
|
5 | فِي |
|
|
6 | أَيَّامٍ | günlerde |
|
7 | نَحِسَاتٍ | uğursuz |
|
8 | لِنُذِيقَهُمْ | taddırmak için |
|
9 | عَذَابَ | azabını |
|
10 | الْخِزْيِ | rezillik |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
13 | الدُّنْيَا | dünya |
|
14 | وَلَعَذَابُ | azabı ise |
|
15 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
16 | أَخْزَىٰ | daha da kepaze edicidir |
|
17 | وَهُمْ | ve onlara |
|
18 | لَا | hiç |
|
19 | يُنْصَرُونَ | yardım edilmeyecektir |
|
“Haksız yere büyüklük tasladılar” diye çevirdiğimiz 15. âyetteki cümleyi Zemahşerî, “Aslında büyüklenmeye hakları olmadığı halde ülkelerinin halkına karşı büyüklük taslayıp tepeden baktılar” veya “Yönetici olma niteliklerini taşımadıkları halde haksızlıkla ülke yönetimini ellerine geçirip halk üzerinde hakimiyet kurdular” şeklinde açıklamıştır (III, 387). Râzî, bütün güzel özelliklerin “yaratılmışlara iyilik ve yaratıcıya saygı” şeklindeki iki temel ilkeye dayandığını hatırlatarak Âd kavminin haksız yere büyüklük taslamalarının birinci ilkeyi ihlâl, Allah’ın âyetlerini inatla inkâr etmelerinin de ikinci ilkeyi ihlâl anlamı taşıdığını belirtir (XXVII, 112).
Kur’an, gerek Arap putperestlerinin gerekse eski kavimlerin ilâhî dinlere inanmamalarının temelinde aklî ve fikrî sebeplerden ziyade büyüklük taslama, mevki ve menfaat hırsı gibi duygusal sebeplerin yattığına sık sık vurgu yapar. Âd kavminin, peygamberleri Hûd’un risâletini reddetmelerinin de aynı psikolojik temele dayandığı görülmektedir (bilgi için bk. A‘râf 7/65-72).
Âd kavminin, “Bizden daha güçlü kim var?” şeklindeki küstahça iddialarına karşı onlara, kendilerini de yaratmış olan Allah’ın sonsuz gücü hatırlatılmaktadır. Âd kavmi de Allah’ın gücünün sınırsızlığına inanıyordu. Şu halde her şeye gücü yeten Allah’ın kendilerinden daha güçlü topluluklar meydana getirmeye muktedir olduğunu düşünememeleri bir ahmaklık işareti idi. Böylece onların beşerî duyguları akıllarına galip gelmiş ve kendilerini inkâra sürüklemiş; bu da dünyada felâkete uğrayarak yok olmalarına, âhirette de azabı hak etmelerine sebep olmuştur.
16. âyette dünyevî cezanın “alçaltıcı”, uhrevî azabın ise “daha da alçaltıcı” olarak nitelenmesi ilgi çekicidir. Aynı niteleme 17. âyette Semûd kavminin uğradığı felâketle ilgili olarak da tekrarlanmaktadır. Buna göre insan onuruna yakışan âkıbet, işlediği kötülükler yüzünden cezaya çarptırılarak rezil ve aşağılık bir duruma düşmek değil, iyilikleri sebebiyle ödüllendirilmektir.
Yıkıcı rüzgârın niteliği olan, “dondurucu” diye çevirdiğimiz sarsar kelimesine, “uğultulu, homurtulu” anlamı da verilmektedir (Râzî, XXVII, 112).
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
ر۪يحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. صَرْصَراً kelimesi ر۪يحاً ‘nin sıfatı olup mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ٓي اَيَّامٍ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. نَحِسَاتٍ kelimesi اَيَّامٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
لِ harfi, نُذ۪يقَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُذ۪يقَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابَ ikinci mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur. الْخِزْيِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فِي الْحَيٰوةِ car mecruru نُذ۪يقَ fiiline mütealliktir.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ‘ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
نُذ۪يقَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذوق ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى
وَ itiraziyyedir. لَ ibtidâiyye olup, tekid içindir. عَذَابُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَخْزٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. اَخْزٰى ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُنْصَرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْصَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ
Ayet atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. فَ ile atıf, azabın inkârdan sonra gecikmeden geldiğine işaret eder.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرْسَلْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
ر۪يحاً ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.
Âd kavmine soğuk rüzgârla azap olmasının sebebi, onların boylarının uzunluğu, vücutlarının iriliği, kuvvetlerinin fazlalığına güvenip de aldanmaları yüzündendir. İşte bu aldanıştan sonra Allah Teâlâ onların üzerine bir rüzgâr göndermiş, başlarına musallat etmiştir. Vücutları havadaki tüy gibi uçmuştur. (Rûhu-l Beyân)
صَرْصَراً kelimesi, ر۪يحاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Hazret-i Peygamber (sav)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Rüzgârlar sekiz tanedir. Bunlardan dördü azap (rüzgarıdır). Âsıf, sarsar, akîm ve semûm; dördü ise rahmet rüzgârlarıdır. Naşirat, mübeşşirat, mürselât, zâriyat..."(Fahreddin er-Râzî)
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَرا [soğuk bir rüzgâr gönderdik.] Bu soğuk rüzgâr, soğukluğunun şiddetinden onları helak edip yakmıştır. Tıpkı ateşin sıcaklığıyla yakıp kavurması gibi. Arapçada صِرْ soğuk demektir. Ayet-i kerimeyi, estiği zaman ses çıkaran rüzgâr şeklinde anlamak da mümkündür. ”Uğursuz günler" ifadesinde yer alan نَحِسَاتٍ ifadesi, نَحِسَ kelimesinin çoğuludur. سعد (mutlu oldu) kelimesinin zıddıdır. (Rûhu-l Beyân)
نَحِسَاتٍ kelimesi, اَرْسَلْنَا ‘ya müteallık olan اَيَّامٍ için sıfattır. اَيَّامٍ ‘deki tenvin tazim ifade eder.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْخِزْيِ kelimesi, عَذَابَ 'nin muzâfun ileyhidir. İzafet, az sözle çok anlam ifade yollarından biridir.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ف۪ٓي اَيَّامٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَيَّامٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü, günler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Aynı şekilde فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. Dünya hayatı mazrufa benzetilerek mübalağa yapılmıştır.
لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ [Onlara azabı tattırdık] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.
Rüzgâr kelimesi, çoğul olarak kullanıldığı zaman ‘hayır’, tekil olarak kullanıldığı zaman ‘şer’ anlamına gelir. Bundan dolayı Hz. Peygamber bir duasında: “Allah’ım, Sen bunu rüzgârlar (رِياح) kıl, rüzgâr (رِيح) kılma” buyurmuşlardır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, (https://www. Memleket.com.tr/rahmetin-mujdecisi-ruzgarlar-22863yy.htm)
وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى
وَ , itiraziyyedir. İbtida lâmı ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İbtida lamı, isim cümlesinin anlamını pekiştirmek için mübtedadan önce gelir. عَذَابُ الْاٰخِرَةِ mübteda, اَخْزٰى haberdir.
Müsnedün ileyh olan لَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ ’nin, izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.
Müsnedün ileyhin ahiret lafzına muzâf olarak marife olması tazim ifade eder.
Ahiret azabının rezil vasfıyla sıfatlanması mecazi isnaddır. Asıl rezil olan azabı görendir. Azabın korkunçluğunu, kafirlerin zelil halini mübalağa için mef’ûl yerine sıfata isnad yapılmıştır.
اَخْزٰى ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Gayri munsarif olması sebebiyle tenvin almamıştır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki cümlede dünya hayatının rezilliğinden bahsettikten sonra aynı sıfatla ahiretteki durumu açıklaması müşâkele sanatıdır.
لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ cümlesiyle, وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الدُّنْيَاۚ - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْخِزْيِ - اَخْزٰى kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerde ve عَذَابُ ‘nun tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Ayette; ‘rezil rüsvalık’ azabın sıfatı olmak üzere, عَذَابَ kelimesi, zillet ve aşağılanma anlamına gelen الْخِزْيِ ’ye izafe edilmiş ve adeta عَذَابُ خِزْيِ (rezil rüsva bir azap) demektedir. Bu, mecazî isnad türünden bir kullanımdır. Azabı rezillikle vasfetmek, kâfirleri rezillikle vasfetmekten daha etkilidir. (Keşşâf-Rûhu-l Beyân)
وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ
هُمْ لَا يُنْصَرُونَ cümlesi öncesine matuftur. وَ atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası tezyildir. Yani onlardan azap kaldırılmaz. (Âşûr)
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. [Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemeler. Gör. Ömer Kara]
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَذَابُ - يُنْصَرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.