Fussilet Sûresi 17. Ayet

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ  ...

Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا gelince
2 ثَمُودُ Semud(kavmin)e
3 فَهَدَيْنَاهُمْ onlara yol gösterdik ه د ي
4 فَاسْتَحَبُّوا fakat onlar yeğlediler ح ب ب
5 الْعَمَىٰ körlüğü ع م ي
6 عَلَى
7 الْهُدَىٰ doğru yolu bulmağa ه د ي
8 فَأَخَذَتْهُمْ böylece onları yakaladı ا خ ذ
9 صَاعِقَةُ yıldırımı ص ع ق
10 الْعَذَابِ azab ع ذ ب
11 الْهُونِ alçaltıcı ه و ن
12 بِمَا yüzünden
13 كَانُوا oldukları ك و ن
14 يَكْسِبُونَ yapıyor(lar) ك س ب
 

“Doğru yol” diye çevirdiğimiz hidayet kelimesi 17. âyette körlüğün zıddı olarak kullanılmış olup bu kullanım kelimenin bir tür aydınlanmayla ilgisi olduğunu göstermektedir. Önü aydınlanan yolunu bulur, kör olan veya karanlıkta kalan ise yolunu kaybeder, Kur’an’da genellikle birinci durum için hidayet, ikincisi için dalâlet deyimleri kullanılır. Hidayet Allah’tandır; şu halde ilâhî kaynaklı olan vahyin ışığına yönelip onunla aydınlanan doğru yolu bulur, bu ışıktan kendini uzaklaştıran da yolunu şaşırır ve bir kör gibi nereye bastığını, nereye gittiğini bilemez. Diğer benzerleri gibi Semûd kavmi de, Allah kendilerine Sâlih peygamber vasıtasıyla doğru yolu gösterdiği halde körlüğü, dalâleti hidayete tercih etmişler; böylece yollarını şaşırmışlar ve bu gidiş onları, kendi kazanımlarının sonucu olan alçaltıcı bir yıkıma götürmüş; ilâhî ışığa yönelerek onunla aydınlanan, bu sayede inanan ve kötülüklerden korunanlar ise Allah’ın kurtarıcı yardımına mazhar olmuşlardır.

 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 698
 

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la اَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا ‘ye matuftur. 

اَمَّا  şart ve tafsil harfidir. اَمَّا  lafzında, şart harfi olan  اَنْ  harfi  مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir. 

اَمَّا  yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اَمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler.(Abdullah  Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)

ثَمُودُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  فَ  harfi,  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  هَدَيْنَاهُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

هَدَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اسْتَحَبُّوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اسْتَحَبُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعَمٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. عَلَى الْهُدٰى  car mecruru  اسْتَحَبُّوا  fiiline mütealliktir. 

الْهُدٰى  ve  الْعَمٰى  maksur isimlerden olup îrabı takdiridir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَحَبُّوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  حبب ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


  فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخَذَتْهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

صَاعِقَةُ  fail olup lafzen merfûdur. الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْهُونِ  kelimesi  الْعَذَابِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  يَكْسِبُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَكْسِبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَۚ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup mahallen merfûdur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la 15.ayetteki … اَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا  cümlesine atfedilmiştir. Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu) 

فَ  rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi olan  فَهَدَيْنَاهُمْ , mübteda olan  ثَمُودُ ’nun haberidir.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Aynı üslupta gelen  فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  فَ , tertip ve araya zaman girmediğini ifade eder.

الْعَمٰى  lafzında istiare vardır. Kâfirler köre benzetilmiştir.

Körlük küfür için müstear olmuştur. Bunlar birbirine zıt şeyler değildir. Bir insanda bir arada bulunabilirler. Körlük ve küfür arasındaki câmi; sâhibini tehlikeye ve helâka düşürebilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى  [Ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler.] Tercih ettiler anlamına gelen  استحباب , insanın herhangi bir şey uğrunda çaba sarf etmesi, onu sevmesi demektir. Bu fiilin mef’ûlüne  عَلَى  kelimesiyle bağlanarak geçişli yapılması; tercih etmek, seçmek anlamına gelir. Buna göre denmiş olmaktadır ki, onlar basiret körlüğü demek olan dalaleti, hidayete; küfrü, imana; günahı da itaata tercih ettiler. (Rûhu-l Beyân)

الْعَمٰى  -  الْهُدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. هَدَيْنَا  - الْهُدٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadrı sanatları vardır.

Burada hidayetten murad ayettir ki o ayetin şanı hidayete götürmektir. Yani hidayet kelimesi, sebebine ıtlak edilmiştir. Sebep alâkasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Bu sözlerde onların aceleciliklerine ve ayeti hiç düşünmeden, müzakere etmeden reddettiklerine işaret vardır.  فَاسْتَحَبُّوا  sözündeki  فَ  harfi de buna delâlet eder. اسْتَحَبُّوا  fiilindeki elif, sin ve te harfleri mübalağa ifade eder ki bunda onların akıl ve kalplerini teşhir etmek kastı vardır. Onlar öyle bir derekeye düşmüşlerdir ki, artık körlüğü hidayete tercih etmişlerdir. Bu tercih için seçilen “hidayete karşın körlüğü sevmek” ne kadar mükemmel bir tabirdir! Burada körlük, hidayetin zıddı olan dalalet için müstear olarak kullanılmıştır. Bu istiarede de bir miktar alay ve teşhir söz konusudur (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.95)


 فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ

 

Bu cümle atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir.  فَ  ile atıf azabın inkârdan sonra gecikmeden geldiğine işaret eder. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْهُونِ  kelimesi  الْعَذَابِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  الْهُونِ  masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ [Azap yıldırımı onları yakaladı.]  ifadesinde mecazî isnad vardır. Burada yakalama fiili, mecaz-ı aklî yoluyla  صَاعِقَةُ  kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki maksat hakiki fail olan Allah Teâlâ’nın azabıdır. Allah Teâlâ hakiki faildir ama fiilin faili olarak  صَاعِقَةُ  kelimesi zikredilmiştir. Sebebiyye alakasıyla fiil, müsebbibe isnad edilmiştir.

صَاعِقَةُ الْعَذَابِ  ifadesinde yıldırımın azaba izafe edilmesi, korku ve şiddetin derecesini göstermektedir.

صَاعِقَةُ الْعَذَابِ  kelimesi, ’azabın en büyüğü, bel kıranı’ demek olup,  هُونِ  ise ‘zelil eden, aşağılayan’ anlamındadır.  الْعَذَابِ  kelimesinin masdar şeklindeki  هُونِ  ile vasfedilmesi, bu azabın son derece çetin olduğunu bildirmek içindir. Yahut da هُونِ  kelimesi, الْعَذَابِ kelimesinden bedeldir. "Kazanmış oldukları şeyler yüzünden..." buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)  

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  اَخَذَتْهُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانُ ’nin haberi  يَكْسِبُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)