Fussilet Sûresi 37. Ayet

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ۩  ...

Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 ايَاتِهِ O’nun ayetlerindendir ا ي ي
3 اللَّيْلُ gece ل ي ل
4 وَالنَّهَارُ ve gündüz ن ه ر
5 وَالشَّمْسُ ve güneş ش م س
6 وَالْقَمَرُ ve ay ق م ر
7 لَا
8 تَسْجُدُوا secde etmeyin س ج د
9 لِلشَّمْسِ güneşe ش م س
10 وَلَا ne de
11 لِلْقَمَرِ aya ق م ر
12 وَاسْجُدُوا fakat secde edin س ج د
13 لِلَّهِ Allah’a
14 الَّذِي
15 خَلَقَهُنَّ onları yaratan خ ل ق
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
18 إِيَّاهُ O’na
19 تَعْبُدُونَ tapıyor(sanız) ع ب د
 

Bazı müfessirler bu âyetin muhatabının Sâbiîler olduğu anlamına gelen açıklamalar yapmışlarsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 392; Râzî, XXVII, 129; İbn Âşûr, 299-300) bu yaklaşıma katılmak mümkün değildir. Zira Araplar’daki putperestlik inancının gök cisimlerine kutsallık yükleyen telakkilerle yakın ilgisi vardır. Şöyle ki, arkeolojik kaynaklar, İslâm’dan önce Güney Arabistan’da ay, güneş ve Zühre (Aster, Işter) yıldızlarından oluşan üçlü bir tanrı sistemine inanıldığını göstermektedir. Çevre kültürlerde yaygın olan bu tür inançların zamanla İslâm’ın zuhur ettiği Hicaz coğrafyasına da yayıldığı anlaşılmaktadır. Câhiliye dönemi Arapları’nda güneşe tapınmanın başlangıcı milât öncesine kadar uzanır. Güneşle ilişkisi olduğuna inanılan birçok tanrı veya put adı kullanılmaktaydı. Bunlardan Kur’an’da Menât’la birlikte anılan (Necm 53/19) Lât ve Uzzâ, güneşi temsil eden birer tanrıça sayılıyorlardı. Özellikle Güney Arabistan kültünde önemli yeri olan ay tanrısına Ved (Vüd, Ed) adı verilirdi. Semûd ve Lihyân gibi Kuzey Arabistan kitâbelerinde de Ved adına rastlanmakta, kezâ Kur’an’da Câhiliye tanrıları arasında Ved ismi de geçmektedir (Nûh 71/23). Abdüved (Ved’in kulu), Abdüşşems (güneşin kulu) gibi erkek isimlerinin kullanılması, aya ve güneşe tapınmanın Kuzey Arabistan ve Hicaz’da da yaygın olduğunu gösteren başka kanıtlardır (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Arap [İslâm’dan Önce Araplar’da Din]”, DİA, III, 316-321). Bu bilgiler dikkate alındığında Câhiliye döneminde tapılan birçok putun güneş, ay ve diğer bazı gök cisimlerini temsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple konumuz olan âyetin muhataplarını Sâbiîler’le sınırlama çabaları yanında İbn Âşûr’un, “Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında güneşe ve aya tapanların bulunduğunu tesbit edemedim” şeklindeki ifadesini (XXIV, 299), doğrudan doğruya bu gök cisimlerine tapınmanın bulunmadığı anlamında düşünmek gerekir.

Âyette, gece ve gündüzün akışı gibi güneş ve ayın varlığı da ilâhî kudretin birer işareti, kanıtı olduğuna göre bu tür gök cisimlerine tapmak yerine onları yaratan Allah’a tapmanın gerekli olduğu, basit bir aklî çıkarım olarak ortaya konmaktadır. Burada asıl vurgu, tapılmaya lâyık olanın, sadece yüce yaratıcı olduğu, O’nun dışındaki bütün nesneler, olgular yaratılmış olduklarından bunların tapılmaya da değer olmadıkları gerçeğidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 712-713
 

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الَّيْلُ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  

الشَّمْسُ  ve الْقَمَرُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْجُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلشَّمْسِ  car mecruru  تَسْجُدُوا  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. لِلْقَمَرِ  car mecruru لِلشَّمْسِ' ‘ye matuftur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْجُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline mütealliktir. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl mübteda  الَّذ۪ي  lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَهُنَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَلَقَهُنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  اِيَّاهُ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تَعْبُدُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

 

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الَّيْلُ , muahhar mübtedadır. 

اٰيَاتِهِ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder. 

وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ  kelimeleri tezayüf nedeniyle  الَّيْلُ ‘ye atfedilmiştir.

الَّيْلُ - وَالنَّهَارُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, الشَّمْسُ - الْقَمَرُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. Bu gruplardaki kelimeler arasında ayrıca mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetler; gece, gündüz, ay, güneş şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)


 لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

تَسْجُدُوا  fiiline müteallık olan  لِلشَّمْسِ  ve  لِلْقَمَرِ  car mecrurları, tezâyüf nedeniyle birbirine atfedilmiştir. Nefy harfi  لَا olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.

وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ  cümlesi öncesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  لِلّٰهِ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline mütealliktir. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. İsm-i mevsûlün sılası olan  خَلَقَهُنَّ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ  emrinin aya ve güneşe secdenin nehyinden sonra gelişi dolayısıyla cümlede hasr vardır. Çünkü nehiy (yasaklamak); nefy (olumsuzluk) manasındadır. Arkadan gelen Allah'a secde edin emri de nefyin mukabili olarak gelmiş olumlu bir cümledir. Böylece bir olumsuz cümle ile olumlu cümle ifade eden kasr manası ortaya çıkmıştır. (Âşûr)

لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ [Güneşe secde etmeyin] ile  وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ [Allah'a secde edin] cümleleri arasında mukabele sanatı oluşmuştur.

لَا تَسْجُدُوا - اسْجُدُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الشَّمْسُ - الْقَمَرُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Secde, ibadet mertebelerinin en yükseği olduğundan dolayı, Allah'a ibadet etmek isteyenler, secdeyi mutlaka Allah'a (cc) tahsis etmelidirler. (Ebüssuûd)


اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

 

 

Fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنْ , gerçekleşme ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi şart cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mansub munfasıl zamir  اِيَّاهُ  siyaktaki önemine binaen amili olan  تَعْبُدُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim dolayısıyla cümlede kasr manası vardır.

İbadet sadece Allah teala’ya hasredilmiştir. (https://tafsir.app/alaloosi/41/37, Âlûsî)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كَان ’nin haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ) 

Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; فاسجدوا له (Ona secde edin) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)