وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Buraya kadar insanların, “Rabbimiz Allah” dedikten sonra dosdoğru çizgide yürümeleri, Allah yolunun davetçileri olmaları, güzel ve yararlı işler yapmaları, Allah’a teslim olup müslüman olmayı en yüce değer olarak bilmeleri, kötülüğe iyilikle karşılık vererek aralarında sıcak dostluk ve kardeşlik ilişkileri kurmaları ve bunu başarmak için başta sabır olmak üzere gerekli erdemlerle bezenmeleri, kısaca –İbn Atıyye’nin deyimiyle– “bütün ahlâk güzellikleri ve hilim çeşitleriyle” yani barışçıl duygu, düşünce ve davranışlarla donanmaları ideal bir müslüman olmanın ve sağlıklı bir toplum ilişkisi kurmanın gerekleri olarak ortaya kondu. Ancak bu yol, pürüzsüz, engelsiz değildir; en büyük engel de şeytanın içimize attığı olumsuz duygular, dürtülerdir. Şeytan, insanın içinde kin ve öfke duygularını alevlendirir, intikam arzularını tahrik eder, günah ve isyan eğilimlerini güçlendirir; sonuçta kişiyi Kur’an’ın öğütlediği üstün ahlâktan uzaklaştırmak ister. İşte âyet bu büyük ve tehlikeli engeli aşmanın en güvenli çaresini göstermektedir: Allah’a sığınıp O’nun yardım ve desteğini istemek... Müfessirler, Allah’a sığınma buyruğunun aynı zamanda şeytana boyun eğmeme iradesini ve çabasını da içerdiğini ifade ederler. Âyette Allah Teâlâ’nın, kendisine sığınanın yardım talebini işittiğine, şeytan tarafından onun içine atılan dürtüleri bildiğine işaret edilmektedir. Allah, –Ankebût sûresinin 69. âyetinde de vaad ettiği üzere– elbette kendisine sığınan kulundan yardımını esirgemeyecek, onun ruhunu bu olumsuz etkilerden arındıracaktır (bu yöndeki açıklamalar için bk. Taberî, XXIV, 120; Şevkânî, IV, 591).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 710-711
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ
اِمَّا lafzında, şart harfi olan إنْ harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا ‘daki إنْ şartıyedir, مَّا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden نَّ ‘u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
يَنْزَغَنَّكَ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الشَّيْطَانِ car mecruru يَنْزَغَنَّكَ fiiline mütealliktir. نَزْغٌ fail olup lafzen merfûdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اسْتَعِذْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir أنت ‘dir. بِاللّٰهِ car mecruru اسْتَعِذْ fiiline mütealliktir.
اسْتَعِذْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi عوذ ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
لسَّم۪يعُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
Şart cümlesi olan اِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. اِمَّا , şart manasındaki إنْ ile ziyade olan ما ‘dan meydana gelmiştir.
Cümle, tekid nunu ve zaid ما harfiyle tekid edilmiştir.
اِمَّا daki إنْ şartıyyedir, ما ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki fiilin sonuna tekid نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
فَ karînesiyle gelen فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَنْزَغَنَّكَ - نَزْغٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نزَغَ ; cilde iğne sokmak demektir. Bir işi bozmak için yapılan girişim için kullanılır. (Müfredat)
Burada vesvese yerine kasten نْزَغَ kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü نَزْغٌ , lügatta “dürtmek, sancı vermek, itmek, kovmak”tır. Dil alimleri نَزْغٌ ‘nın, şeytanın kalpteki dürtüsü ve vesvesesi olduğunu söylemişlerdir. Burada “vesvese” yerine نَزْغٌ kelimesinin tercih edilmesi, kuvvetine işaret içindir. Fiilin faili olarak نَزْغٌ , yani masdarın gelmesi mecaz-ı aklî yoluyladır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.158)
يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ ifadesinde istiare vardır. Şeytanın insanı kötü şeylere yönlendirerek kışkırtması, iğne sokmaya benzetilmiştir.
يَنْزَغَنَّكَ fiilinin faili olan نَزْغٌ , masdar vezninde gelerek bütün türlere işaret etmiştir. Masdarlar mübalağa ifade eder.
يَنْزَغَنَّ - نَزْغٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Bu ayetteki نَزْغٌ kelimesi ism-i fail manasında olup, adeta, جَدَّ جِدُّهُ (gayreti gayrete geldi) denilmesi gibidir. Yahut da bu ifadeyle, şeytanı masdar ile niteleme manası düşünülerek, ism-i fail kastedilmiştir. Kısaca, ayetin maksadı, “Şeytan seni, kötülükleri en güzel yolla savuşturmaya dair meşru kılınan yoldan alıkoyarsa, onun şerrinden Allah’a sığın, işine devam et, sakın ha, ona itaat edip onun sözünü dinleme” şeklindedir. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. اِنَّ , kasr ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlenin iki müsnedi olan الْعَل۪يمُ , السَّم۪يعُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf, kemâl derecede olmak üzere sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّم۪يعُ , الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Önceki cümledeki lafza-i celâlden bu cümlede gaib zamire iltifat sanatı vardır.
Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.
İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu fasılada tekid edatı, fasl zamiri, iki tarafın marife oluşu ve es-semî‘u’l-alîm isimlerinin zikri dolayısı ile dört tekid vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.158)
Bu ayet, Araf/200 ayetinin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)