Fussilet Sûresi 47. Ayet

اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ  ...

Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَيْهِ O’na
2 يُرَدُّ döndürülür ر د د
3 عِلْمُ bilgisi ع ل م
4 السَّاعَةِ sa’at (kıyamet) س و ع
5 وَمَا ve
6 تَخْرُجُ çıkmaz خ ر ج
7 مِنْ
8 ثَمَرَاتٍ meyvalar ث م ر
9 مِنْ -ndan
10 أَكْمَامِهَا kabukları- ك م م
11 وَمَا
12 تَحْمِلُ gebe kalmaz ح م ل
13 مِنْ hiçbir
14 أُنْثَىٰ dişi ا ن ث
15 وَلَا ve
16 تَضَعُ doğurmaz و ض ع
17 إِلَّا olmadan
18 بِعِلْمِهِ O’nun bilgisi ع ل م
19 وَيَوْمَ ve (o) gün ي و م
20 يُنَادِيهِمْ onlara seslenildiği ن د و
21 أَيْنَ nerede?
22 شُرَكَائِي ortaklarım ش ر ك
23 قَالُوا demişlerdir ق و ل
24 اذَنَّاكَ sana arz ederiz ki ا ذ ن
25 مَا yok
26 مِنَّا bizden
27 مِنْ hiçbir
28 شَهِيدٍ gören ش ه د
 

Herkesin, iyilik veya kötülük olarak yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağı, böylece ilâhî adaletin eksiksiz gerçekleşeceği zaman ve yer, kıyametle başlayan öteki dünyadır. Müminler, bu imanın verdiği sorumluluk bilinciyle yaşadıkları için olabildiğince “doğru ve yararlı işler” yapmaya, kötülükten uzak durmaya çalışırlar.

“Kıyametin zamanını bilmek sadece Allah’a havale edilir” ifadesi, müminlerin, bu konudaki bilginin yalnızca Allah’a mahsus olduğuna inandıkları, gerçeği bu şekilde dile getirdikleri anlamına gelir.

Eski tefsirlerde 47. âyetin ilgili kısmı, kıyamet saatinin bilgisi gibi, bitkilerin ürün vermesiyle dişilerin hamilelik ve doğum yapma zamanına, ceninin cinsiyetine (Zemahşerî, III, 394) dair bilgilerin de sadece Allah’a mahsus olduğu şeklinde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 136; İbn Âşûr, XXV, 6); Süleyman Ateş’in de, “Allah’tan başka hiçbir varlık böyle gizli şeylere vâkıf değildir” diyerek aynı yorumu benimsediği görülmektedir (VIII, 146). Oysa âyette kıyamet saatinin bilgisi sadece Allah’a tahsis edilirken, meyvelerin ürün vermesi, dişinin gebe kalması ve doğurması örneklerinde böyle bir tahsis yapılmayıp Allah’ın onları da bildiği belirtilmiş, O’ndan başkasının bilemeyeceği anlamına gelebilecek bir ifade kullanılmamıştır. Buna göre, kıyametin vaktini sadece Allah bilir; ürün verme, gebe kalma ve doğurma zamanlarını, ceninin cinsiyetini ise insanlar da bilebilir. Nitekim günümüz teknik imkânlarıyla bu bilgilere kolaylıkla ulaşılmaktadır. Ancak insanların önceden bilgi edinebildiği şeylerin vakti geldiğinde mutlaka gerçekleşeceği de düşünülmemelidir: Zira bizim önceden kestiremeyeceğimiz bazı engeller yüzünden beklediğimiz olaylar umduğumuz gibi gerçekleşmeyebilir; âyetteki örneklerle ekinler, meyveler ürün vermeyebilir, dişiler hamile kalmayabilir veya düşük yapabilirler. Ama Allah’ın bilgisi asla şaşmaz; çünkü O, olabilecek bütün ihtimalleri de önceden bilir ve bildiği her şey bilgisine uygun olarak mutlaka gerçekleşir. Bu sebeple âyette Allah’ın yaratmasıyla ilmi arasındaki ilişkiye de dikkat çekilmektedir (ayrıca bk. Lokmân 31/34).

“İçimizde buna şahitlik edecek hiç kimse yoktur” diye çevirdiğimiz cümle, “Vaktiyle taptığımız o şeyleri şu anda hiçbirimiz göremiyoruz” veya “Artık aramızda onların tanrı olduğuna şahitlik eden, böyle bir inanç taşıyan hiç kimse yoktur” şeklinde yorumlanmaktadır. 48. âyetteki ifade, ilk yorumun daha isabetli olduğu kanaatini vermektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719-720
 

   Semera ثمر :  ثَمَرٌ ağaçların ürünlerinden yenebilen her şeyin adıdır. Tekili ise ثَمَرَةٌ adını alır. Çoğulu ثِمارٌ ve ثَمَراتٌ şeklindedir.

  Bol miktardaki mala da kinaye yoluyla bu isim verilmiştir. Bir şeyden kaynaklanan/elde edilen her fayda da semere ثَمَرَةٌ adını alır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de 24 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri semere, müsmir ve istismardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ

 

Fiil cümlesidir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يُرَدُّ  fiiline mütealliktir.  يُرَدُّ  merfû, meçhul muzari fiildir.  عِلْمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.  السَّاعَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَخْرُجُ  damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ  zaiddir.  ثَمَرَاتٍ  lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ اَكْمَامِهَا  car mecruru  تَخْرُجُ   fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَحْمِلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ  zaiddir. اُنْثٰى  lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.  

لَا تَضَعُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  بِعِلْمِه۪  car mecruru  تَضَعُ  fiiline  mütealliktir. 


وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَوْمَ  zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذكر (Düşün, hatırla!) şeklindedir. 

يُنَاد۪يهِمْ  fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُنَاد۪يهِمْ  fiili fiili  ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَيْنَ شُرَكَٓاء۪ي  mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. 

اَيْنَ  soru ism-i mekan zarfı olup, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شُرَكَٓاء۪ي  muahhar mübteda olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. 

يُنَاد۪يهِمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندى ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اٰذَنَّاكَ ‘dir. قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰذَنَّاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰذَنَّاكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ

 

 

İsim cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنَّا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مِنْ  zaiddir.  شَه۪يدٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  

شَه۪يدٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur amili olan  يُرَدُّ ‘ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasır ifade eder.  عِلْمُ السَّاعَةِ  naib-i faildir.

Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.    اِلَيْهِ  mevsûf/maksûrun aleyh,  يُرَدُّ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.

‘’Kıyametin bilgisi bana değil, Allah'a aittir’’ manasında kasrı kalptir. (Âşûr, Fahreddin er-Râzî) 

يُرَدُّ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Öncesinde kıyametin ne zaman olduğu ile ilgili bir soru olmadığı halde sanki bir soru varmış gibi bu tür soruların gereksiz olduğu, asıl ilgilenilmesi gereken noktanın Allah’ın (cc) bilgisi dışında hiçbir ürünün kabuğundan çıkmayacağı ve hiçbir dişinin gebe kalıp doğuramayacağı gerçeklerini görmek olduğu ve de bunların imanlarına vesile olması gerektiği vurgulanmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)


 وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا

 

Bu cümle istînâf cümlesine  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ ثَمَرَاتٍ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir.  ثَمَرَاتٍ  lafzen mecrur mahallen merfudur.  مِنْ اَكْمَامِهَا  car mecruru  تَخْرُجُ  fiiline mütealliktir. 

ثَمَرَاتٍ ‘deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

مِنْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada yer alan  اَكْمَامِ , meyvenin yarılmadan önceki kabuğu demektir. Bazılarına göre ceviz, badem, fıstık ve benzeri meyvelerin dış kabuğu demektir.  كِمٍّ  kelimesinin çoğulu olup meyveyi örten dış zarı ve kabuğu demektir. İnsanın elini kapatıp örten gömlek ve benzeri şeyin koluna da ٌّكُم  denir. (Rûhu’l Beyân, (Âşûr) 

Nâfi', İbn Âmir ve Hafs cemi kalıbı ile  ثَمَرَاتٍ  şeklinde okumuşlardır, çünkü çeşitleri farklıdır. Zamirin cemi ile  اَكْمَامِهِنَّ  de okunmuştur. Birinci  مَا  nâfiyedir, istiğrak (hepsi belirtmek) için zaid kılınmıştır.  السَّاعَةِۜ  lafzına atfen mevsûle olması da muhtemeldir. Birinci  مِنْ  de beyaniyedir.  مَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى  (bir dişinin gebe kalması) kavlindeki  مَا  nâfiyedir. (Beydâvî)

اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ  "(O'nun bilgisi olmadan) meyvelerden hiç biri tomurcuklarından çıkmaz." Saatin arkasından böyle meyvelerle hamile kalmaktan ve doğurmaktan bahsedilmesi, ahiret hallerine de bir işareti kapsaması itibarıyla manalıdır. Çünkü dünya ahiretin tarlası olduğu için kıyamet, meyvelerin toplanıp koparılacağı bir hasat zamanını andıracaktır. Aynı zamanda ["Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü o saatin zelzelesi büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın emzirdiğini unutup geçer, yüklü her kadın yükünü düşürür."] (Hacc, 22/1-2) ayetinin manasına da bir işaret vardır. (Elmalılı)


 وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ

 

وَمَا تَحْمِلُ  cümlesi öncesine atıf harfi  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. مِنْ اُنْثٰى ‘daki  مِنْ , nefyin umumuna delalet eden zaid harftir. Tekid ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مِنْ اُنْثٰى , insan ve hayvan dişisi anlamındadır. (Âşûr) Bu tağlîb sanatıdır.

وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ  cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder. 

بِعِلْمِه۪  car mecruru  مِنْ اُنْثٰى ’nın mahzuf haline mütealliktir. 

بِعِلْمِه ‘deki  بِ , mülâbese içindir.

Nefiy harfi  لَا  ve  مَا , istisna harfi  اِلَّا  ile kasr oluşturmuştur. İki tekid hükmündeki kasr, fail ile car mecrur arasındadır.  اُنْثٰى  maksur/mevsûf,  بِعِلْمِه۪ۜ  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

مِنْ اُنْثٰى ‘daki tenvin, kıllet ve cins ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şumule işarettir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِعِلْمِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzâf olan  عِلْمِ , tazim edilmiştir.

Muzari fiil  مَا  ile menfî olduğunda hal, لَا  ile menfi olduğunda istikbal ifade eder.

بِعِلْمِه۪ۜ ‘deki  بِ  harfi, mülâbese içindir. (Âşûr)

وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى  cümlesiyle,  وَلَا تَضَعُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

تَحْمِلُ (Gebe kalır) - تَضَعُ (Doğurur), kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عِلْمِ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ  takdiri  اذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يُنَاد۪يهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiildeki müstetir zamir Allah Teâlâ’ya aittir. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَيْنَ شُرَكَٓاء۪ي  mukadder sözün mekulü’l kavlidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Soru manası olan mekân zarfı  اَيْنَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شُرَكَٓاء۪يۙ  izafeti, muahhar mübtedadır.

İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp azarlama, kınama ve cahillikle suçlama taşıdığı için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

شُرَكَٓاء۪ي  izafeti kısaca izah ve muzâfı tahkir içindir.


 قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Şirk koşanların soruya verdikleri cevaptır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰذَنَّاكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. 

Fasılla gelen  مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ  cümlesi beyanî istînâf veya  اٰذَنَّاكَ  için iki mef’ûl yerindedir.

Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

مَا  nefy harfi  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  مِنَّا  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شَه۪يدٍ  lafzen mecrur, mahallen merfû, muahhar mübtedadır.

مِنْ شَه۪يدٍۚ ‘deki  مِنْ  zaiddir. Tekid ifade eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

شَه۪يدٍ  kelimesi şahid, yani onların şirk koştuklarını görmek manasında olup “biz müşrik değiliz” demektir. Bu onların ahirette önlerinden perde kalktığı zamanki yahut dünyadayken olmak istedikleri haldir. Biz müşrik değiliz diyerek bu fiillerini inkâr etmişlerdir. Bu da içinde bulundukları korkulu halin şiddeti sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.217-218)