Fussilet Sûresi 48. Ayet

وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ  ...

Daha önce yalvardıkları (tanrılar) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَضَلَّ ve sapıp gitmiştir ض ل ل
2 عَنْهُمْ onlardan
3 مَا şeyler
4 كَانُوا oldukları ك و ن
5 يَدْعُونَ yalvarıp duruyor(lar) د ع و
6 مِنْ
7 قَبْلُ önceden ق ب ل
8 وَظَنُّوا ve onlar anlamışlardır ظ ن ن
9 مَا olmadığını
10 لَهُمْ kendileri için
11 مِنْ hiçbir
12 مَحِيصٍ kaçacak yer ح ي ص
 

Herkesin, iyilik veya kötülük olarak yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağı, böylece ilâhî adaletin eksiksiz gerçekleşeceği zaman ve yer, kıyametle başlayan öteki dünyadır. Müminler, bu imanın verdiği sorumluluk bilinciyle yaşadıkları için olabildiğince “doğru ve yararlı işler” yapmaya, kötülükten uzak durmaya çalışırlar.

“Kıyametin zamanını bilmek sadece Allah’a havale edilir” ifadesi, müminlerin, bu konudaki bilginin yalnızca Allah’a mahsus olduğuna inandıkları, gerçeği bu şekilde dile getirdikleri anlamına gelir.

Eski tefsirlerde 47. âyetin ilgili kısmı, kıyamet saatinin bilgisi gibi, bitkilerin ürün vermesiyle dişilerin hamilelik ve doğum yapma zamanına, ceninin cinsiyetine (Zemahşerî, III, 394) dair bilgilerin de sadece Allah’a mahsus olduğu şeklinde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 136; İbn Âşûr, XXV, 6); Süleyman Ateş’in de, “Allah’tan başka hiçbir varlık böyle gizli şeylere vâkıf değildir” diyerek aynı yorumu benimsediği görülmektedir (VIII, 146). Oysa âyette kıyamet saatinin bilgisi sadece Allah’a tahsis edilirken, meyvelerin ürün vermesi, dişinin gebe kalması ve doğurması örneklerinde böyle bir tahsis yapılmayıp Allah’ın onları da bildiği belirtilmiş, O’ndan başkasının bilemeyeceği anlamına gelebilecek bir ifade kullanılmamıştır. Buna göre, kıyametin vaktini sadece Allah bilir; ürün verme, gebe kalma ve doğurma zamanlarını, ceninin cinsiyetini ise insanlar da bilebilir. Nitekim günümüz teknik imkânlarıyla bu bilgilere kolaylıkla ulaşılmaktadır. Ancak insanların önceden bilgi edinebildiği şeylerin vakti geldiğinde mutlaka gerçekleşeceği de düşünülmemelidir: Zira bizim önceden kestiremeyeceğimiz bazı engeller yüzünden beklediğimiz olaylar umduğumuz gibi gerçekleşmeyebilir; âyetteki örneklerle ekinler, meyveler ürün vermeyebilir, dişiler hamile kalmayabilir veya düşük yapabilirler. Ama Allah’ın bilgisi asla şaşmaz; çünkü O, olabilecek bütün ihtimalleri de önceden bilir ve bildiği her şey bilgisine uygun olarak mutlaka gerçekleşir. Bu sebeple âyette Allah’ın yaratmasıyla ilmi arasındaki ilişkiye de dikkat çekilmektedir (ayrıca bk. Lokmân 31/34).

“İçimizde buna şahitlik edecek hiç kimse yoktur” diye çevirdiğimiz cümle, “Vaktiyle taptığımız o şeyleri şu anda hiçbirimiz göremiyoruz” veya “Artık aramızda onların tanrı olduğuna şahitlik eden, böyle bir inanç taşıyan hiç kimse yoktur” şeklinde yorumlanmaktadır. 48. âyetteki ifade, ilk yorumun daha isabetli olduğu kanaatini vermektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719-720
 

وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  ضَلَّ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَانُوا ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَدْعُونَ  fiili  كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَدْعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  damme ile mebni cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  ظَنُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ  cümlesi  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ  zaiddir. مَح۪يصٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

 

وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  ضَلَّ  fiiline müteallik olan  عَنْهُمْ  car mecruru durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

ضَلَّ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ , nakıs fiil  كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. 

كَانُ ’nin haberi olan  يَدْعُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)

قَبْلُ  cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

Ayetin son cümlesi olan  وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ , atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ  cümlesi  ظَنُّوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا ; nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مِنْ مَح۪يصٍ۟ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir. İstiğrak, yani hiçbir kaçış noktası yoktur manası taşır. Tekid ifade eder. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظَنُّ , iki zıt anlam taşıyan fiillerdendir. Hem “bildi, anladı” hem de “sandı” manasına gelir. Bu cümlede ‘bildi’ anlamındadır.

ظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ  ifadesindeki  ظَنّ  fiili nefy edatından dolayı amel edememiştir ve kesin bilgi manasınadır. (Beyzâvî)

مَح۪يصٍ  kelimesinde şiddetli korku manası da vardır ve aslında geyiğin sığınağı için kullanılır, geyiğin düşmanından kaçarken saklandığı yere  مَح۪يصٍ  denir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.218)

 مَح۪يصٍ  kelimesi  حاصَ يَحِيصُ  fiilinden mimli masdar veya ism-i mekândır. (Âşûr)