Fussilet Sûresi 7. Ayet

اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ  ...

Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkâr ederler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 لَا
3 يُؤْتُونَ vermezler ا ت ي
4 الزَّكَاةَ zekat ز ك و
5 وَهُمْ ve onlar
6 بِالْاخِرَةِ ahireti ا خ ر
7 هُمْ onlar
8 كَافِرُونَ inkar ederler ك ف ر
 

Yukarıdaki tutumu sergileyenleri Kur’an’ın gerçeklerine inandırıp gereğince davranmalarını sağlamak için yapılacak bir şey olmadığına işaret edilmekte; Kur’an’ın Allah kelâmı, dolayısıyla Hz. Muhammed’in de peygamber olduğunu kesinlikle reddeden putperest Araplar’a cevap verilmektedir. Buna göre –yukarıdaki âyetler de dikkate alındığında– Resûlullah’ın onlara şu gerçeği bildirmesi istenmektedir: İnanıp kabul etmenin temel şartı, kulağıyla dinleyip aklıyla değerlendirmektir; bu olmadan inanma gerçekleşmez, inanmayana Hz. Peygamber’in dahi yapabileceği bir şey kalmaz. Çünkü Peygamber bir beşer olup inanmayanları zorla inandıracak bir güce sahip değildir, böyle bir görevi de yoktur. Ona sadece vahiy gelmekte, doğrular ve yanlışlar, iyilikler ve kötülükler hakkında bilgiler verilmekte; muhataplarını Allah’a yönelmeye ve kötülükleri için O’ndan bağış dilemeye davet etmektedir; insanların bunları kabul veya reddetmeleri ise kendi isteklerine ve gereken şartları yerine getirmelerine bağlıdır. Son noktada hidayeti nasip etmek de ondan mahrum bırakmak da Allah’a aittir. İbn Âşûr’a göre burada, “Sen yapacağını yap, biz de yapıyoruz!” diyerek Resûlullah’a meydan okuyan putperestlere karşı, “Ben size karşı ne yapabilirim; ben Allah’ın bir elçisiyim, sizin hesabınızı görecek olan ise Allah’tır” şeklinde dolaylı bir uyarı, ayrıca “İnsandan peygamber mi olurmuş?” şeklindeki itirazlarına da bir cevap vardır (XXIV, 236-237).

Şevkânî’ye göre 6. âyet, Hz. Peygamber’in söylediklerine karşı akıllarının örtülü, kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen inkârcılara, “Bana vahiy gelmesi dışında ben de sizden biriyim; sizden farklı bir türden gelmiyorum (dolayısıyla farklı bir dil konuşmuyorum) ki söylediklerime karşı akıllarınız örtülü, kulaklarınız tıkalı olsun, aramızda beni anlamanızı engelleyen perdeler bulunsun. Sizi akla sığmayan şeylere çağırmıyorum, sadece tevhide davet ediyorum” şeklinde bir cevap anlamı taşımaktadır (IV, 579).

7. âyetin metnindeki “zekât” kelimesini farz olan zekât olarak anlayanlar olmuşsa da (meselâ bk. Taberî, XXIV, 93), müfessirlerin çoğu, zekâtın Medine’de farz kılındığını hatırlatarak Mekke’de inen bu sûrede ondan söz edilmiş olamayacağını belirtirler. Bazı müfessirler, zekât kelimesinin “arınma” anlamına geldiğini dikkate alarak âyetin bu kısmını, “Nefislerini arındırmayanlar” şeklinde açıklamışlar, bu arındırmanın da öncelikle “lâ ilâhe illallâh” diyerek müslüman olmak, böylece şirk ve inkâr kirinden temizlenmekle gerçekleşeceğini ifade etmişlerdir. İbn Atıyye bu hususta şöyle der: “İbn Abbas ve âlimlerin çoğunluğu (cumhur), bu âyetteki zekât kelimesinin ‘lâ ilâhe illallâh’ cümlesini söylemek olduğunu belirtirler... Bu yorum, âyetin Mekke’de indiği, zekâtın ise Medine’de farz kılındığı bilgisine dayanır. Bu durumda âyetteki zekât, kalbin ve bedenin şirk ve günahlardan arındırılmasıdır. Mücâhid ve Rebî bu görüştedirler. Dahhâk ve Mukatil’e göre ise burada zekâtın anlamı, ihtiyaç sahiplerine ibadet maksadıyla malî yardımda bulunmaktır” (V, 5). Bize göre de en isabetli yorum bu sonuncusudur.

Müşriklerin pek çok kötü özellikleri varken âyetin, mal yardımından kaçınmalarını özellikle zikretmesinin sebebini Zemahşerî şöyle açıklar: “Çünkü insanın en çok sevdiği şey malıdır; mal canın yongasıdır. İnsan onu Allah rızası için harcayabiliyorsa bu onun, (inancındaki) kararlılığının, istikamet sahibi oluşunun, iyi niyetinin ve içtenliğinin en güçlü delilidir. Nitekim Allah Teâlâ, ‘Mallarını Allah rızâsını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali, tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir’ (Bakara 2/265) buyurmuştur. Âyette bu kişilerin inançlarında kararlılık gösterdikleri ve bunu mallarını infak ederek kanıtladıkları anlatılmaktadır. Vaktiyle müslüman olmakla birlikte henüz kalpleri İslâm’a ısınmamış olanlardan (müellefe-i kulûb) bir kısmı daha sonra önemsiz maddî menfaatlerle kandırıldılar, böylece dine bağlılıklarını kaybettiler; kezâ Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm’dan dönenler de (ehl-i ridde) önce zekât vermemek için birlik oluşturdular ve bu yüzden onlara karşı savaş açıldı, çarpışıldı. Ayrıca zekât toplamak üzere müslümanlara görevliler gönderildi, zekât vermekten kaçınmaya kalkışanlar şiddetle uyarıldı, öyle ki zekât vermemek müşriklerin özelliklerinden biri olarak kabul edildi (konumuz olan âyette de zekât vermemek) âhireti inkâr etmekle birlikte anıldı” (III, 383).

Kureyş kabilesi hacılara yemek yedirirlerdi; fakat Hz. Muhammed’e inananları bundan mahrum bırakmaya kalkıştılar. Âyetin bu davranışı eleştirdiği de söylenmektedir (Zemahşerî, III, 383; Râzî, XXVII, 99).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 688-690
 

اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ 

 

الَّذ۪ينَ , cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayette geçen  لِلْمُشْرِك۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْتُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْتُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُؤْتُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  كَافِرُونَ ’ye mütealliktir. Munfasıl zamir  هُمْ  birinciyi tekid etmek içindir. 

Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid-  ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مُؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Lafzi Tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. 

2. Manevi Tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Burada lafzi tekid olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَافِرُونَ  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ 

 

Önceki ayetteki  لِلْمُشْرِك۪ينَ  için sıfat olan  اَلَّذ۪ينَ , bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir.

İsm-i mevsûlun sılası olan  لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Onların zekat vermemekle vasıflandırılmaları, zekatı vermemekten sakındırmak ve korkutmak içindir. Nitekim bu vasıf, müşriklerin vasıflarından sayılmış ve ahireti inkâr etmekle beraber zikredilmiştir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ müşriklerin sıfatları arasında ahireti inkâra ilave olarak neden özellikle zekat vermeyi reddetmelerini zikretmiş?” dersen şöyle derim: Çünkü insanın en çok sevdiği şey malıdır ve mal canın yongasıdır. İnsan malını Allah yolunda harcarsa, bu onun sağlamlığının, istikamet üzere oluşunun, halis niyetinin ve kalp temizliğinin en güçlü delili olur. (Keşşâf) 

 

وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 

Ayetin son cümlesi olan  وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ , sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir  هُمْ , hükmü tekid için gelmiştir. (Âşûr) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِالْاٰخِرَةِ ,  önemine binaen amili olan  كَافِرُونَ ’ye, takdim edilmiştir. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid amacıyla tekrarlanan  هُمْ ‘larda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَافِرُونَ , kişinin elinde olan fiillerden yapılan ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada car ve mecrur takdim edilmiştir. Çünkü önemli olan ahirettir, bu ayette de bu kastedilmektedir. İkinci  هُمْ , fasl zamiridir, birincisi mübtedadır, كَافِرُونَ  sözü de haberdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.44, Âşûr)