قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُـكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنَّمَا | elbette |
|
3 | أَنَا | ben |
|
4 | بَشَرٌ | bir insanım |
|
5 | مِثْلُكُمْ | sizin gibi |
|
6 | يُوحَىٰ | vahyediliyor |
|
7 | إِلَيَّ | bana |
|
8 | أَنَّمَا | elbette |
|
9 | إِلَٰهُكُمْ | tanrınızın |
|
10 | إِلَٰهٌ | tanrı olduğu |
|
11 | وَاحِدٌ | bir tek |
|
12 | فَاسْتَقِيمُوا | artık doğrulun |
|
13 | إِلَيْهِ | O’na |
|
14 | وَاسْتَغْفِرُوهُ | ve O’ndan mağfiret dileyin |
|
15 | وَوَيْلٌ | vay haline |
|
16 | لِلْمُشْرِكِينَ | ortak koşanların |
|
Yukarıdaki tutumu sergileyenleri Kur’an’ın gerçeklerine inandırıp gereğince davranmalarını sağlamak için yapılacak bir şey olmadığına işaret edilmekte; Kur’an’ın Allah kelâmı, dolayısıyla Hz. Muhammed’in de peygamber olduğunu kesinlikle reddeden putperest Araplar’a cevap verilmektedir. Buna göre –yukarıdaki âyetler de dikkate alındığında– Resûlullah’ın onlara şu gerçeği bildirmesi istenmektedir: İnanıp kabul etmenin temel şartı, kulağıyla dinleyip aklıyla değerlendirmektir; bu olmadan inanma gerçekleşmez, inanmayana Hz. Peygamber’in dahi yapabileceği bir şey kalmaz. Çünkü Peygamber bir beşer olup inanmayanları zorla inandıracak bir güce sahip değildir, böyle bir görevi de yoktur. Ona sadece vahiy gelmekte, doğrular ve yanlışlar, iyilikler ve kötülükler hakkında bilgiler verilmekte; muhataplarını Allah’a yönelmeye ve kötülükleri için O’ndan bağış dilemeye davet etmektedir; insanların bunları kabul veya reddetmeleri ise kendi isteklerine ve gereken şartları yerine getirmelerine bağlıdır. Son noktada hidayeti nasip etmek de ondan mahrum bırakmak da Allah’a aittir. İbn Âşûr’a göre burada, “Sen yapacağını yap, biz de yapıyoruz!” diyerek Resûlullah’a meydan okuyan putperestlere karşı, “Ben size karşı ne yapabilirim; ben Allah’ın bir elçisiyim, sizin hesabınızı görecek olan ise Allah’tır” şeklinde dolaylı bir uyarı, ayrıca “İnsandan peygamber mi olurmuş?” şeklindeki itirazlarına da bir cevap vardır (XXIV, 236-237).
Şevkânî’ye göre 6. âyet, Hz. Peygamber’in söylediklerine karşı akıllarının örtülü, kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen inkârcılara, “Bana vahiy gelmesi dışında ben de sizden biriyim; sizden farklı bir türden gelmiyorum (dolayısıyla farklı bir dil konuşmuyorum) ki söylediklerime karşı akıllarınız örtülü, kulaklarınız tıkalı olsun, aramızda beni anlamanızı engelleyen perdeler bulunsun. Sizi akla sığmayan şeylere çağırmıyorum, sadece tevhide davet ediyorum” şeklinde bir cevap anlamı taşımaktadır (IV, 579).
7. âyetin metnindeki “zekât” kelimesini farz olan zekât olarak anlayanlar olmuşsa da (meselâ bk. Taberî, XXIV, 93), müfessirlerin çoğu, zekâtın Medine’de farz kılındığını hatırlatarak Mekke’de inen bu sûrede ondan söz edilmiş olamayacağını belirtirler. Bazı müfessirler, zekât kelimesinin “arınma” anlamına geldiğini dikkate alarak âyetin bu kısmını, “Nefislerini arındırmayanlar” şeklinde açıklamışlar, bu arındırmanın da öncelikle “lâ ilâhe illallâh” diyerek müslüman olmak, böylece şirk ve inkâr kirinden temizlenmekle gerçekleşeceğini ifade etmişlerdir. İbn Atıyye bu hususta şöyle der: “İbn Abbas ve âlimlerin çoğunluğu (cumhur), bu âyetteki zekât kelimesinin ‘lâ ilâhe illallâh’ cümlesini söylemek olduğunu belirtirler... Bu yorum, âyetin Mekke’de indiği, zekâtın ise Medine’de farz kılındığı bilgisine dayanır. Bu durumda âyetteki zekât, kalbin ve bedenin şirk ve günahlardan arındırılmasıdır. Mücâhid ve Rebî bu görüştedirler. Dahhâk ve Mukatil’e göre ise burada zekâtın anlamı, ihtiyaç sahiplerine ibadet maksadıyla malî yardımda bulunmaktır” (V, 5). Bize göre de en isabetli yorum bu sonuncusudur.
Müşriklerin pek çok kötü özellikleri varken âyetin, mal yardımından kaçınmalarını özellikle zikretmesinin sebebini Zemahşerî şöyle açıklar: “Çünkü insanın en çok sevdiği şey malıdır; mal canın yongasıdır. İnsan onu Allah rızası için harcayabiliyorsa bu onun, (inancındaki) kararlılığının, istikamet sahibi oluşunun, iyi niyetinin ve içtenliğinin en güçlü delilidir. Nitekim Allah Teâlâ, ‘Mallarını Allah rızâsını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali, tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir’ (Bakara 2/265) buyurmuştur. Âyette bu kişilerin inançlarında kararlılık gösterdikleri ve bunu mallarını infak ederek kanıtladıkları anlatılmaktadır. Vaktiyle müslüman olmakla birlikte henüz kalpleri İslâm’a ısınmamış olanlardan (müellefe-i kulûb) bir kısmı daha sonra önemsiz maddî menfaatlerle kandırıldılar, böylece dine bağlılıklarını kaybettiler; kezâ Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm’dan dönenler de (ehl-i ridde) önce zekât vermemek için birlik oluşturdular ve bu yüzden onlara karşı savaş açıldı, çarpışıldı. Ayrıca zekât toplamak üzere müslümanlara görevliler gönderildi, zekât vermekten kaçınmaya kalkışanlar şiddetle uyarıldı, öyle ki zekât vermemek müşriklerin özelliklerinden biri olarak kabul edildi (konumuz olan âyette de zekât vermemek) âhireti inkâr etmekle birlikte anıldı” (III, 383).
Kureyş kabilesi hacılara yemek yedirirlerdi; fakat Hz. Muhammed’e inananları bundan mahrum bırakmaya kalkıştılar. Âyetin bu davranışı eleştirdiği de söylenmektedir (Zemahşerî, III, 383; Râzî, XXVII, 99).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 688-690
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُـكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Mütekellim zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. بَشَرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مِثْلُكُمْ kelimesi بَشَرٌ ‘un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُوحٰٓى اِلَيَّ cümlesi mübteda بَشَرٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. يُوحٰٓى elif üzere damme ile merfû, meçhul muzari fiildir.
اَنَّـمَٓا ve masdar-ı müevvel naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيَّ car mecruru يُوحٰٓى fiiline mütealliktir.
اَنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. اِلٰهُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰهٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.
يوحى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi وحى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَق۪يمُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru اسْتَق۪يمُوا fiiline mütealliktir. وَ atıf harfidir.
اسْتَغْفِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَقَامُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi قوم ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. وَيْلٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
لِلْمُشْرِك۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. لِلْمُشْرِك۪ينَ ‘nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
لِلْمُشْرِك۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُـكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle اِنَّـمَٓا kasr edatıyla tekid edilmiştir. اَنَا۬ mübteda, بَشَرٌ haberdir. مِثْلُكُمْ izafeti بَشَرٌ kelimesinin sıfatıdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. اَنَا۬ maksûr/mevsûf, بَشَرٌ maksurun aleyh/sıfattır. Ben sadece sizin gibi bir beşerim anlamındadır.
إنَّما أنا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ şeklindeki hasr, kasr-ı izafîdir. Yani “Ben sadece insanların kalplerindekine göre hareket etmeyen bir beşerim” demektir. (Âşûr)
Bu ayette de murad اَنَا۬ ile kastedilen Resul’ün, cümlenin kalan kısmına tahsis edilmesidir. Yani; onlar gibi beşer olmasına rağmen ona, ilâhlarının tek bir ilâh olduğunun vahyedildiğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُوحٰٓى اِلَيَّ cümlesi بَشَرٌ için ikinci sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygası cümleye teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.
يُوحٰٓى fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kasr edatı اَنَّـمَٓا ’nın dahil olduğu اَنَّـمَٓا اِلٰهُـكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ cümlesi, masdar teviliyle يُوحٰٓى fiilinin naib-i failidir. Mübteda ve haberden müteşekkil masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ için sıfattır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّـمَٓا , kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا i kâffeden kasıt ise, إِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması kısa yoldan izah içindir. وَاحِدٌ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
Zemahşerî, Beyzâvî gibi bazı alimlere göre اَنَّـمَٓا da اِنًَـمَٓا gibi kasr ifade eder. Çünkü onun benzeridir.
اَنَّـمَٓا daki مَا harfi, tekid için gelmiş zâid bir harftir. Bu ayetten maksat bana vahyedileni, ‘sizin ilâhınız sadece tek bir ilâhtır’ manasına tahsis etmektir. Mana da şöyledir: İlâhi emirde bana emredilen şey; O’nun vahdaniyetinden başka birşey değildir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ onların şüphelerini nakledince, Hz Muhammed (sav)'e, onların bu şüphelerine karşı, "Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana şu vahyolunuyor" demesini emretmiştir. Hz Peygamber (sav) sanki şöyle demekle emrolunmuştur: "Ben sizi zorla imana sevk edecek değilim, böyle bir gücüm yok. Çünkü ben de sizin gibi bir beşerim. Benim ile sizin aranızdaki fark, Allah'ın bana vahyedip size vahyetmemiş olmasıdır. Ben sadece bu vahyi size tebliğ ediyorum. Bundan sonra eğer Allah size tevhit ve muvaffakiyet nasip etmiş, sizi bununla şereflendirmek istemiş ise, onu kabul edersiniz. Yok eğer sizi bundan mahrum edip, kendi başınıza bırakmak istemişse, bunu kabul etmezsiniz. Bunun, benim peygamberliğimle ve görevimle bir ilgisi yoktur." (Fahreddin er-Râzî)
فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ
Cümle atıf harfi فَ ile قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki اِلَيْ harf-i ceri (Onun için) لِ manasınadır ve ayet, "Onun için dosdoğru olun" demektir. Harf-i cerler birbirlerinin yerini tutabilirler. Tazmin sanatı vardır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَاسْتَغْفِرُوهُ cümlesi makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلٰهٌ ’nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şeriatte bulunan her şeyi vahdaniyet, istikamet ve istiğfar şeklindeki üç hakikate bağlamak mümkündür. Buradaki فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ sözündeki harf-i cer, istikamet kelimesine yönelmek, teveccüh manasını kazandırmak için lâm harfinden bedel olarak gelmiştir. Yani, istikamet üzere olma emriyle tevhit kelimesi olan لا إله إلّا الله sözü kastedilmiştir. Bu söz, Peygamber Efendimiz’in (sav) ve ondan önceki peygamberlerin söylediği en faziletli kelimedir ki aynı zamanda da takva kelimesidir. لا إله إلّا الله diyen kişinin artık başka birine yönelmesi yakışık almaz, bu kişi sadece Allah'a (cc) yönelir. Bu sözü söyleyen kişinin gerek ilim gerekse amel bakımından bütün hareket ve davranışlarında gözünün önünde Allah olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.45)
İnanç hususunda, baş ve temel olan, Allah'ın birliğine imandır. Allah Teâlâ bu imanı emredince, ikinci temel taş olan amele (ibadete) geçmiştir. Bunda da başı çeken, istiğfardır. İşte bundan ötürü, "O’ndan mağfiret isteyin" buyurmuştur. Bu ayette geçen istiğfar ile, küfürden ötürü yapılan istiğfar kastedilmemiştir. Aksine bununla, önce bir işin yapılması, sonra da yapılan o işte kusur olduğu endişesi duyularak, bundan dolayı istiğfarda bulunma kastedilmiştir. Nitekim Hz Peygamber (sav), "Şüphesiz benim kalbim de bulanır ve ben her gece ve gündüz Allah'a yetmiş kez istiğfar ederim" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur. لِلْمُشْرِك۪ينَ bu mahzuf habere mütealliktir.
وَيْلٌ mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.
Müsnedün ileyh olan وَيْلٌ kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.
Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
لِلْمُشْرِك۪ينَۙ , kişinin elinde olan fiillerden yapılan ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيْلٌ cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir. وَيْلٌ , kafirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira و - يْ - لٌ harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Bakara/79)