اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ
Kitab kelimesiyle peygamberlere indirilen ilâhî mesajlar bütününün (İbn Atıyye, V, 31; Zemahşerî, III, 401) veya Kur’an-ı Kerîm’in (Taberî, XXV, 20) kastedildiği yorumları yapılmıştır; Hadîd sûresinin 25. âyeti birinci yorumu teyit etmektedir.
“Ölçü ve denge” diye tercüme edilen kelimenin âyetteki karşılığı mîzândır. Bu kelime birçok âyette “tartı” anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda ise müfessirlerin çoğunluğu tarafından “adalet” mânasında anlaşılmıştır. Bazı müfessirler bu kelime için, “ilâhî kitaplarda insanın yapması gerekenlerle ilgili olarak açıklananlar yani davranış ölçüleri”, bazıları da “kulluk çağrısına uymanın ödüllendirilmesi ve Allah’a başkaldırmanın cezalandırılması” yorumunu yapmışlardır (Şevkânî, IV, 608). Âyetin bağlamı ve konuya ilişkin başka âyetler ışığında bu kelime “ölçü, denge, denge kanunu, iyiyi kötüden doğruyu eğriden ayırt etme yeteneği, davranışları değerlendirme kriteri, adalet duygusu” gibi mânalarla da açıklanabilir. Adaleti gerçekleştirme, düzgün biçimde ölçmek ve değerlendirmekle mümkün olduğuna göre, bunu sağlamak için maddî varlıklarda tartı âletine, mânevî konularda ise akıl ve ruhun belli donanımlarına, varlık ve olaylar arasında gerekli dengeyi kuracak muhakeme gücüne ihtiyaç vardır (İbn Atıyye, V, 31; “adalet” hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/58, 135; A‘râf 7/159, 181; Nahl 16/90).
Yüce Allah’ın kitabı indirmesi, ölçü ve dengeyi var etmesinden bahsedilmesinin âyetin sonundaki şu cümleye fikrî hazırlık amacı taşıdığı anlaşılmaktadır: “Kıyamet vakti belki de çok yakın!” Buna göre âyetin anlamı şu olmaktadır: Evreni yaratan, ilâhî bildirimlerde bulunan, ölçü ve dengeyi var eden yüce yaratıcının böylesine bir düzeni gayesiz, boş yere kurmuş olması düşünülemez; bilinmeli ki bu dünyada yapılıp edilenlerin ölçülüp değerlendirileceği ve sonuçlarının görüleceği bir gün mutlaka gelecektir. Birçok âyet bu yorumu desteklemektedir. Zemahşerî ise âyetin başı ve sonu arasındaki bağı şöyle açıklar: Kıyamet, öldükten sonra dirilmek, hesap gününün gelmesi ve adaletin icrası için tartıların işletilmesi demektir; şu halde âyette âdeta “Allah size, hesaba çekileceğiniz, amellerinizin tartılıp herkese hak ettiğinin verileceği gün gelmeden önce adalet ve eşitlikle muamele etmenizi ve dinlerin gereklerine uymanızı buyurdu” denmektedir (III, 401). “Nereden bileceksin?” anlamındaki ifade muayyen bir kişiye hitap olmayıp âyetin bütün muhataplarını kıyamet gerçeği üzerinde düşünmeye çağırmaktadır (İbn Âşûr, XXV, 68-69).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 741-742اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ الْكِتَابَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِالْحَقِّ car mecruru الْكِتَابَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. الْم۪يزَانَۜ atıf harfi و ‘la الْكِتَابَ ‘ye matuftur.
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstifham ismi مَا mübteda olarak mahallen merfûdur. يُدْر۪يكَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُدْر۪يكَ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَعَلَّ السَّاعَةَ cümlesi يُدْر۪يكَ ’nin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
السَّاعَةَ kelimesi لَعَلَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. قَر۪يبٌ kelimesi لَعَلَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
يُدْر۪يكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi درى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned konumundaki has ism-i mevsûlün sılası olan اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir.
İsm-i celâlden, ism-i mevsûlle haber verilmesi, sıladaki kitap ve mizan indirme manası dolayısıyladır. İsm-i mevsûlde gelecek olan habere ima vardır. Haber, hak ve adalettir.
(Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْكِتَابَ ’deki marifelik cins içindir. بِالْحَقِّ ‘deki بِ harf-i ceri ise mülâbese içindir. (Âşûr)
الْحَقِّ - الْم۪يزَانَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَنْزَلَ fiilinin karinesiyle, adalet ve doğruluk anlamında gelen الْم۪يزَانَۜ , (Âşûr) mef’ûl olan الْكِتَابَ ‘ye matuftur.
بِالحَقِّ ifadesindeki بِ harfi mülâbese içindir. Yani kitapları batıldan uzak bir şekilde hak ile indirdi demektir. المِيزانُ kelimesi burada أنْزَلَ fiilinin karinesiyle adalet ve hidayet manasında müsteardır. Çünkü indirilen şey dindir ve din; din hakkında yapılan tartışmalarda ve hakların verilmesinde adaleti emreder. Adalet iki kefesinin eşitliği istenen teraziye benzetilmiştir. (Âşûr)
وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ
İstînâf cümlesine matuf bu cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tenbih ve uyarma manası taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Haber manalı olması atfı mümkün kılmıştır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
مَا istifham harfi mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَعَلَّ ’nin dahil olduğu لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. يُدْر۪يكَ fiilinin ikinci mef'ûlü olarak mahallen mansubdur.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. إِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için şeklinde tercüme edilir. Bu nedenle cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
السَّاعَةَ , kıyametten kinayedir.
قَر۪يبٌ kelimesi, vakit veya gelmek manasına işaret etmek üzere müzekker olarak gelmiştir. Yani ‘’belki de onun vakti yakındır ya da o vaktin gelişi yakındır’’ manasını taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130)
Bu cümle her ne kadar Peygamber Efendimize (sav) hitap etse de onun arkasından gelen ve hitap edilecek mevkide olan herkese yöneliktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.129)
Kur’an’da geçen her مَا اَدْرَاكَ sözünden sonra bahsedilen şey açıklanmıştır.
Ancak وَمَا يُدْر۪يكَ şeklindeki ifadelerde arkadan bir açıklama gelmemiştir; وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ şeklindeki bu ayette olduğu gibi. Tâhir bunun belki de bu kullanım sıygalarına mahsus bir şey olduğunu, bu konuda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Belki de Şeyh Tâhir mazi fiille kullanımda konunun açıklanmasını ve muzari fiilden sonra ise konunun açıklanmaması hususunu araştırmayı kastetmiştir. Ben bu konuda Şeyh'in tavsiye ettiği gibi düşündüm ve bulabildiğim tek şey şu oldu: Mazi fiil geçmişte olan bir şeyi ifade eder, dolayısıyla bilinmesi gereken yerlerde kullanılır. “Onu sana ne bildirdi?” sorusu, onu sana bildiren şey hakkında değildir. Sual geçmiş hakkındadır. Yani bu olayın üzerinden zaman geçti, ama sen bilmediğin için biz şimdi sana bunu bildiriyoruz dercesine arkadan açıklama gelmiştir. Halbuki muzari fiille olan soru bu manada değildir. Çünkü muzari ya hale ya da geleceğe delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130 ve Âşûr)