Zuhruf Sûresi 29. Ayet

بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ  ...

Doğrusu onları (Mekke müşriklerini) ve atalarını kendilerine hak olan Kur’an ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (dünya nimetlerinden) yararlandırırım.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ doğrusu
2 مَتَّعْتُ yaşattım م ت ع
3 هَٰؤُلَاءِ bunları
4 وَابَاءَهُمْ ve babalarını ا ب و
5 حَتَّىٰ dek
6 جَاءَهُمُ kendilerine gelinceye ج ي ا
7 الْحَقُّ gerçek söz ح ق ق
8 وَرَسُولٌ ve elçi ر س ل
9 مُبِينٌ açıklayan ب ي ن
 

Önceki âyetlerde Hz. İbrâhim ve ümmeti örnek gösterilerek peygamberlerin yürüttüğü tevhit mücadelesi hatırlatılmıştı. Tarih boyunca bu mücadele karşısında iki tavır oluştu: İman ve inkâr. Allah dünyada takdir ettiği imtihanı gerçekleştirmek için her iki tavır erbabına da dünya nimetlerini lutfetti, onlara yaşama imkânı verdi, nesiller birbirini takip etti ve nihayet sıra Hz. Muhammed ve ümmetine geldi. O, ilâhî mesajı kavmine tebliğ edince inanmayanlar, kendi değerler kültürüne uygun bir tepki gösterdiler. Onlara göre değerli olan soy sop, zenginlik, iktidar, sosyal itibar gibi maddî, dünya ile ilgili ve tabii olarak geçici şeylerdi; insanları ancak bu değerler büyük kılardı. Peygamberlik değerli bir şey idiyse Muhammed’e değil, kendilerine göre Mekke ve Tâif’in büyüklerinden birine gelmeliydi. Bu mantığa Kur’an’ın verdiği cevap aynı zamanda İslâm’ın hedeflediği sosyal ve ahlâkî değişimin nirengi noktalarına ışık tutmaktadır: Allah maddî, dünyada geçerli olan ve orada kalan nimeti, imtihan gereği herkese verir; peygamberlik gibi, Allah nezdinde değerli ve bu yüzden rahmet olan mânevî nimetini ise herkese değil, üstün meziyetleri sebebiyle seçtiğine verir ve bu rahmet (nimet) onların değer verdiği asaletten, servetten, iktidardan çok daha iyidir, hayırlıdır, insanlar için kurtuluş ve mutluluk vesilesidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 773-774
 

بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ

 

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Fiil cümlesidir. مَتَّعْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. İşaret zamiri  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اٰبَٓاءَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matufur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  جَٓاءَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مَتَّعْتُ  fiiline mütealliktir.

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada harfi cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْحَقُّ  fail olup lafzen merfûdur. 

رَسُولٌ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مُب۪ينٌ  kelimesi  رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَتَّعْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  بَلْ , idrâb harfidir. İntikal ifade eder. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اٰبَٓاءَهُمْ , mef’ûl konumundaki ism-i işarete tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ’nın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ  cümlesi, mecrur mahalde,  حَتّٰى  ile birlikte  مَتَّعْتُ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَسُولٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُب۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olup mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Hz. Muhammed’den kinaye olan  رَسُولٌ  kelimesinin nekreliği tazim ifade eder.   

الْحَقُّ  kelimesinin başındaki tarif bu hakkın bilinen, meşhur bir gerçek olduğunu ifade eder. Üstelik her çeşit hakkı kapsar. Kim bu hakkı saf, yüce, hiçbir şeyle kirletmemiş şekliyle tanımak ve onu hakiki, yüce haliyle tasavvur etmek isterse, Peygamberimize (sav) gelen bu hakka bakmalıdır, ki o Azîz Kitaptır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.142)

الْحَقُّ  ile kastedilen Kur’an’dır. (Âşûr)