وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ
Önceki âyetlerde Hz. İbrâhim ve ümmeti örnek gösterilerek peygamberlerin yürüttüğü tevhit mücadelesi hatırlatılmıştı. Tarih boyunca bu mücadele karşısında iki tavır oluştu: İman ve inkâr. Allah dünyada takdir ettiği imtihanı gerçekleştirmek için her iki tavır erbabına da dünya nimetlerini lutfetti, onlara yaşama imkânı verdi, nesiller birbirini takip etti ve nihayet sıra Hz. Muhammed ve ümmetine geldi. O, ilâhî mesajı kavmine tebliğ edince inanmayanlar, kendi değerler kültürüne uygun bir tepki gösterdiler. Onlara göre değerli olan soy sop, zenginlik, iktidar, sosyal itibar gibi maddî, dünya ile ilgili ve tabii olarak geçici şeylerdi; insanları ancak bu değerler büyük kılardı. Peygamberlik değerli bir şey idiyse Muhammed’e değil, kendilerine göre Mekke ve Tâif’in büyüklerinden birine gelmeliydi. Bu mantığa Kur’an’ın verdiği cevap aynı zamanda İslâm’ın hedeflediği sosyal ve ahlâkî değişimin nirengi noktalarına ışık tutmaktadır: Allah maddî, dünyada geçerli olan ve orada kalan nimeti, imtihan gereği herkese verir; peygamberlik gibi, Allah nezdinde değerli ve bu yüzden rahmet olan mânevî nimetini ise herkese değil, üstün meziyetleri sebebiyle seçtiğine verir ve bu rahmet (nimet) onların değer verdiği asaletten, servetten, iktidardan çok daha iyidir, hayırlıdır, insanlar için kurtuluş ve mutluluk vesilesidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 773-774
وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ fail olup lafzen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ cümlesi şartın cevabıdır. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli هٰذَا سِحْرٌ ‘dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret zamiri هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. سِحْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la هٰذَا سِحْرٌ ‘a matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِه۪ car mecruru كَافِرُونَ ‘ye mütealliktir. كَافِرُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi olan كفر fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ
Ayet önceki ayetteki … بَلْ مَتَّعْتُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لَمَّا , kelimesi حين manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ şeklindeki şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا سِحْرٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَا mübteda, سِحْرٌ haberdir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekmek ve mütekellimin tahkir amacına matuftur.
Sözlerinin başında gelen işaret ismi, bu haberin ve haberin mübtedaya isnadının önemine delalet eder. Çünkü ism-i işaret ile muşârun ileyh en kâmil şekilde temyiz edilir ve bu kadar açık bir temyizden sonra gelen haber de bu haberin önemine delalet eder. Ayrıca bu önemli haber müphem, gizemli bir lafızla gelmiştir, ki insanların dilinde çokça kullanılmakla beraber belirsiz ve esrarengiz bir sözdür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.143)
وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ
Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Car mecrur بِه۪ , amili olan كَافِرُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. إِنَّ ’nin haberi olan كَافِرُونَ ‘nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Görüldüğü gibi bu cümle, tekid harfi, isim cümlesi ve car mecrurun takdimi ile tekid edilmiştir. Bütün bu tekidler onların küfrettikleri şeyle alakalıdır. Aslında onların küfrü bilinen bir şeydi, dolayısıyla da tekide gerek yoktu. Sanki onlar Kur’an'ı işitir işitmez tehlikesini, nefislerine işleyecek olan kudretini, içine ısrarlı küfürlerinin yerleştiği kalelerini, kalplerini her yönden saran kılıfları istila etme ve kulaklarında olduğunu farz ettikleri ağırlıkları (tıkaçları) parçalama kudretini hissettiler. İşte bütün bu büyük tehlikeleri hissettiler ama onları korundukları mekandan çıkaran bu tehlike geldi ve bunun için de küfürlerini tekidle ifade ettiler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.144)