Zuhruf Sûresi 31. Ayet

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ  ...

“Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 لَوْلَا değil miydi?
3 نُزِّلَ indirilmeli ن ز ل
4 هَٰذَا bu
5 الْقُرْانُ Kur’an ق ر ا
6 عَلَىٰ
7 رَجُلٍ bir adama ر ج ل
8 مِنَ -ten
9 الْقَرْيَتَيْنِ iki kent- ق ر ي
10 عَظِيمٍ büyük ع ظ م
 

Önceki âyetlerde Hz. İbrâhim ve ümmeti örnek gösterilerek peygamberlerin yürüttüğü tevhit mücadelesi hatırlatılmıştı. Tarih boyunca bu mücadele karşısında iki tavır oluştu: İman ve inkâr. Allah dünyada takdir ettiği imtihanı gerçekleştirmek için her iki tavır erbabına da dünya nimetlerini lutfetti, onlara yaşama imkânı verdi, nesiller birbirini takip etti ve nihayet sıra Hz. Muhammed ve ümmetine geldi. O, ilâhî mesajı kavmine tebliğ edince inanmayanlar, kendi değerler kültürüne uygun bir tepki gösterdiler. Onlara göre değerli olan soy sop, zenginlik, iktidar, sosyal itibar gibi maddî, dünya ile ilgili ve tabii olarak geçici şeylerdi; insanları ancak bu değerler büyük kılardı. Peygamberlik değerli bir şey idiyse Muhammed’e değil, kendilerine göre Mekke ve Tâif’in büyüklerinden birine gelmeliydi. Bu mantığa Kur’an’ın verdiği cevap aynı zamanda İslâm’ın hedeflediği sosyal ve ahlâkî değişimin nirengi noktalarına ışık tutmaktadır: Allah maddî, dünyada geçerli olan ve orada kalan nimeti, imtihan gereği herkese verir; peygamberlik gibi, Allah nezdinde değerli ve bu yüzden rahmet olan mânevî nimetini ise herkese değil, üstün meziyetleri sebebiyle seçtiğine verir ve bu rahmet (nimet) onların değer verdiği asaletten, servetten, iktidardan çok daha iyidir, hayırlıdır, insanlar için kurtuluş ve mutluluk vesilesidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 773-774
 

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  قَالُوا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  لَوْلَا نُزِّلَ ‘dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani ‘değil mi?’ manasındadır.(Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

نُزِّلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. İşaret zamiri  هٰذَا  naib-i fail olup,mahallen merfûdur.  الْقُرْاٰنُ  kelimesi  هٰذَا ‘dan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada ism-i işaretten sonra gelen camid isim atf-ı beyandır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَلٰى رَجُلٍ  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline mütealliktir. مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ  car mecruru  رَجُلٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من إحدى القريتين (İki şehirden biri) şeklindedir. 

عَظ۪يمٍ kelimesi  رَجُلٍ ‘in ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نُزِّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki … قَالُوا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ  cümlesi, tahdid harfi  لَوْلَٓا ’nın dahil olduğu müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

لَوْلاَ  ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَوْلَا  kelimesinde şart manası vardır. (Arap Dilinde Edatlar /Hasan Akdağ)

Aslında  لَوْلَا  tahdid harfidir. Burada mülazeme alakası sebebiyle mecaz-ı mürsel yoluyla onun elçiliğini hükümsüz kılma anlamında gelmiştir. (Âşûr)

نُزِّلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الْقُرْاٰنِ ’ın  هٰذَا  ile işaret edilmesi dikkatleri toplamak içindir. الْقُرْاٰنُ  kelimesi, هٰذَا ’dan bedel veya atf-ı beyandır. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَلٰى رَجُلٍ  car mecruru نُزِّلَ  fiiline,  مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ  car mecruru ise  رَجُلٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

عَظ۪يمٍ  kelimesi  رَجُلٍ  kelimesinin ikinci sıfatı olarak gelmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَظ۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İnkârcıların Kur’an’ı  هٰذَا  ile işaret etmeleri onların tahkir duygularını ifade etmektedir.

الْقَرْيَتَيْنِ  kelimesindeki marifelik ahd içindir.(Âşûr)

رَجُلٍ ’deki tenvin ise herhangi bir anlamındadır ve tazim ifade eder.

Ayette geçen  عَظ۪يمٍ  kelimesinden kasıt, servet sahibi olmaktır. Yani, عَظ۪يمٍ  kelimesiyle nesebin asaletini kastetmemişlerdir. Onların içinde soyu Peygamber Efendimiz'den (sav) daha köklü olan veya yaratılışı o'ndan daha üstün, daha cömert, daha güvenilir, daha doğru sözlü, lehçesi ondan daha doğru olan, kalbi ondan daha cesur olan, aklı ondan daha sağlam çalışanı yoktu. Herkes bunu biliyor, kabul ediyordu ve bu onun peygamber olarak gönderilmesinden önce bilinen şeylerdi. Bu cümle onların sözleri arasında gerçeğe en uzak olanıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.149)

Ayette sözü edilen iki şehirden murat Mekke ile Taif şehirleridir. Mekke'nin büyüğünden, ileri geleninden kasıt Velid b. Muğire'dir. Taif'in ileri gelen büyüğünden kasıt da Urve b. Mesud es-Sakafî'dir. Burada ileri gelen büyük kimseyle demek istedikleri kişi de mal, varlık ve mevkice toplum arasında ileri gelen olarak kabul görenlerdir. Halbuki asıl büyük olan kimsenin Allah katında büyük olan kişi olduğunu bilmiyorlardı. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Onlar bu ağır sözü, onun Kur'an oluşunu itiraf ettikten sonra adı geçen liderlerine değil de Peygamber Efendimize indirilmesini çekemediklerinden söylemediler. Aksine onun Kur'an olmadığını vurgulamak için söylediler. Onlara göre, eğer Kur'an olsaydı bu iki adamdan birine inmesi gerekirdi. (Ruhu’l Beyan)