وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاسْأَلْ | ve sor |
|
2 | مَنْ | kimseye |
|
3 | أَرْسَلْنَا | gönderdiğimiz |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | رُسُلِنَا | elçilerimiz- |
|
8 | أَجَعَلْنَا | yapmış mıyız? |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | دُونِ | başka |
|
11 | الرَّحْمَٰنِ | Rahman’dan |
|
12 | الِهَةً | tanrılar |
|
13 | يُعْبَدُونَ | tapılacak |
|
Hz. Peygamber’in daveti ve tevhid mücadelesi anlatılırken yeri geldikçe geçmiş tecrübelere temas edilmektedir. Buradaki örnek Hz. Mûsâ ile Mısır’ın tanrı kralı Firavun ve tebaası arasında geçen olaylar, tartışmalar ve alınan ibretlik sonuçlardır.
Bu âyetlerde iki nokta dikkat çekmektedir: 1. İnkârcıların bilinçlerinin derinliklerinde bir Allah inancı vardır, çeşitli telkinler ve dünyanın çekici menfaatleri bu temel duyguyu köreltmiş veya üstünü küllerle örtmüştür. Allah yine rahmetinin eseri olarak inkârcıları bazı felâketlerle uyarınca bu temel duygu ve inanç açığa çıkmakta, ona sığınılmakta, sıkıntı geçince yine inkâra dönülmektedir. 2. Tevhid inancı bütün peygamberlerin ortak tebliğleri ve inanç ilkeleridir. Kendilerine kitap gönderilmiş topluluklara sorulduğunda veya eski kitapların kalıntıları okunduğunda anlaşılmaktadır ki, Allah hiçbir zaman kendisi dışında bir varlığa kulluk edilmesine izin vermemiştir. Hz. Mûsâ’nın mücadelesi de bunun bir kanıtıdır.
54. âyette “halkının aklını çeldi” şeklinde çevirdiğimiz cümle, yöneten ve yönetilen ilişkisi bakımından çok önemlidir. Kelimenin aslı, Türkçe’de de kullanılan istihfâf kökündendir. Bu kelime Arapça’da “acele ettirdi, aldattı, bilgisizliklerinden yararlandı, onları bilgisizlikleri ve güçsüzlükleri yüzünden hafife aldı, istediği gibi yönlendirdi” mânalarını ifade etmektedir. Totaliter yönetimlerde yöneticilerin istemediği şey, halkın bilgilenmesi, doğruyu öğrenmesi, örgütlenerek hakkını talep edecek kadar güçlenmesidir. Firavun da aynı yola başvurmuş, Hz. Mûsâ’nın gerçeğe ve tevhide yönelik davetini sabote etmiş, halkın sağlıklı düşünmesini engellemiş, geleneklerden ve gözler önündeki alâyişten yararlanarak toplumu âdeta büyülemiş ve saltanatını devam ettirmenin yolunu bulmuştur. Ancak, şairin dediği gibi, “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!”
Abede عبد :
Ubûdiyyet عُبُودِيَّة, tezellül göstermek ve boyun eğmek demektir. İbadet عِبادَة sözcüğü ise bundan daha mübalağalıdır. Zira bu tezellülün nihâi noktasıdır. İbadet edilmeyi de sadece en büyük lütuf sahibi hak eder ki, O da Yüce Allah'dır.
İbadet iki kısma ayrılır: 1- Teshir: Yüce Yaratıcının belirli bir amaç ya da amaçlar doğrultusunda zorla boyun eğdirip sevk etmesi yoluyla gerçekleşen ibadettir. 2- İhtiyari olarak/isteyerek yapılan ibadettir. Akıl sahipleri tarafından gerçekleştirilir.
Kul/köle anlamına gelen abd عَبْدٌ kelimesi dört şekilde kullanılır:
1- Şeriatın hükmüne göre abd olan.
2- Yaratılış itibarıyla abd olan.
3- İbadet ve hizmet ile abd olan ki insanlar bu konuda ikiye ayrılır: a- Allah'a samimi bir şekilde kul olan. b- Dünya ve dünya malına kul olan.
Köle manasındaki عَبْدٌ'ın çoğulu عَبِيد şeklinde gelir.
İbadet eden anlamındaki عَبْدٌ 'ın çoğulu ise عِباد olarak gelir.
عَبِيد formu Allah'a izafe edildiğinde عِباد formundan daha geniş/genel manalı olur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 275 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri abd, âbid, ibadet, mâbud, mâbed, ubudiyet ve âbidedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سْـَٔلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكَ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ رُسُلِنَا car mecruru temyiz veya aid zamirinden haldir. اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟
Hemze istifham harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰلِهَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُعْبَدُونَ۟ fiili اٰلِهَةً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ
Ayet, atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
اَرْسَلْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اَرْسَلْنَا (gönderdik) - رُسُلِنَا (elçilerimiz) kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رُسُلِنَا izafeti, azamet zamirine muzâf olan رُسُلِ için tazim ve teşrif ifade eder. مِنْ ‘lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Zemahşerî bu ayetin tefsirinde, sormanın, bizzat peygamberlere sormak değil onların dinlerine bakıp araştırmak anlamına geldiğini ve burada mecâz olduğunu belirtir. Müfessir Resulullah'ın (sav) gerçek anlamda diğer peygamberlere tevhit konusunda soru sormasının tutarlı (sahih) olamayacağını öncelikli görüş olarak naklettikten sonra diğer görüşleri temriz sıygasıyla vermeyi de ihmal etmez. Buna göre, Peygamber Efendimize İsrâ gecesi bu soruyu sorması teklif edilmiş fakat kendisinde böyle bir şüphe olmadığı için sormamıştır. Diğer bir ihtimal olarak ise Ferrâ’nın ifade ettiği gibi din sahiplerine sormak şeklinde anlaşılabilir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
وَسْـَٔلْ ve رُسُلِ ifadesinde istiare vardır. Çünkü zamanları ve çağları geçmiş olan peygamberlere soru sorulması mümkün değildir. Allah alem, bununla (senden önce gönderdiğimiz peygamberlerin ashabına sor, onların kitaplarında yer alan bilgileri edin. Onların şeriatlarının hakikatlerini öğren) demek isteniyor. Bu وَسْـَٔلْ قَرْيَةِ (memlekete sor) (Yusuf/ 82) örneği gibi hazif mecazıdır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Hemze istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp istihza anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَجَعَلْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ car mecruru جَعَلْنَا fiiline mütealliktir. اٰلِهَةً mef’ûldur.
يُعْبَدُونَ۟ fiili اٰلِهَةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ izafeti, kısa yoldan çok anlam ifade etmiştir.
Zamir yerine الرَّحْمٰنِ isminin zahir olarak zikredilmesi, bu sıfata dikkat çekmek amacıyla yapılan iltifat ve ıtnâb sanatıdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَّحْمٰنِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الرَّحْمٰنِ - اٰلِهَةً - يُعْبَدُونَ۟ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَرْسَلْنَا - جَعَلْنَا - الرَّحْمٰنِ kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bundan maksat peygamberlerin icmaı ile tevhide delil getirmedir. Ki bununla hem o icma haber verilmiş, hem desteklenmesi için araştırılması emredilmiştir. Yani haberin olsun ki peygamberlerin hepsi Allah'tan başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği içindedirler. Hiçbirisi müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir. İsterse ümmetlerinin mümin bilginlerinden, eserlerinden ve ruhlarından sor, veya içtihat ile inceleyip delil getir. İbni Abbas'tan Ata şöyle rivayet etmiştir ki: Resulullah Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü zaman yüce Allah bütün peygamberleri diriltti, Cebrail ezan okudu, kamet getirdi. Ya Muhammed, geç öne bunlara namaz kıldır dedi. Resulullah (sav) namazı bitirdikten sonra Cebrail Ya Muhammed dedi, ["Senden önce gönderdiklerimize sor, resullerimizden. Biz Rahmân'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?"] (Zuhruf, 43/45) dedi. Resulullah (sav) da sormam, çünkü şüphe etmiyorum, buyurdu. (Elmalılı)