12 Ocak 2026
Zuhruf Sûresi 34-47 (491. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zuhruf Sûresi 34. Ayet

وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَاباً وَسُرُراً عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ  ...


34-35. Ayetler Meal  :   
Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِبُيُوتِهِمْ ve evlerine ب ي ت
2 أَبْوَابًا kapılar ب و ب
3 وَسُرُرًا ve koltuklar س ر ر
4 عَلَيْهَا üzerine
5 يَتَّكِئُونَ yaslanacakları و ك ا

وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَاباً وَسُرُراً عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِبُيُوتِهِمْ  car mecruru 33. ayetteki ism-i mevsûlden bedel-i iştimâldir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَبْوَاباً  kelimesi  جَعَلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.  سُرُراً  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  عَلَيْهَا car mecruru  يَتَّكِؤُ۫نَۙ 'ye mütealliktir. يَتَّكِؤُ۫نَ  cümlesi  سُرُراً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَّكِؤُ۫نَ  fiili  نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَتَّكِؤُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وكأ ‘dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَاباً وَسُرُراً عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  لِمَنْ ‘e atfedilmiştir. 

لِبُيُوتِهِمْ  şeklinde evlerini tekrar zikretmesi, konunun daha çok açıklık kazanması içindir. (Rûhu’l Beyân)

سُرُراً  ise  اَبْوَاباً ‘e matuftur. Bu kelimelerdeki tenvin özel bir nev veya tazim ifade eder.

عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ  cümlesi  سُرُراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَتَّكِؤُ۫نَۙ  الاتكاء والتوكؤ ; Yaslanmak,  bir şeyin üstüne kendisini vermek, ağırlığını ona taşıtmak demektir. (Kurtubî)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهَا , ihtimam için amili olan  يَتَّكِؤُ۫نَۙ ‘ye takdim edilmiştir.

Evler için yapılanlar; gümüşten tavan çıkılacak merdiven, kapılar, yaslanılan koltuklar ve süsler şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

Ayet-i kerîme’de geçen  سُرُراً  kelimesi سرير 'in çoğuludur. (Celâleyn Tefsiri)
Zuhruf Sûresi 35. Ayet

وَزُخْرُفاًۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَزُخْرُفًا ve (nice) süsler ز خ ر ف
2 وَإِنْ (başka) değil
3 كُلُّ bütün ك ل ل
4 ذَٰلِكَ bunlar
5 لَمَّا sadece
6 مَتَاعُ geçici menfaatleridir م ت ع
7 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
8 الدُّنْيَا dünya د ن و
9 وَالْاخِرَةُ ahiret ise ا خ ر
10 عِنْدَ katında ع ن د
11 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
12 لِلْمُتَّقِينَ muttakiler içindir و ق ي
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem dünyanın gönül bağlamaya değmecek kadar değersiz olduğuna muhtelif hadislerinde şöyle buyurmuştur :
“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir.  Dünyanın malı da mülkü de kıymetsizdir. Ancak Allah Teâla’nın zikri ve O’na yaklaştıran şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak başkadır. 
(Tirmizi, Zühd 14; İbni Mace, Zühd 3; Elbani, Sahihu’t-Tergib ve’t-terhib, I,141,nr. 74).

“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kafire dünyadan bir yudum su bile  içilmezdi”
(Tirmizi, Zühd 13.ayrıca bk.  İbni Mace, Zühd 3; Elbani, Sahihu’t-Tergib ve’t-terhib, III,264,nr. 3240).

وَزُخْرُفاًۜ

 

Atıf harfi  وَ ‘la  önceki ayetteki şartın cevabına atfedilmiştir. زُخْرُفاً  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  وجعلنا لهم زحروفا (Onlar için altınlar yaptık) şeklindedir.


 وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur. İsmi işaret  ذٰلِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَمَّا  harfi  إلاَّ  manasında hasır edatıdır.  مَتَاعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfat olup  ى  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi. Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  الْاٰخِرَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. عِنْدَ  zaman zarfı mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلْمُتَّق۪ينَ۟  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  لِلْمُتَّق۪ينَ۟ ‘nin cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

لِلْمُتَّق۪ينَ۟  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَزُخْرُفاًۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la  33. ayetteki şartın cevabına atfedilmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  زُخْرُفاً , takdiri  وجعلنا لهم (Onlar için yaptık) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. 

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زُخْرُفاًۜ ‘deki nekrelik, nev, tazim ve kesret ifade eder.

Ayet-i kerime’de geçen  زُخْرُفاًۜ (Ziynetler) kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade, Hasan-ı Basrî, Süddî ve Dehhak'a göre "Altın"dır, İbn-i Zeyd'e göre, bu insanların, evlerinde kullandıkları çeşitli eşyalarıdır. (Taberî)


 وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنْ  nafiye,  لَمَّا  harfi  إلا  manasındadır.  اِنْ  ve  لَمَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. كُلُّ ذٰلِكَ  maksûr/mevsûf,  مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bütün bunların dünya hayatının metaından başka bir şey olmadığı kasır üslubuyla kesin bir şekilde belirtilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin ve müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir. 

ذٰلِكَ , işaret edilen şeyi tahkir için gelmiştir. 

لَمَّا ‘ya dahil olan ل  harfi tekid lâmıdır ve nâfiye  اِنْ  ile  إِن ’den hafifletilmişin arasındaki farkı belirler. Cümlenin manasını tekid etmek için araya zaid bir  مَا  harfi gelmiştir. Şeddeli okunma durumunda ise  اِنْ  nâfiyedir ve  لَمَّا ‘da, إلا  manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.163)

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır.  Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la …  وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاٰخِرَةُ , mübtedadır.  عِنْدَ رَبِّكَ  mahzuf hale mütealliktir. Car mecrur  لِلْمُتَّق۪ينَ۟ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

رَبِّكَ  izafeti muzâfın ileyhin şanı içindir. عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

الدُّنْيَاۜ - الْاٰخِرَةُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

O cahil kimseler peygamberlik makamının, fakirliğinden dolayı Hz  Muhammed (sav)'e verilmeyip zengin kimseye verilmesinin daha uygun olacağını sanmışlardır. İşte böylece de Allah Teâlâ, mal ve makamın kendisi katında önemsiz olduğunu ve bunların, daima son bulmakla karşı karşıya bulunduğunu; bu iki şeyin bulunmasının, bir şeref ve kıymet ifâde etmeyeceğini beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Terğîb şerhinde şöyle söylenmiştir: ”Eğer denilse ki; Allah Teâlâ'nın peygamberi için fakirliği seçmesinde ve onun da (sav) o fakirliği şu sözünde belirttiği gibi kendisi için arzulamasındaki hikmet nedir? ”Eğer ben dileseydim Rabbime dua ederdim, O da bana kral, Kisra ve Kaysere verdiği gibi verirdi." Cevabı birçok yönden şöyle olur:

Birincisi; o eğer zengin olsaydı birtakım topluluklar ona dünyalık arzusuyla iman ederlerdi. Onun için Allah Teâlâ ona fakirliği seçti ki, ona tabi olmak isteyen herkes ahireti arzulayarak tabi olsun.

İkincisi; Allah Teâlâ'nın ona fakirliği seçmesi, fakirlerin gönülleri hoş olsun ve her fakir fakirliği ile zenginin lehine olan şeylerle avunduğu gibi teselli bulsun diyedir.

Üçüncüsü; onun fakirliği Allah katında dünyanın ne kadar basit olduğunun bir göstergesidir. Nitekim Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: ”Eğer dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı ağırlığında değeri olsaydı hiçbir kâfire oradan bir yudum su içirmezdi." (Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmiştir. Tirmizî şöyle dedi: Hasen, garip hadistir.)

Dünyanın Allah katında basit olmasının manası, dünyanın bizatihi gaye olması için değil asıl gayeye ulaşılmasında bir yol olarak Allah Teâlâ tarafından yaratılmış olmasıdır. Allah orasını sefer ve deneme diyarı kılmıştır. Yoksa yapılanların karşılığının verileceği ikamet diyarı yapmamıştır. (Rûhu’l Beyân)

 
Zuhruf Sûresi 36. Ayet

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ  ...


Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَعْشُ yüz çevirirse ع ش و
3 عَنْ -nden
4 ذِكْرِ zikri- ذ ك ر
5 الرَّحْمَٰنِ Rahman’ın ر ح م
6 نُقَيِّضْ sardırırız ق ي ض
7 لَهُ ona
8 شَيْطَانًا bir şeytanı ش ط ن
9 فَهُوَ artık o
10 لَهُ onun
11 قَرِينٌ arkadaşı olur ق ر ن

İnsanın iç dünyasında daima bir ikilik, çelişkili eğilim ve çekim vardır. Bunların iyi olan, yani Allah rızasına çeken kısmı, insan fıtratına yüklenmiş bulunan din duygusundan, ezelî sözleşmeden, ilâhî ruhtan ve melekten gelir. İnsan gördüğü eğitimin de yardımıyla iradesini kullanarak kendini bu çekime bıraktığı (İslâm’ın anlamı da budur), resulün mesajını rehber edindiği sürece nefsin ilâhî ruha dönük yönü gelişir, bunun rengi bütünü kaplar. Kötüye, aşağı varlık tabakalarına çeken güce teslim olduğu, ilâhî mesaja kulaklarını tıkadığı sürece de artık onun danışmanı kendine mahsus şeytandır. Şeytanın işi, meleğinkinin tersine insanı Allah’tan uzaklaştırmak, beşerî arzuların tutsağı haline getirmektir. Böyle bir ömür geçirip ölen insan rabbinin huzuruna çıkarıldığında yaptıklarının ve seçiminin ne kadar yanlış olduğunu anlayacak, fakat iş işten geçmiş olacaktır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 776

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istinâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْشُ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَعْشُ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْ ذِكْرِ car mecruru  يَعْشُ  fiiline mütealliktir.  الرَّحْمٰنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً  cümlesi şartın cevabıdır.

نُقَيِّضْ  meczum, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَهُ  car mecruru  نُقَيِّضْ  fiiline mütealliktir.  شَيْطَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ  cümlesi  شَيْطَاناً ‘nın sıfatı olan mukaddere matuf olup mahallen mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru قَر۪ينٌ ‘e mütealliktir.  قَر۪ينٌ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

نُقَيِّضْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  قيض ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

مَنْ يَعْشُ  hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: ‘Yüz çevirirse’ demektir. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan demiş; Katâde, Ferrâ’ ve Zeccâc da böyle demişlerdir.

İkincisi: ‘Kim kör olursa’ demektir. Bu da İbn Abbâs'tan rivayet edilmiş; Atâ’ ile İbn Zeyd de böyle demişlerdir.

Üçüncüsü: ‘O zayıf görmedir’ demektir. Bunu da Maverdi nakletmiştir.

يَعْشُ  olarak  شُ  harfinin ötresi ile okursa, manası: Yüz çevirmektir. Kim  ش  harfini nasb ederse (يَعْشَ okursa); ‘Onu görmezse’ demektir. (Ez-Zâdu’l-Mesîr, Âşûr)

Rahmân’ın zikri  ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ , Kur’an'dır. Onun Allah'ın Rahmân ismine izafe edilmesi, âlemlere rahmet olarak indiğini bildirmektedir. (Ebüssuûd)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. 

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

يَعْشُ - نُقَيِّضْ  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

شَيْطَاناً ‘deki tenvin kesret ve tahkir içindir. Şart siyakında nekra umuma delalet eder. Bunun için arkadan gelen ayette  لَيَصُدُّونَهُمْ  ve  يَحْسَبُونَ  şeklinde çoğul zamir gelmiştir.

يَعْشُ  fiili  عشا  fiilinden gelir. Kör veya köre yakın bir durumda görüyor demektir. Bu, aslında gördüğü halde kör gibi ya da köre yakın bir durumda demektir. Ayetteki  يَعْشُ  fiili, ‘Kur’an-ı Kerim'e dikkatsizce bakmak’ anlamında müstear olarak kullanılmıştır, mana şöyledir: “Kim Kur’ana, bile bile hakkı görmezmiş gibi ve öylesine, üzerinde tekrar tekrar düşünmeden hakkı anlayıncaya kadar bakmaz, tetkik etmezse.” Ayet iki okuyuşla bu manayı ifade etmektir. Allah bir kişiyi davet eder de bu kişi davanın ve delillerin doğruluğunu anlamaya çalışmaksızın bu davetten ve davetçiden yüz çevirir, onu ihmal eder ve görmezlikten gelirse, Allah şeytanı ona yakın arkadaş olarak verir, onu şeytana kolaylaştırır ve şeytanı ona musallat eder ve hiçbir zaman ondan ayrılmaz.  Car mecrurun takdimi, bunun ona has olduğunu ifade eder, yani şeytanın ondan başka bir işi yoktur. Bu şu manayı da ifade eder, şeytanı onu hapsetmiş, her yönden kuşatmıştır, zikir ona ulaşamaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.171) 

التَّقْيِيضُ , kabuğun yumurtayı kuşattığı gibi onu kuşatıp sarar demektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ  cümlesinde  فَ , atıftır. Cümle  شَيْطَاناً ‘in mahzuf sıfatına matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için amili olan haber  قَر۪ينٌ ‘a takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenâb-ı Hak, "Kim Rahmân'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona, şeytanı musallat ederiz." Artık bu, onun bir arkadaşıdır" buyurmuştur. Bununla Cenab-ı Hak, dünya afetlerine dikkatimizi çekmek istemiştir. Çünkü mal ve makam elde eden kimse, Allah'ın zikrine karşı kör gibi olmuş olur. Böyle olan kimse ise, sapan ve saptıran şeytanların arkadaşlarından, onlarla oturup kalkanlardan olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)


 
Zuhruf Sûresi 37. Ayet

وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ  ...


Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُمْ elbette onlar
2 لَيَصُدُّونَهُمْ onları engellerler ص د د
3 عَنِ -dan
4 السَّبِيلِ yol- س ب ل
5 وَيَحْسَبُونَ fakat sanırlar ح س ب
6 أَنَّهُمْ bunlar
7 مُهْتَدُونَ doğru yolda olduklarını ه د ي

وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  يَصُدُّونَهُمْ  fiil cümlesi  اِنَّ ‘nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  يَصُدُّونَهُمْ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَنِ السَّب۪يلِ  car mecruru  يَصُدُّونَهُمْ  fiiline mütealliktir. يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. يَحْسَبُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.Muttasıl zamir  هُمْ (onlar)  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

مُهْتَدُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَدُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ 

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَنِ السَّب۪يلِ car mecruru  يَصُدُّونَ  fiiline mütealliktir.

السَّب۪يلِ  ‘din’ manasında müsteardır. السَّب۪يلِ  ‘yol’ demektir. Din, insanları Allah'a ulaştırdığı için yol diye isimlendirilmiştir. 

Sebil kelimesinin ال  ile marife olarak gelmesi bunun  سَّب۪يلُ الله  olduğunu ilan eder. Yani, السَّب۪يلِ  dediğimiz yolun Allah'ın yolu olduğunu ilan eder. Bu lafız burada olduğu gibi mutlak (kayıtsız) olarak kullanıldığında sadece Allah'ın yolu manasını taşır. Bu yol müminlerin yoludur ve sıratı müstakimdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.177) 

السَّب۪يل’ deki marife cins ifade eder. (Âşûr)

 

 وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

 

وَ , haliyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ , masdar teviliyle  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan  مُهْتَدُونَ ’nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

الِاهْتِداءُ , amaca ulaştıran ilimdir. (Âşûr)

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayet-i kerimede daha önce geçen  مَنْ  kelimesinin ihtiva ettiği geniş manası dikkate alınarak zamirlerin hepsi de çoğul olarak getirilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)

Onlar şeytanları doğru yolda sandıkları için onlara uymaktadırlar. Yahut kendilerini doğru yolda sanırlar. Zîra şeytanların doğru yolda olduklarına inanmaları, kendilerinin de doğru yolda olduklarına inanmalarını gerektirmektedir. Çünkü yolları birdir. (Ebüssuûd)

 
Zuhruf Sûresi 38. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ  ...


Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 جَاءَنَا bize geldiği ج ي ا
4 قَالَ der ki ق و ل
5 يَا لَيْتَ keşke olsaydı
6 بَيْنِي benimle ب ي ن
7 وَبَيْنَكَ senin aranda ب ي ن
8 بُعْدَ kadar uzaklık ب ع د
9 الْمَشْرِقَيْنِ iki doğu ش ر ق
10 فَبِئْسَ meğer ne kötü ب ا س
11 الْقَرِينُ arkadaş(mışsın) ق ر ن

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ  cümlesi şartın cevabıdır.   

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  يَا لَيْتَ بَيْن۪ي  ‘ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  tenbih harfidir. Temenni ifade eden  لَيْتَ  harfi  اِنَّ  gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar.  

بَيْن۪ي  mekân zarfı  لَيْتَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Mütekellim zamiri  ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَكَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

بُعْدَ  kelimesi  لَيْتَ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. الْمَشْرِقَيْنِ  muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنت اتّخذتك قرينا فبئس القرين أنت (Eğer seni arkadaş edindi isem, sen ne kötü arkadaşsın) şeklindedir. 

بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الْقَر۪ينُ  fail olup lafzen merfûdur. Mahsusu mahzuftur. Takdiri;  انت  şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi  2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi  3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi  4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ

 

Cümle istinafiye olarak fasılla gelmiştir.  حَتّٰٓى  ibtida harfi,  اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. 

حَتّٰٓى’ da tebe-i istiare vardır. (Âşûr) 

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan  جَٓاءَنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ  cümlesi şartın cevabıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ  nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَا  harfi tenbihdir. Nidanın cevabı  لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ , nakıs fiil  لَيْتَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ , muahhar ismidir.

Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen temenni manası taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayet-i kerîme’de geçen  يَا  tenbih içindir. (Celâleyn Tefsiri)

Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمَشْرِقَيْنِ  kelimesinde tağlîb sanatı vardır. İki doğu manasındaki  الْمَشْرِقَيْنِ  kelimesi, batıyı da kapsar. ‘’Peki, iki doğunun uzaklığı ne demektir?” dersen şöyle derim: O ikisinin birbirinden uzaklığı demektir. Aslında ifade “doğunun batıdan, batının doğudan uzaklığı” şeklinde idi; ancak tağlîb yoluyla iki ayrı noktayı ikil sıyga ile birleştirince “uzaklık” kelimesini her ikisiyle tamlama içine soktu. (Keşşâf)

Ferrâ da şöyle demiştir: O bununla doğu ve batıyı kastetmiş, ikisinden birisinin ismini kullanmıştır. Nitekim güneş ile aya  القمران (iki ay)", Ebû Bekir ve Ömer'e العمران , Küfe ile Basra'ya: البصرتان , öğlen ve ikindiye العصران denilmesi gibi. (Kurtubî, Âşûr) Yani tağlîb sanatı vardır.

Önceki ayetteki   هُمْ  zamirinden sonra  جَٓاءَنَا ‘da müfred zamire iltifat vardır.

بَيْنَ ‘nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَيْتَ  temenni ifade eder, ancak istenen şey, imkânsızdır. Yani bu harf, imkansız ve imkansız hükmünde olan bir şeyi istemek için kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.184)


فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Şartın cevabı olan cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  انت ’dir. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.

Takdiri  إن كنت اتّخذتك قرينا  (Seni arkadaş edinsem) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Burada maksat, insanları kötü arkadaştan sakındırıp korunmaya yönlendirmek ve şeytanları zemmetmektir. (Âşûr)

 

Zuhruf Sûresi 39. Ayet

وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ  ...


Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنْ ve asla
2 يَنْفَعَكُمُ size bir yarar sağlamaz ن ف ع
3 الْيَوْمَ bugün ي و م
4 إِذْ çünkü
5 ظَلَمْتُمْ zulmettiniz ظ ل م
6 أَنَّكُمْ siz
7 فِي
8 الْعَذَابِ azabda ع ذ ب
9 مُشْتَرِكُونَ ortaksınız ش ر ك

Dünyada arkadaşların acılara ortak olmaları bazan acıları hafifletir. Ancak âhirette herkesin hak ettiği cezayı çekmesi murat edildiği için şeytan türünden arkadaşların aynı cezayı çekmesi, çekilen cezaya bu mânada ortak olmaları, çekenlerin acılarını azaltmayacak, onlara bir fayda vermeyecektir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 776

وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

يَنْفَعَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı  يَنْفَعَكُمُ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı  يَنْفَعَكُمُ  fiiline mütealliktir.  ظَلَمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَنْفَعَكُمُ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

فِي الْعَذَابِ  car mecruru  مُشْتَرِكُونَ ‘ye mütealliktir.  مُشْتَرِكُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

مُشْتَرِكُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çevirmiştir. Ayrıca asla manası katarak tekid etmiştir.   

الْيَوْمَ  zaman zarfı  يَنْفَعَكُمُ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ , zaman zarfı önceki ayetteki  يَنْفَعَكُمُ  fiiline  mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Zaman ismi olan  اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüt ifadesi dolayısıyla adeta şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ , masdar teviliyle  يَنْفَعَكُمُ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  ile tekid edilmiş bu masdar cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. 

فِي الْعَذَابِ , amili olan مُشْتَرِكُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. Müsned olan  مُشْتَرِكُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

فِي الْعَذَابِ  ifadesindeki  فِي  harfinde istiare vardır.  فِي  harfi zarfiye ifade eder. Azap, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle azabın şiddetinin ne kadar korkunç olduğu vurgulanmıştır.

Ayet-i kerîme’de geçen  اَنَّكُمْ  cümlesi  ل  harf-i cerinin takdir edilmesiyle pişmanlığın fayda vermeyeceğini ifade eden bir illettir (gerekçedir),  اِذْ  ise  الْيَوْمَ ‘den bedeldir. (Celâleyn Tefsiri)

ظَلَمْتُمْ - الْعَذَابِ  ve  الْيَوْمَ - اِذْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada, o zaman kınama ve tahkir olarak Allah tarafından kendilerine söylenecek olanlar hikâye edilmektedir.

Yani ‘’Kıyamet günü, onlardan uzak kalma temenniniz size asla fayda vermeyecektir; çünkü siz dünyada küfür ve günahlarda onlara uymakla kendi nefsinize zulmettiniz; sizin bu zulmünüz de, sizce de, bütün insanlarca da anlaşılmıştır. Siz dünyada azap sebebinde ortak olduğunuz gibi, şimdi de siz ve o arkadaşlarınız azapta ortak olacaksınız.’’ (Ebüssuûd)

 
Zuhruf Sûresi 40. Ayet

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَنْتَ sen mi?
2 تُسْمِعُ işittireceksin س م ع
3 الصُّمَّ sağıra ص م م
4 أَوْ yahut
5 تَهْدِي yola ileteceksin ه د ي
6 الْعُمْيَ körü ع م ي
7 وَمَنْ ve kimseyi
8 كَانَ olan ك و ن
9 فِي
10 ضَلَالٍ sapıklıkta ض ل ل
11 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

Şartlanmışlık sebebiyle doğruyu dinleme, görme ve doğru dü­şün­me kabiliyetlerini kaybetmiş kimselere laf anlatmak imkânsız gibidir. Bu gerçekten hareketle Hz. Peygamber’in ve onun tebliğ sünnetini yerine getiren ümmetin, “Neden bizi dinlemiyor ve anlamıyorlar?” veya “Bunca zulme ve sapkın inançlarda ısrara rağmen niçin bunlara hak ettikleri ceza verilmiyor?” sorularıyla bunalmamaları, aksine sabretmeleri, işi Allah’a bırakmaları gerekmektedir. Allah, Hz. Peygamber’e müşriklerin âkıbetini gösterse de (nitekim bir kısmını Medine döneminde göstermiştir) göstermese de gerekeni yapacak, herkese hak ettiğini verecektir; çünkü O’nun kudreti karşısında duracak bir güç yoktur.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 777

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Hemze istifham harfi,  ف  istînâfiyyedir. Munfasıl  zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تُسْمِـعُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تُسْمِـعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ’dir.  الصُّمَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تَهْدِي الْعُمْيَ  atıf harfi اَوْ  ile makabline matuftur. Türkçede ‘veya, yahut, ya da, yoksa’ kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَهْدِي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ’dir.  الْعُمْيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  الْعُمْيَ  kelimesine matuftur. İsm-i mevsûlün sılası  كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ   مُب۪ينٍ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَان  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَان  fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.  

ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلاَلٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُسْمِــعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُب۪ينٍ۟  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  فَ  istînâfiyye, hemze inkârî manada istifham harfidir. (Âşûr)

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümlede  اَنْتَ  mübteda,  تُسْمِــعُ الصُّمَّ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تَهْدِي الْعُمْيَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَ  atıftır. Mef’ûl olan  الْعُمْيَ ‘ye matuf olan  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlünün sılası  كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  şeklinde nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ ‘nin müteallakı olan  كَانَ ‘nin haberi mahzuftur.

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ  [Sen mi sağırlara işittireceksin? Yahut körleri doğru yola sen mi ileteceksin?] ayetinde istiare vardır. Burada, istiare-i temsîliyye yoluyla, kâfirler sağır ve körlere benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayette kör ve sağır kişilerden bahsedilmiş, Peygamber'in onları bulundukları halden çeviremeyeceği dile getirilmiştir. Dolayısıyla Peygamber dalalet ehli ve dalalete sevk edenleri de hallerinden döndüremez.

Resulullah (sav), kavmini İslam'a çağırmak hizmetinde aşırı çaba harcıyordu. Onlar ise, gördükleri peygamberliğin kanıtları ve dinledikleri Kur’an’ın apaçık mucizeleri karşısında azgınlıkları ve körlükleri daha da artıyordu.

Bu kelam, Peygamberimizin İslam’a davet hizmetinde bu kadar kendisini harap edercesine çalışmasını onaylamayıp bunun hayret verici olduğunu bildirmekte, onlar, küfür ve dalalette böyle talim ederken ve körlüklerine bir de sağırlık eklenmişken, Peygamberimizin onların hidayetine muktedir olamayacağını beyan etmekte ve ancak Allah'ın onları icbar etmek suretiyle buna muktedir olduğuna işaret etmektedir. (Ebüssuûd)

ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ‘de istiare-i terşîh vardır. (Âşûr)

 
Zuhruf Sûresi 41. Ayet

فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ  ...


Ya biz seni (bu dünyadan) alır götürürüz de, onlardan intikam alırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِمَّا bile
2 نَذْهَبَنَّ biz alıp götürsek ذ ه ب
3 بِكَ seni
4 فَإِنَّا muhakkak biz
5 مِنْهُمْ onlardan
6 مُنْتَقِمُونَ öc alırız ن ق م
Ebû Bürde babası (Ebû Musa el-Eş‘arî r.a.)’dan şunları nakletmişti: Akşam namazını Resûlullah (sas) ile birlikte kılmıştık. Sonra aramızda “Keşke Resûl-i Ekrem ile birlikte yatsı namazını kılıncaya kadar burada otursak” diye konuştuk ve öyle de yaptık. Bir müddet sonra Allah’ın elçisi (sas) yanımıza çıkageldi ve “Siz hâlâ burada mısınız?” diye sordu. “Evet, Ya Resûlullah” dedik. “Seninle birlikte akşam namazını kıldık, sonra bekleyelim de seninle birlikte yatsıyı da kılalım diye düşündük.” dedik. “İyi yaptınız veya doğru düşünmüşsünüz” dedi. Sonra başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Çoğu zaman böyle yapardı. Ardından şöyle buyurdu: “Yıldızlar gökyüzünün güvencesidir. Yıldızlar yok olup gidince, gökyüzünün başına, olacağı haber verilen şeyler gelir. Ben de ashabımın güvencesiyim. Ben gidince, ashabımın başına geleceği bildirilen şeyler gelir. Ashabım da ümmetimin güvencesidir. Onlar gidince ümmetimin başına geleceği bildirilen şeyler gelir.”
 (Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 207; Ahmed, Müsned, IV, 399)

فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ

 

فَ  istînâfiyyedir.   اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  اِنْ  harfi,  مَا ’ya idgam edilmiştir.  مَا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir. (Âşûr)

اِمَّا ’daki  اِنْ  şartıyedir,  مَا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ ’u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi 23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)

نَذْهَبَنَّ  şart fiili olup, fetha üzere mebni meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki  ن  tekid ifade eder.  بِكَ  car mecruru  نَذْهَبَنَّ  fiiline mütealliktir. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  

مِنْهُمْ  car mecruru  مُنْتَقِمُونَۙ ‘ye mütealliktir.  مُنْتَقِمُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُنْتَقِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ

 

فَ , istînâfiyyedir.

اِمَّا  daki  إنْ  şartıyyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki fiilin sonuna tekid  نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra/23)

Bu şart cevap cümlesinde beş tekid vardır. Bunlar; zaid olarak getirilen مَّا , tekid nunu,  إنَّ , isim cümlesi,  مُنْتَقِمُونَ’ un müteallikı olan car mecrurun takdim edilmesidir. (Âşûr)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebi cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu,  (Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَنْزَغَنَّكَ  şart fiili olup müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Bu fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَ  karînesiyle gelen  فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَ , cevap cümlesidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Car mecrur  مِنْهُمْ , önemine binaen amili olan  مُنْتَقِمُونَ ’ye takdim edilmiştir. (Âşûr)

إِنَّ ’nin haberi olan  مُنْتَقِمُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘’Allah'ın intikam alıcı olması’’ tabirinde lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın intikam alması tabiriyle yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. 

Bu cümle  إِنَّ , isim cümlesi ve car-mecrurun takdimi ile tekid edilmiştir. Alimlerimizin çoğu bunun şartın cevabı olduğu görüşündedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.199)

Allah Teâlâ, Hz Peygamber (sav)'in davetinin, onların kalplerine müessir olmadığını anlatınca, "Eğer seni kesin olarak alıp götürürsek, yani onların başına o bela gelmezden önce seni öldürür, içlerinden alırsak, "şüphe yok ki (senden sonra) onlardan biz intikam alırız" buyurmuştur. Yahut da bu ifade, "Sana senin hayatında, onlara vadettiğimiz zillet ve öldürülmeyi göstereceğiz. Çünkü biz bunu yapmaya muktediriz" demektir. Bil ki, bu söz, Hak Teâlâ'nın, Hz Peygamber (sav)'i alabildiğine teselli ettiğini göstermektedir. Çünkü Allah Teâlâ, Hz Peygamber (sav)'in davetinin onlarda tesirli olmadığını beyan buyurmuştur. Ümit kesmek, iki rahatlıktan biridir. Hak Teâlâ bunun peşi sıra da, onlardan, Hz  Peygamber (sav)'in intikamını, o hayatta iken veya öldükten sonra olacağını belirtmiştir ki, bu da bir teselli vesilesidir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zuhruf Sûresi 42. Ayet

اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ  ...


Yahut da, onlara yaptığımız tehdidi sana gösteririz ki, bizim onlara gücümüz yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 نُرِيَنَّكَ sana gösteririz ر ا ي
3 الَّذِي şeyi
4 وَعَدْنَاهُمْ onları uyardığımız و ع د
5 فَإِنَّا şüphesiz bizim
6 عَلَيْهِمْ onlara
7 مُقْتَدِرُونَ gücümüz yeter ق د ر

اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُرِيَنَّكَ  şart fiili olup , fetha üzere mebni, meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki  ن  tekid ifade eder.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

الَّذ۪ي  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدْنَاهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَعَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  

عَلَيْهِمْ  car mecruru  مُقْتَدِرُونَ ‘ye mütealliktir. مُقْتَدِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

نُرِيَنَّكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al  babındadır. Sülâsîsi  رأي ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُقْتَدِرُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ

 

Ayet atıf harfi  اَوْ  ile önceki ayetteki …  نَذْهَبَنَّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Nûn-u sakilenin dahil olduğu  نُرِيَنَّكَ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan  وَعَدْنَاهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)  

Buradaki  وَعَدْنَاهُمْ  tehdit manası taşımaktadır.

فَ  karînesiyle gelen  فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ , cevap cümlesidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.

إِنَّ ’nin haberi olan  مُقْتَدِرُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الِاقْتِدارُ  kudretin, gücün şiddetli olmasıdır. Bu iftial sıygası daha beliğdir. (Âşûr)

Ayette, Peygamber (sav) hayattayken veya öldükten sonra Allah'ın, onu inkâr edenlerden ve düşmanlarından intikam alacağı, O'nun onlardan Bedir'de olduğu gibi bir vasıtayla veya Ebû Bekir (ra) zamanında olduğu gibi vasıtasız olarak öç almaya kadir olduğu belirtilerek teselli edilmektedir. Nitekim bir hadiste: ”Allah Teâlâ bir ümmet hakkında hayır istediğinde o ümmetin peygamberini onlardan önce öldürüp alır ve onu onlar için bir öncü, faydalanılacak sevap azığı yapar. Bir ümmet için de azabı isterse peygamberi hayattayken hoşnut olması için gözünün önünde ona isyan edip yalanladıklarından onları helak ederek azaplandırır," buyurulmuştur.

Dediler ki,; ”Peygamberimizden başka bütün peygamberler ümmetlerinin azabını gördüler. Ancak Allah Teâlâ Peygamberimize ikram olsun diye ümmeti hakkında ona hoşnut olacağından başka bir şey göstermedi ve şiddetli belalarla azabı sonraya bıraktı." (Ruhu’l Beyan)

 
Zuhruf Sûresi 43. Ayet

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّـذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاسْتَمْسِكْ sen sımsıkı sarıl م س ك
2 بِالَّذِي
3 أُوحِيَ vahyedilene و ح ي
4 إِلَيْكَ sana
5 إِنَّكَ çünkü sen
6 عَلَىٰ üzerindesin
7 صِرَاطٍ yol ص ر ط
8 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّـذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن جاءك الوحي فاستمسك (Sana vahiy gelirse sımsıkı sarıl) şeklindedir.

اسْتَمْسِكْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الَّـذ۪ٓي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle  اسْتَمْسِكْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُو۫حِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَيْكَۚ  car mecruru  اُو۫حِيَ  fiiline mütealliktir. 

اسْتَمْسِكْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  مسك ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

اُو۫حِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  وحى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  عَلٰى صِرَاطٍ  car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّـذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ 

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Takdiri  إن جاءك الوحي (Sana vahiy gelirse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müfret has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي , harf-i cerle birlikte  اسْتَمْسِكْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اُو۫حِيَ اِلَيْكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اُو۫حِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  

اسْتَمْسِكْ , çok sıkı tutmak demektir. Fiildeki, sin ve te harfleri mübalağa ve tekid ifade eder. (Âşûr)

Resulullah (sav) kendisine vahyedilen şeye yani Kur’an'a sımsıkı yapışmakla emrolunmuştur ki o, en çok sıkıntı duyan, en zor durumda olan kişidir. Çünkü etrafındakilerin kulakları sağır, gözleri kördür. Onda bizim için en güzel örnek vardır.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.203)


 اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi ile i tekid i ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰى صِرَاطٍ  car mecruruاِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

عَلٰى, burada temekkün manasında mecazi istila olarak gelmiştir. (Âşûr)  

صِرَاطٍ  için sıfat olan  مُسْتَق۪يمٍ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُسْتَق۪يمٍۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

صِرَاطٍ ‘deki tenvin nev ve tazim içindir. 

صِرَاطٍ - مُسْتَق۪يمٍۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ  ibaresinde istiare vardır. Müsteâr  صِرَاطٍ  kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir.  صِرَاطٍ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

"Öyleyse sana vahyolunana sarıl” vahyolunan ayet ve şer'î hükümlere demektir. Malum sıygası ile  أوحينا  da okunmuştur ki, vahyeden Allah Teâlâ olur. "Şüphesiz sen doğru bir yoldasın” eğriliği olmayan demektir. (Beyzâvî)

 
Zuhruf Sûresi 44. Ayet

وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ  ...


Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ şüphesiz O (Kur’an)
2 لَذِكْرٌ bir Zikir’dir ذ ك ر
3 لَكَ sana
4 وَلِقَوْمِكَ ve kavmine ق و م
5 وَسَوْفَ ve yakında
6 تُسْأَلُونَ sorulacaksınız س ا ل

وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

ذِكْرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. لَكَ  car mecruru ذِكْرٌ ‘a mütealliktir. لِقَوْمِكَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ

 

وَ  ta’liliyyedir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

تُسْـَٔلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i faili olup mahallen merfûdur.

وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile ta’liliyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

ذِكْرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberidir.  لَكَ  car mecruru ذِكْرٌ ’e mütealliktir.  قَوْمِكَ  kelimesi, لَكَ ‘ye matuftur.

ذِكْرٌ  lafzı, akılla yapılan zikri de lisanla yapılan zikri de içerir. Akılla yapılan zikirde, unutulan şeylerin hatırlanmasına benzetme yapılmıştır. Lisanla yapılan zikrin manası da; ‘’Hem sana hem kavmine bir şeref kazandırmasıdır”. (Âşûr)

Müfessirlerin çoğu buradaki  ذِكْرٌ  kelimesini “şeref” olarak yorumlamıştır. Çünkü zikir, şerefin lazımıdır veya şereften kaynaklanır. Kim insanlar arasında şerefli olursa, insanlar arasında onun zikri yürür, devam eder. Bu, mecaz-ı mürseldir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.204) 

Cenâb-ı Hak, dinî menfaatler hususunda dine sarılmanın tesirini beyan edince, dünyevî menfaatler hususunda bunun tesirini de anlatarak, "Şüphesiz o Kur'ân, senin için de kavmin için de bir zikirdir" yani "Bu, hem senin için, hem de, "Allah'ın bu büyük kitabı indirdiği kişi, falan soy ve kabiledendir" denileceği için, kavmin için büyük bir şereftir" buyurmuştur. Bil ki bu ayet, insanın mutlaka güzel övgü ve iyi nam bırakmaya rağbet göstermesi gerektiğine delâlet eder. Eğer iyi nâm, teşvik edilen bir husus olmasaydı, Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz bu Kur'ân, senin için de kavmin için de bir zikirdir (şereftir)" demek suretiyle, bunu Hz  Muhammed (sav)'e bir nimet olarak zikretmezdi; Hz İbrahim (as) de, "Benden sonraki insanlar arasında, benim için güzel bir nâm bırak" (Şuara, 84) diye duâ ederek bunu istemezdi. Bir de güzel nâm, şerefle geçirilmiş bir hayatın yerini tutar, hatta böylesi bir hayattan daha üstündür. Çünkü hayatın tesiri, ancak o insanın bulunduğu yerde olur. Ama güzel nâmın iz ve tesirleri, her yerde ve her zamanda görülür. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ

 

Cümle itiraziyyedir.  سَوْفَ  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.

Tesvif harfi  سَوْفَ ’den murad tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi- müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf/123)

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُسْـَٔلُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

"Yakında" bu nimete karşı şükredip etmediğinize dair "sorguya çekileceksiniz." demektir. Bu açıklamayı Mukâtil ve el-Ferrâ yapmıştır. İbn Cüreyc de şöyle demiştir: Sen de, seninle birlikte olanlar da sana verdiklerimizden dolayı sorguya çekileceksiniz. Bu hususta yaptığınız amellerden size soru sorulacaktır, diye de açıklanmıştır. (Kurtubî)

Müminlere sorulması, mükellef tutuldukları amellerinin miktarına göre olması, yüz çevirenler için de tehdit ve azarlama içindir. (Âşûr)

 
Zuhruf Sûresi 45. Ayet

وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟  ...


Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahmân’dan başka kulluk edilecek ilâhlar var etmiş miyiz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْأَلْ ve sor س ا ل
2 مَنْ kimseye
3 أَرْسَلْنَا gönderdiğimiz ر س ل
4 مِنْ
5 قَبْلِكَ senden önce ق ب ل
6 مِنْ -den
7 رُسُلِنَا elçilerimiz- ر س ل
8 أَجَعَلْنَا yapmış mıyız? ج ع ل
9 مِنْ
10 دُونِ başka د و ن
11 الرَّحْمَٰنِ Rahman’dan ر ح م
12 الِهَةً tanrılar ا ل ه
13 يُعْبَدُونَ tapılacak ع ب د

Hz. Peygamber’in daveti ve tevhid mücadelesi anlatılırken yeri geldikçe geçmiş tecrübelere temas edilmektedir. Buradaki örnek Hz. Mûsâ ile Mısır’ın tanrı kralı Firavun ve tebaası arasında geçen olaylar, tartışmalar ve alınan ibretlik sonuçlardır.

Bu âyetlerde iki nokta dikkat çekmektedir: 1. İnkârcıların bilinçlerinin derinliklerinde bir Allah inancı vardır, çeşitli telkinler ve dünyanın çekici menfaatleri bu temel duyguyu köreltmiş veya üstünü küllerle örtmüştür. Allah yine rahmetinin eseri olarak inkârcıları bazı felâketlerle uyarınca bu temel duygu ve inanç açığa çıkmakta, ona sığınılmakta, sıkıntı geçince yine inkâra dönülmektedir. 2. Tevhid inancı bütün peygamberlerin ortak tebliğleri ve inanç ilkeleridir. Kendilerine kitap gönderilmiş topluluklara sorulduğunda veya eski kitapların kalıntıları okunduğunda anlaşılmaktadır ki, Allah hiçbir zaman kendisi dışında bir varlığa kulluk edilmesine izin vermemiştir. Hz. Mûsâ’nın mücadelesi de bunun bir kanıtıdır.

54. âyette “halkının aklını çeldi” şeklinde çevirdiğimiz cümle, yöneten ve yönetilen ilişkisi bakımından çok önemlidir. Kelimenin aslı, Türkçe’de de kullanılan istihfâf kökündendir. Bu kelime Arapça’da “acele ettirdi, aldattı, bilgisizliklerinden yararlandı, onları bilgisizlikleri ve güçsüzlükleri yüzünden hafife aldı, istediği gibi yönlendirdi” mânalarını ifade etmektedir. Totaliter yönetimlerde yöneticilerin istemediği şey, halkın bilgilenmesi, doğruyu öğrenmesi, örgütlenerek hakkını talep edecek kadar güçlenmesidir. Firavun da aynı yola başvurmuş, Hz. Mûsâ’nın gerçeğe ve tevhide yönelik davetini sabote etmiş, halkın sağlıklı düşünmesini engellemiş, geleneklerden ve gözler önündeki alâyişten yararlanarak toplumu âdeta büyülemiş ve saltanatını devam ettirmenin yolunu bulmuştur. Ancak, şairin dediği gibi, “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!”

  Abede عبد :

  Ubûdiyyet عُبُودِيَّة, tezellül göstermek ve boyun eğmek demektir. İbadet عِبادَة sözcüğü ise bundan daha mübalağalıdır. Zira bu tezellülün nihâi noktasıdır. İbadet edilmeyi de sadece en büyük lütuf sahibi hak eder ki, O da Yüce Allah'dır.

  İbadet iki kısma ayrılır: 1- Teshir: Yüce Yaratıcının belirli bir amaç ya da amaçlar doğrultusunda zorla boyun eğdirip sevk etmesi yoluyla gerçekleşen ibadettir. 2- İhtiyari olarak/isteyerek yapılan ibadettir. Akıl sahipleri tarafından gerçekleştirilir.

  Kul/köle anlamına gelen abd عَبْدٌ kelimesi dört şekilde kullanılır:

  1-  Şeriatın hükmüne göre abd olan.

  2- Yaratılış itibarıyla abd olan.

  3- İbadet ve hizmet ile abd olan ki insanlar bu konuda ikiye ayrılır: a- Allah'a samimi bir şekilde kul olan. b- Dünya ve dünya malına kul olan.

  Köle manasındaki عَبْدٌ'ın çoğulu عَبِيد şeklinde gelir.

  İbadet eden anlamındaki عَبْدٌ 'ın çoğulu ise عِباد olarak gelir.

  عَبِيد formu Allah'a izafe edildiğinde عِباد formundan daha geniş/genel manalı olur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 275 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri abd, âbid, ibadet, mâbud, mâbed, ubudiyet ve âbidedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ 

 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سْـَٔلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ رُسُلِنَا  car mecruru temyiz veya aid zamirinden haldir. اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟

 

Hemze istifham harfidir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. الرَّحْمٰنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰلِهَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يُعْبَدُونَ۟  fiili  اٰلِهَةً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

اَرْسَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

اَرْسَلْنَا (gönderdik) - رُسُلِنَا  (elçilerimiz) kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

رُسُلِنَا  izafeti, azamet zamirine muzâf olan  رُسُلِ  için tazim ve teşrif ifade eder.  مِنْ ‘lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Zemahşerî bu ayetin tefsirinde, sormanın, bizzat peygamberlere sormak değil onların dinlerine bakıp araştırmak anlamına geldiğini ve burada mecâz olduğunu belirtir. Müfessir Resulullah'ın (sav) gerçek anlamda diğer peygamberlere tevhit konusunda soru sormasının tutarlı (sahih) olamayacağını öncelikli görüş olarak naklettikten sonra diğer görüşleri temriz sıygasıyla vermeyi de ihmal etmez. Buna göre, Peygamber Efendimize İsrâ gecesi bu soruyu sorması teklif edilmiş fakat kendisinde böyle bir şüphe olmadığı için sormamıştır. Diğer bir ihtimal olarak ise Ferrâ’nın ifade ettiği gibi din sahiplerine sormak şeklinde anlaşılabilir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)

وَسْـَٔلْ ve   رُسُلِ ifadesinde istiare vardır. Çünkü zamanları ve çağları geçmiş olan peygamberlere soru sorulması mümkün değildir. Allah alem, bununla (senden önce gönderdiğimiz peygamberlerin ashabına sor, onların kitaplarında yer alan bilgileri edin. Onların şeriatlarının hakikatlerini öğren) demek isteniyor. Bu  وَسْـَٔلْ قَرْيَةِ (memlekete sor) (Yusuf/ 82) örneği gibi hazif mecazıdır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)


اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Hemze istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp istihza anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَجَعَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir.  اٰلِهَةً  mef’ûldur.  

يُعْبَدُونَ۟  fiili  اٰلِهَةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ  izafeti, kısa yoldan çok anlam ifade etmiştir.

Zamir yerine الرَّحْمٰنِ  isminin zahir olarak zikredilmesi, bu sıfata dikkat çekmek amacıyla yapılan iltifat ve ıtnâb sanatıdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَّحْمٰنِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الرَّحْمٰنِ - اٰلِهَةً - يُعْبَدُونَ۟  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

 اَرْسَلْنَا - جَعَلْنَا - الرَّحْمٰنِ  kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Bundan maksat peygamberlerin icmaı ile tevhide delil getirmedir. Ki bununla hem o icma haber verilmiş, hem desteklenmesi için araştırılması emredilmiştir. Yani haberin olsun ki peygamberlerin hepsi Allah'tan başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği içindedirler. Hiçbirisi müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir. İsterse ümmetlerinin mümin bilginlerinden, eserlerinden ve ruhlarından sor, veya içtihat ile inceleyip delil getir. İbni Abbas'tan Ata şöyle rivayet etmiştir ki: Resulullah Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü zaman yüce Allah bütün peygamberleri diriltti, Cebrail ezan okudu, kamet getirdi. Ya Muhammed, geç öne bunlara namaz kıldır dedi. Resulullah (sav) namazı bitirdikten sonra Cebrail Ya Muhammed dedi, ["Senden önce gönderdiklerimize sor, resullerimizden. Biz Rahmân'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?"] (Zuhruf, 43/45) dedi. Resulullah (sav) da sormam, çünkü şüphe etmiyorum, buyurdu. (Elmalılı)

 
Zuhruf Sûresi 46. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  ...


Andolsun, biz Mûsâ’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o, “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا biz gönderdik ر س ل
3 مُوسَىٰ Musa’yı
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
5 إِلَىٰ
6 فِرْعَوْنَ Fir’avn’a
7 وَمَلَئِهِ ve ileri gelen adamlarına م ل ا
8 فَقَالَ dedi ق و ل
9 إِنِّي elbette ben
10 رَسُولُ elçisiyim ر س ل
11 رَبِّ Rabbinin ر ب ب
12 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  نا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى فِرْعَوْنَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

مُوسٰى  gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. 

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَلَا۬ئِه۪  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ي رَسُولُ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.Muttasıl zamir olan  ي  harfi,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.   

رَسُولٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur. رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْعَالَم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  علم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

وَ ,  istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ ; mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَرْسَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

بِاٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Aynı üslupta gelen  فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

إنَّ ’nin haberi olan  رَسُولُ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ ‘nin, izafet terkibinde gelmesi müsnedün ileyhin tazimi içindir. Ayrıca bu izafet, Rabb ismine muzâf olan  رَسُولُ  için şan ve şeref ifade eder.

إنَّ ’nin haberi, tazim ve teşrif ifade eden kelimelere muzâf olduğunda, müsnedün ileyhin de tazimine delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bundan önce bütün peygamberlerin, tevhîd itikadı konusunda müttefik olduklarına işaret edildikten sonra burada da, Hz  Mûsâ kıssasının anlatılmasından, Resûlüllah'ın tesellisi kastedilmekte ve Hazret-i Mûsa'nın da tevhide davet etmesi delil gösterilmektedir. (Ebüssuûd)

 
Zuhruf Sûresi 47. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ  ...


(Mûsâ) mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere gülüyorlar!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَهُمْ onlara gelince ج ي ا
3 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
4 إِذَا hemen
5 هُمْ onlar
6 مِنْهَا onlarla
7 يَضْحَكُونَ (alay edip) gülmeğe başladılar ض ح ك

فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ

 

فَ  harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جَٓاءَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِذَا  müfacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur.  هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ  cevap cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مِنْهَا  car mecruru  يَضْحَكُونَ  fiiline mütealliktir.  يَضْحَكُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَضْحَكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ

 

فَ , atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا  şart cümlesi, cevap cümlesine müteallık olan  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. 

Veciz ifade kastına matuf  بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , tazim ve şeref kazanmıştır.  

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar. Yani insanın kendisine yapılan iyiliğe karşılık böyle yapması beklenmez ve bu iş aniden olmuştur, demektir. 

هُمْ  mübteda,  يَضْحَكُونَ  haberdir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهَا , ihtimam için, amili olan  يَضْحَكُونَ ‘e takdim edilmiştir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ bu ayet-i kerime’de Resulullah’ı teselli etmekte, ilk yalanlanan peygamberin kendisi olmadığını bildirmekte ve Resulullah’ı azimet sahibi olan peygamberler gibi, kâfirlerin eziyetlerine karşı sabretmeye davet etmektedir. (Taberî)

 
Günün Mesajı
38. ayeti kerimede geçen "iki doğu ve iki batı" ifadesi, yerin yuvarlaklığını ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi, güneşin bir yarımkürede battığı nokta diğer yarımküredeki doğuş noktasıdır. Bu ise, yerin yuvarlaklığını ortaya koyar. Dolayısıyla ve görünür, müşahede edilir gerçeğe göre ifadenin manası, “doğu ile batı arası”dır. Çünkü “iki doğu” aynı zamanda “iki batı” ve “doğu ile batı” da demektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Rabbim!

Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de. Yalnız dünyalıkları isteme ve sahip olunan dünyalık zenginlikleri üstünlük sayarak şımarma gafletinden koru. Zira, bunlar dünya hayatına ait geçici faydalardan ibarettir. Ayrıca, göründükleri gibi de değillerdir. Dünyada da, ahirette de nice sıkıntılara sebep olabilirler. Bağımlılıklara dönüşenlerin sonu sadece acıdan ibarettir. Dünyada kolları dolu olan, ahirette boşa çıkabilirken; yeryüzünde mutluluk getirenler, ebedi ızdıraba dönüşebilir. Bizi ahiret nimetlerine kavuşan takva sahiplerinden eyle.

Bize iki cihanın yollarında da yoldaş olacak, hakikati hatırlatacak ve önümüzün açılmasına sebep olacak hayırlı arkadaşlar ver. Şeytanın dostu olmaktan ve şeytanın dostu olanları sevmekten korkar ve Senin dostluğuna sığınırız. Gönüllerimizi Senin ve Senin sevdiklerinin muhabbeti ile doldur. Bizi, yanlış yoldayken ya da yanlış iş yaparken; doğrusunu seçtiğini sanacak kadar ve uyarılmasına rağmen ısrar edecek kadar kalbi körleşenlere benzemekten muhafaza buyur. Mahşer gününde keşke diyenlerle beraber değil, kitabına sımsıkı sarılmışlarla ve dosdoğru yolunda yaşayıp ölmüşlerle haşreyle. 

Amin.

***

Dedi ki:

“Yanındayken Allah’ı anamadığın, ibadetlerini ertelediğin ya da sakladığın ve Allah’ın anıldığı ortamlara götüremediğin kişilerden ve onların mekanlarından uzaklaş. Dikkat et! Götürmek isteyeceğin değil, götüremediğin diyorum.”

Sınırların silikleşmesi gerektiğini iddia edenler çoğalıyordu. Başka bir ifadeyle; siyah ve beyaz ayrımı kaldırılsın, her yer gri olsun isteniyordu. Bu yüzden de birilerinin taviz vermesi gerekiyordu. Bu da genellikle dindar kişilerden bekleniyordu. 

Müslüman gençler, devamlı çeşitli tavizlere teşvik ediliyordu. Nasıl mı? Her ortamda bulunabilecekleri, her kesimle görüşebilecekleri, her işi yapabilecekleri ve ‘özgürlükleri savun ki sana karışmasınlar’ gibi kalıplara inandırılarak.

Böylelikle Allah’ın huzuruna taşınmayacak sönük balona benzeyen başarılara yıllar harcadı. O’nun kitabına ve sünnetine sarılmak yerine eninde sonunda bitecek olan dünyalıklara tutundu. Yani ne yazık ki Allah’a kul olmak hep geri plana itildi.

Dedi ki:

“Mümin olarak üzerine bastığın sınıra ve uymam dediğin kurala iyi bak! Ne senden, ne de benden çıkmıştır. Hafife aldığın, Allah’ın sınırıdır. Keyfini beklediğin, Allah’ın emridir. Ölüm kapında beklerken oyalanma. Ki kapı çalındığında hazır olasın!”

Ey Allahım! Bizi, iman ile Sana teslim olan ve ihlas ile Senin emirlerine itaat eden; Senin kitabına ve sünnetine sımsıkı sarılan ve Senin rızan için yaşayan kullarından eyle. Dünyanın yalanlarına ve geçici hayallerine tutunarak yanlış işlerle ve yanlış kişilerle meşgul olmaktan muhafaza buyur. 

Ey Allahım! Senin sınırlarından taviz vermemize sebep olabilecek cahillikten, nankörlükten ve kibirden Sana sığınırız. Ölüm geldiğinde amel kitabını almaya ve Senin huzuruna çıkmaya hazır olan Senin rızanı kazanmış, rahmetinle kuşanmış, katında yükselmiş, cennetine alınmış ve sevdiklerine kavuşmuş salih kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji