وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve değillerdir |
|
2 | يَمْلِكُ | sahip |
|
3 | الَّذِينَ | şeyler |
|
4 | يَدْعُونَ | yalvardıkları |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
7 | الشَّفَاعَةَ | şefa’at (yetkisin)e |
|
8 | إِلَّا | ancak bunun dışındadır |
|
9 | مَنْ | kimseler |
|
10 | شَهِدَ | şahidlik eden |
|
11 | بِالْحَقِّ | hakka |
|
12 | وَهُمْ | ve onlar |
|
13 | يَعْلَمُونَ | bilerek |
|
Sûrenin sonunda yine ana konuya, peygamberin tevhid mücadelesine dönülüyor. Fıtrî aklın hükümlerinden, müşriklerin inanç ve pratiklerinden de yararlanılarak putların tanrı olamayacağı, Allah’tan başka hiçbir varlıkta tanrılık niteliklerinin bulunmadığı, Allah’ın çocuğunun olmasının düşünülemeyeceği, bunun Tanrı kavramına ve O’nun temel niteliklerine ters düştüğü ikna edici bir üslûp içinde açıklanıyor.
79. âyetin geliş sebebi olarak, hicrete yakın günlerde Mekkeli müşriklerin toplanıp Hz. Peygamber’i öldürme kararı almaları olayı zikredilmiştir. Onlar bu kararı almışlar, fakat Allah’ın ezelde verdiği karar gerçekleşmiş, Peygamber efendimiz kurulan tuzaktan kurtulmuştur.
89. âyet bütün tebliğciler için geçerli bir ilkeyi ifade etmektedir: Tebliğcinin vazifesi bildirmektir, yapılacak her şey yapıldıktan sonra inkârda direnenler kendi hallerine bırakılır, insanları zorla imana getirmek için savaşılmaz, farklı inanç taşıyanlarla barış içinde yaşanır. Savaşın sebebi karşı tarafın hukuk tanımazlığıdır, insan hak ve hürriyetlerine saldırmasıdır. Bunlar engellenir, hak ve özgürlükler kurtarılır, hür düşünceleri ve iradeleri ile inkârı seçenlerin gerçeği anlamaları ya zamana veya âhirete bırakılır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 787-788وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
وَ istînâfiyyedir. لَا harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُ damme ile merfû muzari fiildir. cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِهِ car mecruru mahzuf aid zamirin haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الشَّفَاعَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِلَّا istisna harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası شَهِدَ بِالْحَقِّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَهِدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِالْحَقِّ car mecruru شَهِدَ fiiline mütealliktir.
هُمْ يَعْلَمُونَ hal cümlesi olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, cümleye hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan الشَّفَاعَةَ ‘nin amili لَا يَمْلِكُ fiilidir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.
مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Dua etme fiilinin muzari gelişi tekrarlandığını, sürekli bunu yapar hale geldiklerini ve açıkça görülen bu dengesizliğe dikkat etmediklerini anlatır.
اِلَّا istisna edatı, müşterek ism-i mevsûl مَنْ , müstesnadır. الَّذ۪ينَ ‘den istisna edilenleri bildiren مَنْ ‘in sılası olan شَهِدَ بِالْحَقِّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِالْحَقِّ car mecruru, شَهِدَ fiiline mütealliktir.
Ayetin sonundaki hal و ’ıyla gelen وَهُمْ يَعْلَمُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يَعْلَمُونَ - شَهِدَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şahitlik edecek varlık, şahitlik ettiği konuyu basiretle, kesin ve samimi olarak biliyor olacaktır. Şefaate ancak o malik olabilir. Buradaki istisna munkatı‘dır; ancak muttasıl da olabilir; çünkü Allah’tan başka yalvardıkları varlıklar içinde melekler de vardı. (Keşşâf)