قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَا |
|
|
3 | كُنْتُ | değilim |
|
4 | بِدْعًا | türedi biri |
|
5 | مِنَ | (arasında) |
|
6 | الرُّسُلِ | elçiler |
|
7 | وَمَا | ve |
|
8 | أَدْرِي | bilmem |
|
9 | مَا | ne |
|
10 | يُفْعَلُ | yapılacağını |
|
11 | بِي | bana |
|
12 | وَلَا | ne de |
|
13 | بِكُمْ | size |
|
14 | إِنْ | (hayır) |
|
15 | أَتَّبِعُ | ben uymuyorum |
|
16 | إِلَّا | başkasına |
|
17 | مَا | şey(den) |
|
18 | يُوحَىٰ | vahyedilen |
|
19 | إِلَيَّ | bana |
|
20 | وَمَا | ve değilim |
|
21 | أَنَا | ben |
|
22 | إِلَّا | başka bir şey |
|
23 | نَذِيرٌ | bir uyarıcıdan |
|
24 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Burada peygamberliğin başlıca özellikleri şöyle sıralanıyor: a) Bütün peygamberler temel özellikler bakımından birbirine benzerler. Daha önce bir peygamberi tanımış ve ona inanmış olanların sonra gelen hak peygambere inanmasında güçlük olmamalıdır. b) Peygamberler de dahil olmak üzere Allah’tan başka hiçbir varlık –istisnaî durumlarda Allah bildirmedikçe– gaybı bilmez; gelecekte olacaklar da gayba dahildir, nitekim Hz. Peygamber bunu bilmediğini açıkça ifade etmektedir. c) Peygamberlerin özel bilgi kaynakları vahiydir. Vahiy diğer inananlar gibi peygamberler için de bağlayıcıdır; ona uymak, uygun davranmak mecburiyeti vardır. d) Allah’tan emir alarak insanları dinî hayatları bakımından uyarma, dünyada yaptıklarının âhirette nasıl karşılık bulacağını bildirme görevi peygamberlere aittir, onlardan başka –bu mânada– uyarıcı yoktur, âlimler ve eğitimciler bu görevi peygambere tabi olarak yerine getirirler.
“b” şıkkında ifade edilen husus tefsirciler arasında tartışılmıştır. Bazıları, “Onun bilmediği, dünyada olacaklardır, âhirette kimlerin başına nelerin geleceğini bilir” demişlerdir. Bize göre bu bilgi de şahıs şahıs değil, geneldir, iman ve amellerin sonuçlarıyla ilgilidir. Dünyada olsun âhirette olsun onun bildiği münferit, özel, belli olaylar ve olacaklar, istisnaî olarak ve belli hikmetler çerçevesinde Allah’ın bildirmesi, vahyetmesiyle bilinmiştir. Buhârî’nin aktardığı şu bilgi de bu anlayışı açıkça desteklemektedir: Medine’ye hicret eden müminler, oranın yerlilerine misafir edilmeleri için dağıtılmış, Osman b. Ma’zûn isimli sahâbî de misafir kaldığı evde hastalanmış ve âhirete göçmüştü. Cenaze kefenlenmiş halde iken Hz. Peygamber eve gelmiş, evin hanımı ona ölü hakkındaki kanaat ve duygularını şöyle ifade etmişti: “Allah’ın rahmeti üzerine olsun ey Osman! Sana tanıklık ederim ki, Allah’ın ikram ve ihsanına nâil oldun.” Peygamberimiz hanıma, “Ona Allah’ın ihsanda bulunduğunu nereden biliyorsun?” diye sorunca kadın kendine geldi, “Bilmiyorum ey Allah’ın Resulü” dedi. Peygamberimiz de şöyle buyurdu: “O, rabbinden gelen şüphe götürmez gerçekle karşı karşıyadır, ben onun için hayır umuyorum. Yemin ederim ki ben Allah’ın elçisi olduğum halde hakkımda ne yapılacağını bilmiyorum.” Kadın da ekledi: “Vallahi ben de bundan sonra hiçbir kimseyi (‘Onun günahı yoktur, makamı cennettir’ diyerek) tezkiye etmem” (Buhârî, “Cenâiz”, 3).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 29-30قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُ mütekellim zamiri كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
بِدْعاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. مِنَ الرُّسُلِ car mecruru بِدْعاً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَٓا اَدْر۪ي atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَدْر۪ي fiili ي üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اَدْر۪ي ‘bilmek’ anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ism-i mevsûl olup, amili اَدْر۪ي ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُفْعَلُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُفْعَلُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ب۪ي car mecruru يُفْعَلُ fiiline mütealliktir.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. لَا بِكُمْ atıf harfi وَ ‘la car mecrura ب۪ي ‘ye matuftur.
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَتَّبِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansub ve يُوحٰٓى fiilinin naib-i failidir. İsm-i mevsûlun sılası يُوحٰٓى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
يُوحٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اِلَيَّ car mecruru يُوحٰٓى fiiline mütealliktir.
اَتَّبِعُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُوحٰٓى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. نَذ۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ ‘in sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat.
Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ
İstinaf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ , menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
‘İlk’ diye tercüme edilen بِدْعاً kelimesi ‘benzeri görülmeyen şey’ anlamındadır. (Ruhu-l Beyan)
Ayet قُلْ emriyle başlamıştır. Bu; sûrede bu şekilde başlayan dördüncü cümledir. Aslında bu emir Kur’an-ı Kerîm'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah'a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses farkedilir. Kur’an-ı Kerîm'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.111)
وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ
Bu cümle mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Ayetin başındaki olumsuzluk edatı olan مَٓا ; peygamberliğe ait görevlerden, dünyevî olaylardan bilgisi dışında olanlardır. Ahirette olacak olanlar değildir. Çünkü ahirete ait şeyleri bilmek, peygamberlik görevlerindendir. O konuda her iki tarafa da ne yapılacağını ayrıntılı bir şekilde bildiren vahiy gelmiştir. (Ebüssuûd)
Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümledeki muzâri fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
يُفْعَلُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَ atıf harfidir. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek için gelmiş zaid harftir.
ب۪ي ve ona matuf olan بِكُمْۜ car mecrurları يُفْعَلُ fiiline mütealliktir.
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ
Bu cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Muzari fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُوحٰٓى اِلَيَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki muzâri fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
يُوحٰٓى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatıyla oluşan iki tekit hükmündeki kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır.
Fiille mef’ûl arasındaki kasırların, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef’ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası da muzari fiil cümlesidir. Muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Kasr üslubu ile anlaşılıyor ki peygamber ancak vahyedilene tabi olmaktadır. Dini hüküm ve konularda yapmış olduğu fiiller ancak ve ancak Allah’ın kendisine indirmiş olduğu vahiy ile olduğu ifadesi ve vurgusu söz konusudur. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)
وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Ayetin fasılası, ta’lil cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنَا۬ maksûr/mevsuf, نَذ۪يرٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Kasr, izafîdir. (Âşûr) Müsnedün ileyh, nezir olmak sıfatına tahsis edilmiştir. Aynı zamanda başka sıfatların müsnedün ileyhte olmadığı ifade edilmiştir. Bunun sebebi nezir olmak vasfının kemâl dereceye ulaşmış olmasıdır. Yani mübtedada olan diğer sıfatlar yok sayılmıştır.
مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
الرُّسُلِ - يُوحٰٓى - نَذ۪يرٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.