Ahkaf Sûresi 10. Ayet

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟  ...

De ki: “Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat’ta görerek) şahitlik edip inandığı hâlde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَرَأَيْتُمْ hiç düşündünüz mü? ر ا ي
3 إِنْ eğer
4 كَانَ ise ك و ن
5 مِنْ
6 عِنْدِ katından ع ن د
7 اللَّهِ Allah
8 وَكَفَرْتُمْ ve siz inkar ettiyseniz ك ف ر
9 بِهِ onu
10 وَشَهِدَ ve görüp ش ه د
11 شَاهِدٌ bir şahid ش ه د
12 مِنْ -ndan
13 بَنِي oğulları- ب ن ي
14 إِسْرَائِيلَ İsrail
15 عَلَىٰ
16 مِثْلِهِ bunun benzerini م ث ل
17 فَامَنَ ve inandığı halde ا م ن
18 وَاسْتَكْبَرْتُمْ siz tenezzül etmemişseniz ك ب ر
19 إِنَّ şüphesiz
20 اللَّهَ Allah
21 لَا
22 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
23 الْقَوْمَ bir toplumu ق و م
24 الظَّالِمِينَ zalimlerden ظ ل م
 

Sûrenin ana konusu Kur’an’ın Allah kelâmı, Muhammed aleyhis­selâmın da gerçek peygamber olduğunu ispat etmektir. Bu maksatla sıralanan deliller ve ikna edici tartışma çerçevesinde bu âyetlerde şunlara yer verilmiş olmaktadır:

a) Kur’an’a ve peygambere iman edenler bulunduğuna göre inkâr­cıların bunda ısrar etmek yerine bir de “Ya gerçek ise, Allah’tan gelmiş ise biz ona inanmamakla neleri kaybetmiş olacağız” diye düşünmelerinin makul olacağı.

b) Kur’an’ın Allah’tan geldiği ve peygamberin doğru söylediği konusunda tanıklık eden, bununla da kalmayıp ona inanan bazı yahudilerin tanıklıklarının dikkate alınması gerektiği. Bu şahidin kim olduğu konusunda çeşitli yorumlar yapılmış, rivayetlere yer verilmiştir. Bu cümleden olarak “Şahit Hz. Mûsâ’dır, Tevrat’da Hz. Peygamber’in geleceğini bildirmiştir”; “Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’dır”; “Mekke müşriklerinin ticaret için gittikleri Medine’de ve başka yerlerde karşılaştıkları bazı yahudilerdir” diyenler olmuştur. Birinci ihtimal oldukça zayıftır; çünkü bu şahitlik Mekkeliler için ikna edici olmaz. İkinci ihtimal bazı sağlam rivayetlere dayanmakla beraber sûrenin Mekke’de inmiş olması bu yorumu zayıflatmaktadır. Bunu savunanlara göre sûrenin bütünü Mekke’de inmiş olmakla beraber bu âyet daha sonra Medine’de gelmiş ve sûredeki yerine konmuştur (Râzî, XXVIII, 7; Kurtubî, XVI,181; Şevkânî, V, 23). Bize göre ikinci ve üçüncü ihtimaller birbiri ile çelişmediği için kabul edilebilir niteliktedir.

c) İnkârda ısrar eden Arap müşriklerinin, servet ve saltanatlarına güvenerek Allah’tan gelecek her iyi ve güzel şeyin öncelikle kendilerine gelmesi gerektiği konusundaki değerlendirmelerinin yanlış olduğu; insanların Allah katındaki değerlerinin servet ve saltanata değil, imana, ahlâka ve iyiliklere bağlı olduğu.

d) Araplar’ın yakınlarında olan ve temas halinde bulundukları yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ı ölçü olarak almalarının uygun olacağı. Hz. Mûsâ ve Tevrat ile Hz. Muhammed ve Kur’an arasında önemli benzerlikler vardır, fark dilde ve şekildedir; içerik ve amaç benzerliği, kaynak birliğinin ve gerçekliğin önemli bir delilidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 30-31
 

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اَرَاَيْتُمْ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir.  رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  رَاَيْتُمْ ‘ün iki mef’ûlüde mukadderdir. Takdiri, أرأيتم حالكم إن كان كذا ... ألستم ظالمين  (Gördünüz mü haliniz böyleyse... Siz zalim değil misiniz?) şeklindedir.  

كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  cümlesi, fiil ve iki mef’ûlü arasında itiraziyyedir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, خسرتم (Kaybettiniz, zarar ettiniz) şeklindedir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur.  كان ’nin ismi müstetir olup mahallen merfûdur. 

مِنْ عِنْدِ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberrine mütealliktır.  كَفَرْتُمْ  atıf harfi وَ ‘la  كَانَ ‘li cümleye matuftur. 

كَفَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  كَفَرْتُمْ  fiiline mütealliktir. شَهِدَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

شَهِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  شَاهِدٌ  fail olup lafzen merfûdur. مِنْ بَن۪ٓي  car mecruru  شَاهِدٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اِسْرَٓائ۪لَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَلٰى مِثْلِه۪  car mecruru  شَهِدَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اسْتَكْـبَرْتُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اسْتَكْـبَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰمَنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اسْتَكْـبَرْتُمْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, كبر ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfudur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih, kınama ve takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Burada kelam, Allah’ın Resulüne emri şeklinde gelmiş olmakla beraber, ondan sonra gelen herkese, özellikle de gaybı inkâr edip iman etmeyen, bu konuda ısrarcı olan gruba yöneliktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.239)

İki mef’ûle müteaddi olan  اَرَاَيْتُمْ  fiilinin mef’ûllerinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri  أرأيتم حالكم إن كان كذا ألستم ظالمين؟  (Gördünüz mü haliniz böyleyse... Siz zalim değil misiniz?) şeklindedir.  اَرَاَيْتُ  burada ‘anlamak’ anlamındadır. Şart üslubundaki  اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  cümlesi birinci ve ikinci mef’ûl arasında itiraziyyedir.

İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

Şart cümlesi  اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  car mecruru, كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَكَفَرْتُمْ بِه۪  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine, atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. Fakat burada isim cümlesiyle sübut, fiil cümlesiyle hudûs kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Şartın, takdiri  ظلمتم (Zülmettiniz) olan cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Kısa yoldan ifade için gelen  عِنْدِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir.

اِنْ  şart harfi,  كَانَ  şart fiilidir. Cümlede icaz-ı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur; takdiri şöyledir: Ya Kur’an Allah katından gelmişse ve siz onu inkâr ediyorsanız, o zaman zalim olmaz mısınız!? Ayetin devamındaki  اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ [Zalim bir kavmi, Allah elbette doğru yola getirmez ] sözü de mahzufun bu şekilde takdir edilmesi gerektiğine delalet eder. (Keşşâf)  

اَرَاَيْتُمْ  [Bana haber verin] cümlesi Kur’an'da pek çok kere geçmiştir. Birçok yerde, arkasından da şart cümlesi gelmiş ve okuyucunun uyanık, enerjik, şuurlu ve durumu değerlendirebilecek kudrette olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavî açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînimizi arttırır. Sanki bu ayetler Kur’an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.117)


 وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesinin haberî olması bu atfı mümkün kılmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Müsnedün ileyh olan  شَاهِدٌ  ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir. 

Ayette adı geçen şahit, Abdullah b. Selâm'dır. Yahudilerden Tevrat'ı en iyi bilendi. Asıl adı, Husayn'dı. Resulullah (sav) kendisine Abdullah ismini verdi. Bu zat, Hazret-i Peygamberin Medine'yi teşriflerini duyunca ona geldi, mübarek yüzüne baktı. Onun, bir yalancı yüzü olmadığını anladı. Düşündü ve onun beklenen peygamber olduğuna kanaat getirdi. (Ruhu’l Beyan)

مِنْ بَن۪ٓي  car mecruru, شَاهِدٌ  sıfatına,  عَلٰى مِثْلِه۪  car mecruru, شَهِدَ  fiiline mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

عَلٰى مِثْلِه۪ ‘deki zamir Kur’an’a racidir; yani anlamca ‘Kur’an’ın benzeri olan Tevrat hakkında şahitlik ediyorsa’ demektir. Bu da Tevrat’ta bulunan ve Kur’an’ın konularına uygun düşen tevhit, vaat, vaîd gibi manalardır. (Keşşâf)

Aynı üslupta gelen  فَاٰمَنَ  cümlesi شَهِدَ شَاهِدٌ  cümlesine  فَ  ile,  وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ  cümlesi de makabline  وَ  ile atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

شَهِدَ  -  شَاهِدٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاٰمَنَ  sözündeki iman, Kur’an’ın benzerine şahitlik etmesinin bir neticesi kılınmıştır; çünkü o (şahit), Kur’an’ın benzerinin Musa’ya (as) indiğini, onun vahiy cinsinden olup beşer sözü olmadığını bilip, sonra da insaflı davranarak buna şahitlik edince ve itirafta bulununca iman bunun bir neticesi olmuştur. (Keşşâf)

كَفَرْتُمْ - اٰمَنَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lafza-i celâl mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ [zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.] cümlesinde onların zalimlikle nitelenmesi, hükmün gerekçesine işaret etmesi içindir. Allah'ın onları hidayete erdirmemesi, açık delillere rağmen onların inat etmeleri ve zulümleri sebebiyledir. Bu ifade, onlar için hiçbir mazeretin söz konusu olmadığına işaret etmektedir. Çünkü bir iddianın doğruluğuna şahit bulunduğu zaman, husumet son bulur, dava sonuçlanır. (Ruhu’l Beyan)

الْقَوْمَ  için sıfat olan  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

الظَّالِم۪ينَ - يَهْدِي  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle kelamı, henüz tamamlanmamış olan öncesinden kesin bir şekilde ayırır. Çünkü şartın cevabı zikredilmemiştir. Ayrıca istinafla gelmiş ve asıl tekid edatıyla tekid edilmiştir. Müsnedün ileyh, fiil olan habere takdim edilmiştir. Bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları kendinde toplayan lafza-i celâl gelmiştir. Zulmün onların asıl yapısı olduğuna delalet eden kavim kelimesi kullanılmıştır. Zalimler kelimesi elif-lâm ile tarif edilmiş; böylece de kavmin her ferdi kastedilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.420)