اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ
Bizim “İktidara gelmiş olsanız...” şeklinde çevirmeyi tercih ettiğimiz kısmı, “küfre döndüğünüzde” şeklinde çevirmek de mümkündür. Her iki mânaya göre de imandan ve ilâhî irşaddan yüz çevirenlerin sosyal, siyasî ve ahlâkî faaliyetlerde başarılı olamayacaklarına, imkânları kötüye kullanacaklarına, tabii ve sosyal düzeni bozacaklarına işaret edilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 57
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَعَنَهُمُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَعَنَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَمَّهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَعْمٰٓى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَبْصَارَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَصَمَّهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صمم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, الَّذ۪ينَ haberdir, mahallen merfudur.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan لَعَنَهُمُ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tehditi artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üsluptaki فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ cümleleri, sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ ifadesinde temsilî istiare vardır. Onları sağır ve kör etmek hidayete nail olamayacakları anlamında müstear olmuştur.
اَعْمٰٓى - اَبْصَارَ ve اَصَمَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, اَعْمٰٓى - اَبْصَارَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki ayetteki عَسَيْتُمْ ile bu ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Burada bunları bu şekilde kınarken, böyle kınama yoluyla bile hitaba layık olmadıklarını anlatılmaktadır. (Elmalılı)
Bu ayette şöyle bir incelik bulunmaktadır: Allah teâlâ, "onları sağır yaptı" buyurmuş, "onların kulaklarını sağırlaştırdı" dememiştir. Halbuki buna karşılık, "Allah onların gözlerini kör yaptı" buyurmuş, "Allah onları kör etti" dememiştir. Bu böyledir, zira göz, görmenin aletidir. Dolayısıyla, o göze şayet bir musibet isabet ederse, görme olmaz. Ama kulağa, onu dilme, ya da kökünden kesme gibi bir bela isabet ederse, kulak, sözü yine duyar. Çünkü kulak, dalgalanan hava çok bulunsun ve ansızın kulak zarına çarpıp da böylece, tıpkı güçlü bir sesin eziyyet vermesi gibi eziyyet vermesin diye, onda birtakım kıvrımlar ve girinti çıkıntılar bulunacak şekilde yaratılmıştır. İşte bu sebeple, hiç kulak ifadesine yer vermeksizin, "onları sağır etti" buyurmuş, gözü zikrederek de "onların gözlerini kör yaptı" buyurmuştur. Çünkü buradaki اَبْصَارَ kelimesi "göz, gözler" anlamındadır. Bu manaya olduğu için, Cenab-ı Hak onu, çoğul olarak " اَبْصَارَ /gözler" şeklinde söylemiştir. Şayet masdar (görmek) anlamında olsaydı, çoğul olarak gelmezdi. Binâenaleyh, "sağır-sapma"da kulağın bir payı olmadığı için, "kulak" ifadesine yer verilmemiş, gözün, görmede bir payı bulunduğu, hatta görmenin tamamen kendisi olduğu için, "göz" zikredilmiştir. Bunun böyle oluşunun delili şudur: Cenab-ı Hak, bu ayetin dışındaki yerlerde, kulakla ilgili bela ve musibetlerden bahsettiğinde, o belayı kulaklara nispet eder ve ona, وقر "ağırlık" adını verir. Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette, ["...Ve kulaklarımızda sağırlık vardır"] (Fussilet, 5); bir başka ayetinde de ["Sanki kulaklarında ağırlık vardır..."] (Lokman, 7) buyurmuştur. وقر kelimesinin ifade ettiği mana, الصَّمِّ kelimesinin ifâde ettiği mananın altındadır. الطَّرَشُ kelimesi de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)