Muhammed Sûresi 7. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ  ...

Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنْ eğer
5 تَنْصُرُوا siz yardım ederseniz ن ص ر
6 اللَّهَ Allah(ın dinin)e
7 يَنْصُرْكُمْ (O da) size yardım eder ن ص ر
8 وَيُثَبِّتْ ve sağlam tutar ث ب ت
9 أَقْدَامَكُمْ ayaklarınızı ق د م
 

Allah’ın yardıma ihtiyacı bulunmadığı kesin olduğuna göre “Allah’a yardım”, mecazi olarak “O’nun dinine, peygamberine” yardım demektir. Bu âyet bir ilâhî sünnete (imtihan ve sa‘y olarak anılan âdete, kanuna) ışık tutmaktadır: Allah dünya hayatını imtihan için takdir buyurduğundan yardımını da kulun kendisine düşeni yerine getirmiş olmasına, sözlü dua yanında amel ve çabalarıyla fiilî duasını da yapmış bulunmasına bağlamıştır. Kul iyiliğe doğru bir adım atarsa Allah, yardım ve ödül olarak bin adım atmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 49
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ ’dır.  

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَنْصُرُوا  şart fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  يَنْصُرْكُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. يَنْصُرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُثَبِّتْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الْاَقْدَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يُثَبِّتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ثبت ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida harfi,  اَيُّهَا  münadadır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43) 

Istînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı olan  اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.  تَنْصُرُوا اللّٰهَ  şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَنْصُرْكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Şart ve cevap cümleleri arasında müşâkele sanatı vardır. 

Müşâkele kelimesinin lügat manası benzemektir. Istılah manası ise bir manayı, hakiki veya takdirî olarak refakatinde bulunan bir lafız sebebiyle o manayı ifade eden lafızla değil de başka bir lafızla; lafzın zıddıyla, ya da münasip olan bir lafızla ifade etmek demektir. Müşâkelede lafız lugatta vaz olunduğu mana dışında kullanıldığı için bazı alimler bunu mecâz sayarak Beyân İlmine dahil etmişlerdir. Bazıları ise cinâs kabul etmişlerdir.  يَنْصُرْكُمْ  kelimesinde sebebiyye alakasıyla mecâz-ı mürsel olduğu görülür. Çünkü sebep zikredilmiş müsebbep murad edilmiştir. Ama bu örnekte mecâz-ı mürsel olmasa da müşâkale sebebiyle belâgat ve güzellik vardır. Diyebiliriz ki müşâkele, mecâz-ı mürsel veya istiâreyle üslup güzelliği ve belâgatta yarışır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَثْبِيتُ الأقْدامِ , burada  يَقِينِ  sağlam ve ayakları yere sağlam basan ve hareket etmeyen kişinin durumunda kesinliği ve zayıflığın olmayışın; kayma da, sahibini düşürdüğü için yenilgiyi ve hayal kırıklığını temsil eder. (Âşûr)

Burada ayakların zikredilme sebebi; sabit kalmanın aleti olmaları dolayısıyladır. Âliyet  (alet) alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Sâbûnî de alakanın cüziyet olduğunu söylemiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 تَنْصُرُوا - يَنْصُرْكُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yardım iki türlüdür. Birincisi: Kulun yardımıdır. Bu, dinin delillerini izah, anlamayanların şüphelerini gidermek, hükümlerini, farzlarını, sünnetlerini, helâlini, haramını ve onlarla ameli izah etmek, sonunda da Allah'ın adını yüceltmek için çalışmak ve savaşmakla olur. Bu da ya bizzat savaşarak, veya mücahidlerin bayrağı altında toplanarak onların kalabalığını artırmak suretiyle olur, ya da din düşmanlarını alt etmek, Müslümanların zaferi, kâfirlerin rüsvay olması için: ”Ey Allah'ım! Dine yardım edenlere sen de yardım et. Dine karşı gelenden yardımını kes," diye dua etmekle olur. Bundan sonra da, nefsine karşı Allah'a yardım ederek en büyük cihadı yapar. Nefsini yere çalar, öldürür. Öyle ki, nefsânî arzulardan eser kalmaz.

İkincisi: Allah'ın yardımıdır. Bunun yolu da şudur: Peygamberler gönderir, kitaplar indirir, deliller ve mucizeler gösterir. Cennete ve cehenneme götüren yolları açıklar. Büyük ve küçük cihadı emreder. Hevâsına uyarak değil, Allah'ın rızasını ve dinini düşmanlarının dinine üstün olmasını, Allah'ın adının yücelmesini isteyerek çalışana yardım eder. (Ruhu’l Beyân)

Allah Teâlâ’nın kendisi ihtiyaçtan münezzeh olduğu için burada ‘’Allah'a yardım’’ ifadesi emrini tutmak, dinine ve Resulüne yardım etmek manasından mecazdır. Bunun asıl nüktesi şudur: Dinî fiiller zorla değil, kulların iradeleriyle yapılması matlub olan ihtiyarî yani isteğe bağlı fiillerdir. Onun için kulun cüz'î iradesi harekete geçmeden, istenen netice ve sevap meydana gelmez. O hususta ilâhî irade kulların niyet ve isteklerine bağlıdır. İşte bu şekilde Allah'ın emirlerini yerine getirmek için kulların cüz'î iradelerini sarf etmekle yapacakları hizmetlerine, “Allah'a yardım” denilmiştir ki bu da isnadda mecaz, yahut istiaredir. Yani imandan sonra siz Allah'ın emirlerini yerine getirmek, rızasına ermek için size şart kılmış olduğu niyet ve gayretlerinizi sarf etmek suretiyle dinine hizmet edersiniz. Allah size yardım eder, sizi düşmanlarınıza galip ve muzaffer kılar. Ve ayaklarınızı sıkı bastırır. Savaş alanlarında, cihat mevkilerinde ayaklarınızı kaydırmaz ve metanetle sizi üstün kılar. (Elmalılı)