Fetih Sûresi 21. Ayet

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً  ...

Henüz elde edemediğiniz, fakat Allah’ın, ilmiyle kuşattığı başka (kazançlar) da vardır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُخْرَىٰ ve başka (şeyler) ا خ ر
2 لَمْ
3 تَقْدِرُوا henüz ele geçiremediniz ق د ر
4 عَلَيْهَا onları
5 قَدْ fakat
6 أَحَاطَ kuşatmıştır ح و ط
7 اللَّهُ Allah
8 بِهَا onları
9 وَكَانَ ve ك و ن
10 اللَّهُ Allah
11 عَلَىٰ üzerine
12 كُلِّ her ك ل ل
13 شَيْءٍ şey ش ي ا
14 قَدِيرًا kadirdir ق د ر
 
Tefsirlerde genel olarak müslümanların ileride kazanacakları zaferler ve sağlayacakları imkanların kastedildiği belirtildiği gibi, özellikle Hayber’de elde edilecek başarıya işaret edildiği yorumu da yapılmıştır.
 

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  كَفَّ  veya  وَعَدَكُمُ ‘e matuftur.  اُخْرٰى  kelimesi mahzuf  وَعَدَكُمُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda mukadder mevsufun sıfatıdır. Takdiri, مغانم أخرى (Başka ganimetler) şeklindedir.  

لَمْ تَقْدِرُوا  cümlesi  اُخْرٰى ‘nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَقْدِرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا  car mecruru  تَقْدِرُوا  fiiline mütealliktir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَحَاطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. بِهَا  car mecruru  اَحَاطَ  fiiline mütealliktir. 

اَحَاطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ‘nin ismi olarak lafzen merfûdur. 

عَلٰى كُلِّ car mecruru  قَد۪يراً ‘e mütealliktir. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يراً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. 

قَد۪يراً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا 

 

Atıf harfi  وَ ‘la وَعَدَكُمُ  cümlesine atfedilmiş cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

اُخْرٰى  mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Takdiri,  وَعَدَكُمُ (Size vadetti) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

لَمْ تَقْدِرُوا  cümlesi  اُخْرٰى  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُخْرٰى (daha başka) ifadesi  هٰذِه۪ (bu) zamirine atfedilmiştir (mansubdur); yani bu ganimetleri size peşin vermiştir; Size ele geçiremediğiniz daha başka ganimetler de lütfedecektir ki bunlar da Huneyn Gazvesi’nde alınan Hevâzin ganimetleridir. اُخْرٰى (daha başka) ifadesi  اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ [Allah ilmiyle onu tamamen kuşatmıştır.] ifadesince tefsir edilen gizli bir fiille mansub da olabilir ki takdiri şöyledir:  وَقَضيَ الله اُخْرٰى قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ (Allah, ilmiyle kuşatmış olduğu daha başka ganimetleri de size vermeye hükmetmiştir). O zaman  لَمْ تَقْدِرُوا (ele geçiremediğiniz) ifadesi اُخْرٰى ’nın sıfatı olur. اُخْرٰى  mübteda olmak üzere merfû da olabilir; çünkü لَمْ تَقْدِرُوا  (ele geçiremediğiniz) ifadesinin mevsufudur; bu durumda, قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَا  [Allah [ilmiyle] onu tamamen kuşatmıştır] ifadesi mübtedanın haberi olur. اُخْرٰى  mecrur da olabilir; bu durumda başında bir  رُبَّ (nice) edatının gizlendiği kabul edilir. (Keşşâf)


 قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Râgıb el-İsfahânî, ”Kuşatma" diye tercüme ettiğimiz  اَحَاطَ  kelimesinin iki mana ifade ettiğini söyler:

Buna göre birincisi; cisimlerde söz konusudur. ”Falan yeri kuşattım" denilmesi gibi. Bu anlamda olmak üzere, koruma karşılığında da kullanılır. [”Allah her şeyi kuşatıcıdır."] (Nisa: 126) ayetinde bu manadadır. ”Her yönden onu koruyucudur" demektir. Yine bu anlamda ‘men etmek’ karşılığında da kullanılır. [”De ki; Etrafınızın kuşatılması hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair..."] (Yûsuf: 66) ayetinde de bu manadadır.

İkincisi: ‘Bilmek’ anlamındadır. [‘’...Şüphesiz Allah her şeyi ilmen kuşatmıştır.’’] (Talâk: 12) ayetinde bu anlamda kullanılmıştır. Bir şeyi ilmen kuşatmak: Onun varlığını, cinsini, miktarını, keyfiyetini, yaratılış gayesini, onunla ve ondan olan her şeyi bilmektir. Böyle bir bilgi de sadece Allah'a aittir. [”Bilakis onlar, ilmini kavrayamadıkları (ihata edemedikleri) şeyi yalanladılar..."] (Yûnus: 39) ayeti başkalarının bunu bilemeyeceğini belirtmektedir. (Ruhu’l Beyan)


وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً

 

وَ , istinâfiyye harfidir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amili olan  كَانَ ’nin haberi  قَد۪يراً۟ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın her şeye muktedir olduğu, kudretinin umuma şamil olduğunu vurgulamıştır.

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder. 

قَد۪يراً  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. 

Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde  konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde   كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)