10 Şubat 2026
Fetih Sûresi 16-23 (512. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fetih Sûresi 16. Ayet

قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً  ...


Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لِلْمُخَلَّفِينَ geride kalanlara خ ل ف
3 مِنَ dan
4 الْأَعْرَابِ Araplar- ع ر ب
5 سَتُدْعَوْنَ siz yakında da’vet edileceksiniz د ع و
6 إِلَىٰ karşı
7 قَوْمٍ bir kavme ق و م
8 أُولِي sahibi ا و ل
9 بَأْسٍ güç ب ا س
10 شَدِيدٍ çok kuvvetli ش د د
11 تُقَاتِلُونَهُمْ onlarla savaşırsınız ق ت ل
12 أَوْ yahut
13 يُسْلِمُونَ (onlar) müslüman olurlar س ل م
14 فَإِنْ eğer
15 تُطِيعُوا ita’at ederseniz ط و ع
16 يُؤْتِكُمُ size verir ا ت ي
17 اللَّهُ Allah
18 أَجْرًا bir mükafat ا ج ر
19 حَسَنًا güzel ح س ن
20 وَإِنْ ve eğer
21 تَتَوَلَّوْا dönerseniz و ل ي
22 كَمَا gibi
23 تَوَلَّيْتُمْ döndüğünüz و ل ي
24 مِنْ
25 قَبْلُ önceden ق ب ل
26 يُعَذِّبْكُمْ size azabeder ع ذ ب
27 عَذَابًا bir azapla ع ذ ب
28 أَلِيمًا acıklı ا ل م

Yukarıda da işaret edildiği gibi Hudeybiye seferine katılmayanlara, Hayber Savaşı’na olmasa da “ileride çetin bir düşmana karşı yapılacak bir savaşa çağırılacakları”nın bildirilmesi, onların münafıklar olmadığını gösteren delillerden biridir. Müminlerin kendileriyle savaşmaya çağırılacakları bu çetin ve güçlü düşmanın hangisi olduğu konusunda farklı belirlemeler yapılmış; Huneyn’de savaşılan Sakîf ve Hevâzin, Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanında kendileriyle savaşılan mürtedler, İran, Bizans gibi isimler ileri sürülmüştür. Meâlde geçen “Ya kendileriyle savaşacaksınız yahut müslüman olacaklar” cümlesi bu çetin düşmanı belirlemede önemli bir ipucu vermektedir. Bilindiği gibi Ehl-i kitap ile müslümanlar üç farklı ilişki içinde bulunabilirler: İslâm’a davet, savaş, vergiye ve diğer şartlara bağlı barış ve antlaşma. Arap müşrikleri ile mürtedlere gelince seçenek ikiye inmektedir: Ya müslüman olacaklar ya da savaşı göze alacaklar. Şu halde âyette sözü edilen çetin ve güçlü düşman ya Arap müşrikleri ya da mürtedlerdir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1705).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72-73

قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. لِلْمُخَلَّف۪ينَ  car mecruru  قُلْ  fiiline mütealliktir. مِنَ الْاَعْرَابِ  car mecruru  مُخَلَّف۪ينَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.

Mekulü’l-kavli  سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  تُدْعَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلٰى قَوْمٍ  car mecruru  تُدْعَوْنَ  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, إلى قتال قوم (Kavimle savaşmaya) şeklindedir. اُو۬ل۪ي  kelimesi  قَوْمٍ ‘nin sıfatı olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ي ’dır. بَأْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَد۪يدٍ  kelimesi  بَأْسٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  تُقَاتِلُونَهُمْ  cümlesi naib-i failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُقَاتِلُونَهُمْ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسْلِمُونَ  atıf harfi  اَوْ  le makabline matuftur.

تُقَاتِلُونَهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُسْلِمُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سلم ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُخَلَّف۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.


 فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تُط۪يعُوا  şart fiili olup,  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُؤْتِكُمُ  cümlesi şartın cevabıdır. يُؤْتِكُمُ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

اَجْراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  حَسَناًۚ  kelimesi  اَجْراً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

يُؤْتِكُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ‘dır.

تُط۪يعُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَتَوَلَّوْا  şart fiili olup,  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle amili  تَتَوَلَّوْا ‘in mahzuf mef’ûlü mutlakına mütealliktir. 

تَوَلَّيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلُ  car mecruru  تَوَلَّيْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

قَبْلُ ‘nün muzâfun ileyhi hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُعَذِّبْكُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. يُعَذِّبْكُمْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَذَاباً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. اَل۪يماً  kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَتَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

يُعَذِّبْكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid içindir.

Burada  مِنَ الْاَعْرَابِ (Bedevilerden) sıfatının tekrar edilmesi, bu sözlerin  سَيَقُولُ لَكَ المُخَلَّفُونَ مِنَ الأعْرابِ شَغَلَتْنا أمْوالُنا وأهْلُونا  şeklindeki (Fetih/1) ayetinin hakkında nazil olduğu kişileri kastettiğini beyan etmek içindir ki dinleyenler  المُخَلَّفِينَ  kelimesiyle geride kalanların hepsinin kastedildiğini vehmetmesin. (Âşûr) 

سَتُدْعَوْنَ  fiilinin  اِلٰى  harf-i ceriyle müteaddi olması yürüme anlamını ifade etmek içindir. Bu; davet fiilinin  اِلٰى  ve lam harf-i ceri ile müteaddi olması durumundaki ince farktır. (Âşûr) 

اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ  kelimeleri  قَوْمٍ  kelimesi için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

تُقَاتِلُونَهُمْ  cümlesi naib-i failin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُسْلِمُونَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

اُو۬ل۪ي  , بَأْسٍ  , شَد۪يدٍ  kelimeleriyle sıfatlanan  قَوْمٍ ’deki nekrelik ‘muayyen olmayan bir’ manasındadır.

تُقَاتِلُونَهُمْ - يُسْلِمُونَۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. Bu cümleler arasında mukabele sanatı oluşmuştur.

اَوْ يُسْلِمُونَۚ (veya teslim bayrağını çekerler) ifadesi,  تُقَاتِلُونَهُمْ (onlarla savaşırsınız) ifadesine matuftur; yani iki durumdan mutlaka biri olacaktır; ya kendileriyle savaşılacak veya İslam’a gireceklerdir; üçüncü bir seçenekleri yoktur. (Keşşâf)


فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ

فَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle … سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ  cümlesine, atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Cümlenin haber manalı olması, bu atfı mümkün kılmıştır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  تُط۪يعُوا  cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. 

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

حَسَناً  kelimesi  اَجْراً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ  ifadesinde istiare vardır. İtaat edenlerin mükâfatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.

 

 وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً

 

وَ , atıf harfidir. Cümle önceki şart cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki  تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ  cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , amili olan تَتَوَلَّوْا  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir.  ما ’nın sılası olan  تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ  cümlesi masdar tevilinde, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَبْلُ  cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اَل۪يماً ‘le sıfatlanan  عَذَاباً  mef’ûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.

Cümledeki müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh birinci dönüş, müşebbehün bih ikinci dönüştür.

تَتَوَلَّوْا  -  تَوَلَّيْتُمْ  ve  يُعَذِّبْكُمْ - عَذَاباً  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ  cümlesiyle, وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

تُط۪يعُوا - تَتَوَلَّوْا  ve  اَجْراً - عَذَاباً  ve  اَل۪يماً - حَسَناًۚ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâkı hafî sanatı vardır.

اَل۪يماً۟  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Fetih Sûresi 17. Ayet

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟  ...


Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değillerdir.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 عَلَى
3 الْأَعْمَىٰ köre ع م ي
4 حَرَجٌ güçlük ح ر ج
5 وَلَا ve yoktur
6 عَلَى
7 الْأَعْرَجِ topala ع ر ج
8 حَرَجٌ güçlük ح ر ج
9 وَلَا ve yoktur
10 عَلَى
11 الْمَرِيضِ hastaya م ر ض
12 حَرَجٌ güçlük ح ر ج
13 وَمَنْ ve kim
14 يُطِعِ ita’at ederse ط و ع
15 اللَّهَ Allah’a
16 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
17 يُدْخِلْهُ onu sokar د خ ل
18 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
19 تَجْرِي akan ج ر ي
20 مِنْ
21 تَحْتِهَا altından ت ح ت
22 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
23 وَمَنْ ve kim
24 يَتَوَلَّ yüz çevirirse و ل ي
25 يُعَذِّبْهُ onu azablandırır ع ذ ب
26 عَذَابًا bir azaba ع ذ ب
27 أَلِيمًا acıklı ا ل م

Mazeretsiz olarak haklı savaşa katılmamak hem hukukî hem de dinî ve ahlâkî bakımdan önemli bir ihlâl ve itaatsizliktir; başka bir deyişle günahtır ve suçtur. Bunu ortaya koyan ifadelerden sonra ve önce, engellilik, hastalık gibi mazeretlerle savaşa katılmayanların müstesna olduğu, onların maddî ve mânevî müeyyidelere konu olmadığı açıklanarak ilgililer rahatlatılmış ve teselli edilmiştir.

 


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 73

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ

 

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَلَى الْاَعْمٰى  car mecruru  لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌ  kelimesi  لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.  لَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ  atıf harfi وَ ‘la  عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ ‘a matuftur.


 وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ 

 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى ‘ya matuftur. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُطِـعِ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُطِـعِ  şart fiili olup, sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  

رَسُولَهُ  atıf harfi وَ ‘la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُدْخِلْهُ  cümlesi şartın cevabıdır. يُدْخِلْهُ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. تَجْر۪ي  fiili  جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُۚ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُطِـعِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dır. 

يُدْخِلْهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  مَنْ يُطِـعِ ‘ya matuftur. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتَوَلَّ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَوَلَّ  şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يُعَذِّبْهُ  cümlesi şartın cevabıdır. يُعَذِّبْهُ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَذَاباً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. اَل۪يماً۟  kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَلَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

يُعَذِّبْهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَى الْاَعْمٰى  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌ  muahhar ismidir. 

لَيْسَ عَلَى ٱلۡأَعۡمَىٰ حَرَجࣱ وَلَا عَلَى ٱلۡأَعۡرَجِ حَرَجࣱ وَلَا عَلَى ٱلۡمَرِیضِ حَرَجࣱۗ  cümlesi  وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً (Fetih/16) cümlesi ile  وَمَن یُطِعِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ  cümlesi arasında itiraz olarak gelmiştir. (Âşûr) 

حَرَجٌ ’daki tenvin, kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir. 

حَرَجٌ ‘ın aslı, bir şeyin toplandığı yer demektir. Günaha haraç dendiği gibi sıkıntıya da haraç denilir. (Rûhu-l Beyân)

وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ  ve  وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ  şeklindeki müteakip iki cümle, nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Bu cümlelerdeki nefiy harfi  لَا , olumsuzluğu tekid eden zaid harftir. Bu nedenle son iki cümle talebî kelamdır.

Bu ayet, sadece üç sınıf kimseyi mazeretli olarak saymıştır. Çünkü mazeret (özür), ya bir uzuvdaki arıza, yahut da kuvvetteki arıza sebebiyle olur. Uzvun arızalı olması sebebiyle olan özür, kendisiyle düşmana ulaşmaya ve savaş meydanlarına geçmeye mani olan özürlerdir. Yahut da harp meydanlarında bulunmaya ve oraya ulaşmaya mani, sayesinde tam bir fayda sağlanan uzuvdaki özürdür. Birincisi ayak, ikincisi ise göz ile ilgili kusurlardır. (Fahreddin er-Râzî)  

الْاَعْرَجِ - حَرَجٌ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَعْرَجِ  - اَعْمٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

حَرَجٌۜ  - وَلَا - عَلَى  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  Ayetin bu bölümünde  حَرَجٌ (sakınca) lafzı tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Bu, o özür sahiplerine bir vebal olmadığını vurgulamak içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu sınıflardan, savaşa katılmak yükümlülüğünün kaldırılması, bu gibi meşru mazeretlerin mutlaka gözetilmesini ve malullerin ruhsatının genişletilmesinin zorunluluğunu açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd) 

 

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la,  لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ  cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Sübut ve istimrar ifade eden  مَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini etkiler.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ  cümlesi şartın cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

رَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması resul için şan ve şereftir. 

Cümlede Allah’a itaatten sonra resulüne itaatin zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُۜ ‘ya takdim edilmiştir.

يُدْخِلْهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

رَسُولَ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟

 

Atıf harfi  وَ  ile  يُطِـعِ اللّٰهَ  cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ يَتَوَلَّ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  يَتَوَلَّ  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اَل۪يماً۟  kelimesi  عَذَاباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ  cümlesiyle, وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

يُعَذِّبْهُ - عَذَاباً  kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُطِـعِ - يَتَوَلَّ  ve  جَنَّاتٍ - عَذَاباً  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

عَذَاباً - اَل۪يماً۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَل۪يماً۟  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Fetih Sûresi 18. Ayet

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ  ...


18-19. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 رَضِيَ razı olmuştur ر ض و
3 اللَّهُ Allah
4 عَنِ -den
5 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler- ا م ن
6 إِذْ zaman
7 يُبَايِعُونَكَ sana bi’at ettikleri ب ي ع
8 تَحْتَ altında ت ح ت
9 الشَّجَرَةِ ağacın ش ج ر
10 فَعَلِمَ bildi ع ل م
11 مَا olanı
12 فِي
13 قُلُوبِهِمْ onların kalplerinde ق ل ب
14 فَأَنْزَلَ ve indirdi ن ز ل
15 السَّكِينَةَ huzur ve güven س ك ن
16 عَلَيْهِمْ onların üzerine
17 وَأَثَابَهُمْ ve onlara verdi ث و ب
18 فَتْحًا bir fetih ف ت ح
19 قَرِيبًا yakın ق ر ب

Hudeybiye’de hayatları pahasına da olsa Hz. Peygamber’i destekleyeceklerine, savaşıldığı takdirde kaçmayacaklarına yemin eden sahâbîler Allah’ın rızasına (rıdvân) nâil olmuşlar, ayrıca bu hoşnutluğunu yüce Mevlâ kitabında zikrettiği için Kur’an var olduğu ve okunduğu sürece hayırla ve gıpta ile anılma şerefine ermişlerdir. Âyette zikredilen hoşnutluğun Arapçası “rıdvân” olduğu için bu yeminli söz vermenin (biatın) adına “bey‘atü’r-rıdvân” da denilmiştir. Altında biatın yapıldığı ağaç da bu olaydan sonra “şeceretü’r-rıdvân” adını almıştır.

Müşriklerin kendilerini engelleme kararı aldıklarını öğrenince Hz. Ömer’in ikazı üzerine arkadan silâh da getirtilmişti. Müslümanlar, başlangıçta yanlarına silah bile almadan, hem hasret gidermek hem de umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmışlar; üstelik Peygamberimizin 27. âyette zikredilen bir rüyasını umrenin hemen gerçekleşeceği şeklinde yorumlamışlardı. Bütün bunlardan sonra yolları kesilip umreleri engellenince nasıl bir moral bozukluğuna, kafa karışıklığına ve isyan duygusuna kapıldıklarını kestirmek zor değildir. Ama Allah “onların gönüllerinde olanı”, yani içine düştükleri huzursuzluk ve bunalımı bildiği için derhal rahmet kapılarını açmış, yüreklerine su serpmiş, heyecan ve öfkelerini huzur ve tatmin duygusuna çevirmiştir. Bu gelişmelerden en fazla etkilenen Hz. Ömer, Peygamber efendimizin ve Hz. Ebû Bekir’in açıklamaları üzerine sakinleşmiş, heyecanla söylenmiş sözlerinden dolayı da pişman olmuş, telâfi için ibadetler yapmış, sadakalar dağıtmıştır. “Gönüllerde olanı” iman, ihlâs ve bağlılık olarak yorumlayanlara göre de Allah, ashabın heyecan sebebiyle normal tepki sınırlarını zorlayan davranışlarını gönüllerindeki iman ve sevgi sayesinde bağışlamış, heyecanlarını teskin etmiştir.

Sûrenin başında geçen fetih Hudeybiye sulhu idi, 18. âyette zikredilen yakın fetih, ileride gerçekleşecek, Medine yakınlarında yahudilerin yerleşim merkezlerinden biri olan Hayber’in fethidir, 19. âyette sözü edilen ganimet de Hayber’de elde edilecek savaş ganimetidir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 75-76

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir.Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. 

رَضِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  رَضِيَ  fiiline mütealliktir.

اِذْ  zaman zarfı, رَضِيَ  fiiline müteallik olup mahallen mansubdur. يُبَايِعُونَكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُبَايِعُونَكَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تَحْتَ  mekân zarfı, يُبَايِعُونَكَ  fiiline mütealliktir.  الشَّجَرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَلِم  atıf harfi  فَ  ile  يُبَايِعُونَكَ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur.

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْزَلَ  atıf harfi  فَ  ile  عَلِمَ ‘ye matuftur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّك۪ينَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. 

اَثَابَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la  اَنْزَلَ ‘ye matuftur. 

اَثَابَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فَتْحاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَر۪يباً  kelimesi  فَتْحاً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُبَايِعُونَكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  بيع ’dır. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir. 

اَثَابَهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ثوب ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ

 

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ  [Müminlerden razı olmuştur.] ifadesi; kulun Allah'tan razı olması, takdirin gereği olarak meydana gelen şeylerden hoşnutsuzluk duymamasıdır. Allah'ın kuldan razı olması da, onu emrine uyar ve yasağından kaçınır halde görmesidir. Burada söz konusu olanlar, biatleri zikredilenlerdir. Bunlar, sahih kabul edilen görüşe göre 1400, diğer bir rivayete göre de 1500 kişidirler. Anılan biat, bu ayette ”Rıdvan biati" diye isimlendirilmiştir. (Ruhu’l Beyân)

يُبَايِعُونَكَ  [Sana biat ediyorlar.] ifadesindeki şimdiki zaman fiili, geçmiş zamanda gerçekleşen bir fiil için kullanılmıştır. Bu; büyük biatleşmeyi zihinde canlandırmak, biyatleşmenin yenilenmesinde Allah’ın rızasının husule geldiğini ve biatın tamamlanmasının beklenmediğini belirtmek içindir. (Âşûr) 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük, muhabbet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِذْ  zaman zarfı,  رَضِيَ  fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Zaman ismi olan  اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)

الشَّجَرَةِ  kelimesindeki elif lamla marifelik ahd içindir. (Âşûr)

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ  [Allah müminlerden razı oldu. Hani onlar sana biat ediyorlar] ayetinde, biatın şeklini zihinde canlandırmak için, geniş zaman kipi ile gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

  

 فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ

 

Atıf harfi  فَ  ile … رَضِيَ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

فَعَلِمَ  fiilinin başındaki  فَ  edatı takibiyyedir. Bu razı oluşun sadece biat esnasında olmayıp, aynı zamanda doğruluklarına dair Allah'ın ilminin meydana geldiği esnada olduğuna işaret etmek için böyle buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

Âşûr ise bu harfin fasiha manasında olduğunu söylemiştir. فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِ  cümlesindeki  فَ  takibiyye için değildir. Çünkü Allah’ın kalplerinde olanı bilmesi, ne onlardan razı olması ne de onların biat etmesinin akabinde olmuştur. Bu yüzden bu  فَ  sonrasındaki mukadder kelamı açıklayan fasiha  فَ ‘sidir. (Âşûr) 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası mahzuftur.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  فَ  ile  عَلِمَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباً  cümlesi de hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.

Mef’ûl konumundaki فَتْحاً ‘ın nekreliği tazim ifaadesi içindir.

قَر۪يباً  kelimesi  فَتْحاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ [Kalplerinde olanı bilmiş ve onlara güven indirmişti.]  ayetinden sonra 20. ayet-i kerimde  وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ [Allah size ganimetler vadetmiştir.] ayetinin getirilmesiyle, III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönülmüştür. Bu, ihsan etme makamında müminleri şereflendirmek için­dir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Fetih Sûresi 19. Ayet

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَغَانِمَ ve ganimetler (bahşeyledi) غ ن م
2 كَثِيرَةً birçok ك ث ر
3 يَأْخُذُونَهَا alacakları ا خ ذ
4 وَكَانَ ve ك و ن
5 اللَّهُ Allah
6 عَزِيزًا üstündür ع ز ز
7 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ

 

 

مَغَانِمَ , atıf harfi وَ ‘la  فَتْحاً ‘a matuftur.  كَث۪يرَةً  kelimesi  مَغَانِمَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. يَأْخُذُونَهَا  cümlesi  مَغَانِمَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْخُذُونَهَا  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. 

عَز۪يزاً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. حَك۪يما  kelimesi  كَانَ ‘nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur. 

عَز۪يزاً -  حَك۪يما  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ

 

وَ , atıf harfidir. Önceki ayetin devamı olan cümlede  مَغَانِمَ  kelimesi, فَتْحاً ’e atfedilmiştir.  كَث۪يرَةً  kelimesi  مَغَانِمَ  için birinci,  يَأْخُذُونَهَاۜ  cümlesi ise  مَغَانِمَ  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

وَ , istînâfiyye harfidir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)  

كَانَnin dahil olduğu zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَز۪يزاً  ve  حَك۪يماً  sıfatlarının siyakla uyumu teşabüh-i etraf sanatıdır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah ezelde  عَز۪يزاً  ve  حَك۪يماً  olduğu gibi gelecekte de Azîz ve Hakîm’dir. O’nun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Fetih Sûresi 20. Ayet

وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ  ...


Allah, size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. (Allah, böyle yaptı) ki, bunlar mü’minler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَدَكُمُ size va’detti و ع د
2 اللَّهُ Allah
3 مَغَانِمَ ganimetler غ ن م
4 كَثِيرَةً birçok ك ث ر
5 تَأْخُذُونَهَا elde edeceğiniz ا خ ذ
6 فَعَجَّلَ şimdilik verdi ع ج ل
7 لَكُمْ size
8 هَٰذِهِ bunu (Hudeybiye Barışı)
9 وَكَفَّ ve çekti ك ف ف
10 أَيْدِيَ ellerini ي د ي
11 النَّاسِ insanların ن و س
12 عَنْكُمْ sizden
13 وَلِتَكُونَ olsun diye ك و ن
14 ايَةً bir ibret ا ي ي
15 لِلْمُؤْمِنِينَ inananlara ا م ن
16 وَيَهْدِيَكُمْ ve sizi iletsin diye ه د ي
17 صِرَاطًا yola ص ر ط
18 مُسْتَقِيمًا dosdoğru ق و م

Âyetteki “başarı” diye açıkladığımız “şu” anlamına gelen “hâzihî” kelimesi, Hudeybiye barışı veya Hayber zaferi ve orada elde edilecek ganimetler şeklinde açıklanmıştır.

Âyetteki “İnsanların ellerini üzerinizden çekmiştir” ifadesi tek taraflı, 24. âyette ise “sizinkini onlardan, onlarınkini sizden” şeklinde çift taraflı olarak zikredilmiştir. Tarihte gerçekleşen olaylara bakarak tefsirciler burada geçen korumayı, müslümanlar Mekke’ye hareket ettikten sonra kuzey komşuları olan Hayber yahudileri ile bazı müşrik Arap kabilelerinin fırsattan istifade ederek Medine’ye hücum etmelerinin Allah tarafından engellenmesi olarak yorumlamışlardır. 24. âyetteki engelleme ise Hudeybiye’de olmuş, hem müşriklerin birkaç kere teşebbüs ettikleri baskın hem de müslümanların savaşa karar vermeleri engellenmiş, iki tarafın da birbirine zarar vermelerine imkân tanınmamıştır. Bu fetih müjdeleri, gerçekleşen fetihler, elde edilen ganimetler, düşmanın zararlı olacak teşebbüslerinin engellenmesi, müminlerin 

sabır ve gayretleri yanında ve bundan da ziyade Allah’ın lutfudur. Bu lutfun hikmet ve gerekçesi ise müminlerin imanlarını yaşanan kanıtlarla güçlendirmek ve doğru yolda sebat edip ilerlemelerini sağlamaktır.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 76-77

  Ve'ade وعد : 

  Söz vermek, vaatte bulunmak ve tehdit etmek anlamlarına gelen va'd وَعْدٌ sözcüğü hem hem şerle hem hayırla ilgili kullanılır. Bu fiilin mastarı مَوْعِدٌ ve مِيعادٌ şekillerinde gelir.

  وَعِيدٌ ise sadece tehdit ve şerle ilgili kullanılır. مَوْعِدٌ ve مِيعادٌ  kelimeleri hem mastar hem de isim olarak kullanılırlar.

  Yine vaatleşme ve tehditleşme anlamında da mufâale formundaki واعَدَ şekli kullanılır. (Müfredat)

    Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 151 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri vaad etmek, vaid, mîad ve vadedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ 

 

 

Fiil cümlesidir.  وَعَدَكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  مَغَانِمَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

كَث۪يرَةً  kelimesi  مَغَانِمَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.  تَأْخُذُونَهَا  cümlesi  مَغَانِمَ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْخُذُونَهَا  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَجَّلَ fiili atıf harfi  فَ  ile  وَعَدَكُمُ ‘e matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَجَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَكُمْ  car mecruru عَجَّلَ  fiiline mütealliktir. İşaret ismi  هٰذِه۪  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كَفَّ  fiili atıf harfi  وَ ‘la  عَجَّلَ ‘ye matuftur. كَفَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَيْدِيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَنْكُمْ  car mecruru  كَفَّ  fiiline mütealliktir. 

عَجَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عجل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi, تَكُونَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  كَفَّ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونَ  nakıs,fetha ile mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تَكُونَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هى ‘dir.  اٰيَةً  kelimesi  تَكُونَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  اٰيَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  يَهْدِيَكُمْ  atıf harfi وَ ‘la  تَكُونَ ‘ye matuftur. 

يَهْدِيَكُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  صِرَاطاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُسْتَق۪يماً  kelimesi  صِرَاطاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

مُسْتَق۪يماً  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ 

 

Bu cümle müste’nef bir cümledir. وأثابَهم فَتْحًا قَرِيبًا  şeklindeki Fetih/18 sözünden kaynaklanan beyâni istînâfdır. (Âşûr) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَغَانِمَ  kelimesi  وَعَدَ  fiilinin ikinci mef’ûludur.  كَث۪يرَةً  kelimesi  مَغَانِمَ  için sıfattır. 

تَأْخُذُونَهَا  cümlesi ise  مَغَانِمَ  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bizim tercih ettiğimiz görüşe göre bu sure bir defada nazil olmuştur. Bu durumda  فَعَجَّلَ  şeklindeki mazi fiilin gelecek zaman manasında kullanımı mecazdır. Bu olayın gerçekleşeceğine dair bir uyarıdır. (Âşûr) 

Aynı üslupta gelen  فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪  ve  وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْ  cümleleri,  وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlelerin her ikisinin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

هٰذِه۪ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هٰذِه۪  ile ganimetlere işaret edilerek önemi vurgulanmıştır.

وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْ (İnsanların elini sizden çekti) ifadesi zarar vermelerini önlemekten kinayedir.

Burada  كَفَّ (kaçınmak, geri durmak) kelimesi uzaklaştırmak manasındaki  الصَّرْفِ anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. Yani, Allah istese de istemese de size zarar vermekten onları uzaklaştırmak için bir sebep yaratarak insanların ellerini sizden uzak tutmayı takdir etti demektir.

Genellikle Kur’an ıstılahında  النَّاسِ  lafzından murad Mekke ehlidir. (Âşûr) 


وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ

 

 

وَ , atıf harfidir. Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, takdiri  لتشكروه  (Ona şükretmeniz için) olan mukadder ta’lil cümlesine atfedilmiştir.  كَفَّ  fiiline mütealliktir. كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru, كَان ‘nin haberi olan  اٰيَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُسْتَق۪يماً  kelimesi  صِرَاطاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً  ifadesinde istiare vardır.  صِرَاطاً  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Fetih Sûresi 21. Ayet

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً  ...


Henüz elde edemediğiniz, fakat Allah’ın, ilmiyle kuşattığı başka (kazançlar) da vardır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُخْرَىٰ ve başka (şeyler) ا خ ر
2 لَمْ
3 تَقْدِرُوا henüz ele geçiremediniz ق د ر
4 عَلَيْهَا onları
5 قَدْ fakat
6 أَحَاطَ kuşatmıştır ح و ط
7 اللَّهُ Allah
8 بِهَا onları
9 وَكَانَ ve ك و ن
10 اللَّهُ Allah
11 عَلَىٰ üzerine
12 كُلِّ her ك ل ل
13 شَيْءٍ şey ش ي ا
14 قَدِيرًا kadirdir ق د ر
Tefsirlerde genel olarak müslümanların ileride kazanacakları zaferler ve sağlayacakları imkanların kastedildiği belirtildiği gibi, özellikle Hayber’de elde edilecek başarıya işaret edildiği yorumu da yapılmıştır.

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  كَفَّ  veya  وَعَدَكُمُ ‘e matuftur.  اُخْرٰى  kelimesi mahzuf  وَعَدَكُمُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda mukadder mevsufun sıfatıdır. Takdiri, مغانم أخرى (Başka ganimetler) şeklindedir.  

لَمْ تَقْدِرُوا  cümlesi  اُخْرٰى ‘nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَقْدِرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا  car mecruru  تَقْدِرُوا  fiiline mütealliktir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَحَاطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. بِهَا  car mecruru  اَحَاطَ  fiiline mütealliktir. 

اَحَاطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ‘nin ismi olarak lafzen merfûdur. 

عَلٰى كُلِّ car mecruru  قَد۪يراً ‘e mütealliktir. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يراً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. 

قَد۪يراً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا 

 

Atıf harfi  وَ ‘la وَعَدَكُمُ  cümlesine atfedilmiş cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

اُخْرٰى  mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Takdiri,  وَعَدَكُمُ (Size vadetti) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

لَمْ تَقْدِرُوا  cümlesi  اُخْرٰى  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُخْرٰى (daha başka) ifadesi  هٰذِه۪ (bu) zamirine atfedilmiştir (mansubdur); yani bu ganimetleri size peşin vermiştir; Size ele geçiremediğiniz daha başka ganimetler de lütfedecektir ki bunlar da Huneyn Gazvesi’nde alınan Hevâzin ganimetleridir. اُخْرٰى (daha başka) ifadesi  اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ [Allah ilmiyle onu tamamen kuşatmıştır.] ifadesince tefsir edilen gizli bir fiille mansub da olabilir ki takdiri şöyledir:  وَقَضيَ الله اُخْرٰى قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ (Allah, ilmiyle kuşatmış olduğu daha başka ganimetleri de size vermeye hükmetmiştir). O zaman  لَمْ تَقْدِرُوا (ele geçiremediğiniz) ifadesi اُخْرٰى ’nın sıfatı olur. اُخْرٰى  mübteda olmak üzere merfû da olabilir; çünkü لَمْ تَقْدِرُوا  (ele geçiremediğiniz) ifadesinin mevsufudur; bu durumda, قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَا  [Allah [ilmiyle] onu tamamen kuşatmıştır] ifadesi mübtedanın haberi olur. اُخْرٰى  mecrur da olabilir; bu durumda başında bir  رُبَّ (nice) edatının gizlendiği kabul edilir. (Keşşâf)


 قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Râgıb el-İsfahânî, ”Kuşatma" diye tercüme ettiğimiz  اَحَاطَ  kelimesinin iki mana ifade ettiğini söyler:

Buna göre birincisi; cisimlerde söz konusudur. ”Falan yeri kuşattım" denilmesi gibi. Bu anlamda olmak üzere, koruma karşılığında da kullanılır. [”Allah her şeyi kuşatıcıdır."] (Nisa: 126) ayetinde bu manadadır. ”Her yönden onu koruyucudur" demektir. Yine bu anlamda ‘men etmek’ karşılığında da kullanılır. [”De ki; Etrafınızın kuşatılması hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair..."] (Yûsuf: 66) ayetinde de bu manadadır.

İkincisi: ‘Bilmek’ anlamındadır. [‘’...Şüphesiz Allah her şeyi ilmen kuşatmıştır.’’] (Talâk: 12) ayetinde bu anlamda kullanılmıştır. Bir şeyi ilmen kuşatmak: Onun varlığını, cinsini, miktarını, keyfiyetini, yaratılış gayesini, onunla ve ondan olan her şeyi bilmektir. Böyle bir bilgi de sadece Allah'a aittir. [”Bilakis onlar, ilmini kavrayamadıkları (ihata edemedikleri) şeyi yalanladılar..."] (Yûnus: 39) ayeti başkalarının bunu bilemeyeceğini belirtmektedir. (Ruhu’l Beyan)


وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً

 

وَ , istinâfiyye harfidir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amili olan  كَانَ ’nin haberi  قَد۪يراً۟ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın her şeye muktedir olduğu, kudretinin umuma şamil olduğunu vurgulamıştır.

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder. 

قَد۪يراً  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. 

Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde  konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde   كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

 
Fetih Sûresi 22. Ayet

وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً  ...


İnkâr edenler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 قَاتَلَكُمُ sizinle savaşsalardı ق ت ل
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
5 لَوَلَّوُا dön(üp kaç)arlardı و ل ي
6 الْأَدْبَارَ arkalarına د ب ر
7 ثُمَّ sonra
8 لَا
9 يَجِدُونَ bulamazlardı و ج د
10 وَلِيًّا bir koruyucu و ل ي
11 وَلَا ne de
12 نَصِيرًا bir yardımcı ن ص ر

Allah müminlere yardım etmeyi murat ettiği için, meselâ onlar Hudeybiye seferinde iken yahudiler veya müşrikler Medine’ye hücum etselerdi bile Allah’ın izin ve yardımı ile yenilecek, geri dönüp kaçacaklardı. Çünkü Allah, peygamberlerini insan topluluklarına gönderirken onlara dini tebliğ etme ve bir çekirdek ümmet oluşturma fırsatı da vermektedir; O’nun sünneti, âdeti, kanunu budur ve değişmezdir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77

وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  

قَاتَلَكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

وَلَّوُا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Birinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, ولّوكم (Sizden kaçarlardı) şeklindedir. الْاَدْبَارَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَا يَجِدُونَ  atıf harfi  ثُمَّ  ile şartın cevabına matuftur.  ثُمَّ  edatı tertip ve mertebe açısından terahi manasında atıf harfidir. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. وَلِياًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يراً  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

قَاتَلَكُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَلَّوُا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ

 

وَ  istinafiye, لَوْ  gayrı cazim şart edatıdır. Şart üslubunda gelmiş haberî isnattır.  قَاتَلَكُمُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَاتَلَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 114)

Şartın cevabı olarak  لَ  karinesiyle gelen  لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ  (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre  لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)

الْاَدْبَارَ  kelimesindeki marifelik ahd içindir. Yani; ‘onların dönüşü’ anlamındadır. Bundan dolayı nahivcilerin çoğu benzeri durumlardaki elif lamın muzâfun ileyhden ivaz olduğunu ve bunun manevi bir tariz olduğunu söyler. (Âşûr) 

وَلَّوُا الْاَدْبَارَ (Arkalarını döndüler.) cümlesi, hezimetten kinayedir. Çün­kü hezimete uğrayan kimse kaçmak için düşmana sırtını çevirir. (Safvetü’t Tefâsir - Ruhu’l Beyan)


ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cenab-ı Hakk'ın, burada geçen  ثُمَّ (sonra da…) ifadesinde bir nükte bulunmaktadır ki, o da şudur: Arkasını dönen kimse, onu kurtaracak olan şeye sığınmak suretiyle, öldürülmekten kurtulmayı arzular. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, "Onlar arkalarını döndüklerinde kurtulamayacaklar. Aksine, arkalarını dönmelerinden sonra, onların başına yok oluş çökecektir..." buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)   

نَص۪يراً ’e dahil olan nefy harfi, olumsuzluğu yani onların hiçbir şekilde yardım görmeyeceklerini tekid içindir.

يَجِدُونَ  fiilinin mef’ûlleri olan  وَلِياًّ  ve  نَص۪يراًۚ  kelimelerindeki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder.

وَلِياًّ  - نَص۪يراًۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

وَلِياًّ  - وَلَّوُا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fetih Sûresi 23. Ayet

سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً  ...


Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سُنَّةَ sünnetidir (yasasadır) س ن ن
2 اللَّهِ Allah’ın
3 الَّتِي öyle ki
4 قَدْ
5 خَلَتْ süregelir خ ل و
6 مِنْ
7 قَبْلُ ötedenberi ق ب ل
8 وَلَنْ ve asla
9 تَجِدَ bulamazsın و ج د
10 لِسُنَّةِ yasasında س ن ن
11 اللَّهِ Allah’ın
12 تَبْدِيلًا bir değişme ب د ل

سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ 

 

سُنَّةَ , mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı veya mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  سنّ (Şekillendirdi) ‘dir.  اللّٰه  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  سُنَّةَ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلَتْ   fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  خَلَتْ  fiiline mütealliktir.

قَبْلَ  muzâfun ileyhi hazfedilince zamme üzere mebni olur: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  سُنَّةَ اللّٰهِ ‘a matuftur.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

تَجِدَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لِسُنَّةِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlü bihe mütealliktir. 

اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَبْد۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  سُنَّةَ  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, سنَّ (Şekillendirdi) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سُنَّةَ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  سُنَّةَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celale muzâf olan  سُنَّةَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd ve korkutma kastı  vardır.  سُنَّةَ ‘nin, lafz-ı celâle izâfe edilmesi kıymetini ve makamını vurgular.

قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.


وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً

 

 

وَلَنْ تَجِدَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  لَنْ  tekid ifade eder. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Mef’ûl olan  تَبْد۪يلاً ’deki tenvin kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

سُنَّةِ اللّٰهِ  ifadesi önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek, verilen haberin kesinliğini ifade etmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Günün Mesajı
Bu sûrede yakın gelecekle alakalı hepsi de gerçekleşmiş haberler vardır. Meselâ:
- Allah, mü'minlere yardım edecek ve onlara büyük zaferler bahşedecektir,
- Rasülüllah'ın umre çağrısına icabet etmeyen bedeviler, yalan mazeretler beyan edeceklerdir;
- Bu bedeviler, Hudeybiye Anlaşması'ndan sonra meydana gelecek olan Hayber seferine ganimet arzusuyla iştirak etmek isteyecekler, fakat kendilerine izin verilmeyecektir;
- Müslümanlar, Hudeybiye Anlaşması'ndan sonra başka kabile ve topluluklara karşı zorlu savaşlar vermek mecburiyetinde kalacaklardır;
- Müslümanlar, bu savaşlarda bol ganimet elde edeceklerdir;
- Müslümanlar, Kâbe'yi tam bir emniyet içinde ziyaret edecek ve böylece yarım kalan Umre seferi tamamlanmış olacaktır;
- Allah, Rasülü'ne olan nimetini tamamlayacaktır;
- İslim, Allah Rasülü ve ashabını hayrete düşürecek, düşmanlarının gayzını arttıracak bir hız ve kuvvetle yayılacak ve Müslümanlar büyük bir güç haline geleceklerdir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Geçmiştekilerin, Rasulullah (sav)’in ve ashabın hayatları okudunduğunda, günümüzden çok farklı diye düşünülür. Ancak dünya hayatı, yaşamı kolaylaştıran teknolojik imkanlardan ibaret değildir. Belki birçok şey değişti ancak zulümlerin ve haksızlıkların devam ediyor olması, insanın ve insan ilişkilerinin çok da değişmediğini gösterir. Günümüzde, dinin gereklerini yerine getirmek ve Allah’ın yasaklarından uzak durmak için mücadeleye devam edilmesi hatta belki daha da şiddetli mücadele verilmesi gerektiği anlamına gelir. 

Zira; artık insanlar, hayatlarını ve fikirlerini, özgür ve belki de fazlasıyla açık bir şekilde paylaşır oldu. Allah’a itaatsizlikte, kendi mantıklarına oturttukları bahanelerini gururla anlattı. Böylece, geriye kalan insanlarda, bilgisi olmasa dahi gördükleriyle ilgili illa yorum yapması gerektiği hissi uyandı ve her konuda fikir paylaşımı yapılmasına alışıldı. Halbuki, Allah’ın kanunları bellidir ve kişisel yorumlara açık değildir. Zaruret halinde yapılacaklar bellidir ve nefsani bahanelerle esnetilecek kadar basit değildir. 

Ey her şey kadir olan Allahım! Kanunlarınla dünya hayatını kolaylaştırdığın ve ebedi huzuru vaat ettiğin için hamd olsun. 

Bizi, kendisi için en iyisinin ne olduğunu bildiğini ve mutlu olmak için istediği gibi yaşaması gerektiğini sanan; bilmediği konularla ilgili ileri geri konuşmaktan çekinmeyen ve keyfine göre yaşamak uğruna geçersiz bahanelerine kanan nefsin gafletinden koru.

Ey Azîz ve Hakîm olan Allahım! Ayaklarımızı ve gönüllerimizi, dosdoğru yolunda sabit kıl. Bizi, cennet ehlinden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji