بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | كَفَّ | çeken |
|
4 | أَيْدِيَهُمْ | onların ellerini |
|
5 | عَنْكُمْ | sizden |
|
6 | وَأَيْدِيَكُمْ | ve sizin ellerinizi |
|
7 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
8 | بِبَطْنِ | göbeğinde |
|
9 | مَكَّةَ | Mekke’nin |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | بَعْدِ | sonra |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | أَظْفَرَكُمْ | sizi galip getirdikten |
|
14 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
15 | وَكَانَ | ve |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | بِمَا |
|
|
18 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınızı |
|
19 | بَصِيرًا | görmektedir |
|
Hudeybiye Mekke’ye 17 kilometredir, –günümüzde de Mekke’de oturanların umre için mîkat yeri olan– Ten‘îm ise 8 kilometredir. Mekke şehir sınırının yakınlarında, Ten‘îm ve Hudeybiye’de, yani Mekke’nin neredeyse içinde veya –bir başka açıklamaya göre Hudeybiye aşağıda, vadide olduğu için– Mekke’nin aşağısında birkaç defa düşmanın özel harekat ve baskın güçleri yakalanmış, fakat barışı olumsuz etkilememesi için serbest bırakılmışlardır. O zamanlar müşrik olan Hâlid b. Velîd komutasında 200 kişilik bir güç, Usfân önünde bulunan Gamîm isimli bir tepeyi siper alarak mevzilenmiş ve müslümanlar namazda iken ansızın hücum etmeyi planlamışlardı. Müslümanlar öğle namazına niyetlendiler, sonra vazgeçip ikindiye bıraktılar. Hz. Peygamber ikindi namazını salâtü’l-havf (tehlike halinde namaz) usulü ile kıldırdığı ve böylece yüzleri düşman tarafına dönük bulunduğu için Hâlid, “Bu adam korunmaktadır” diyerek kararını gerçekleştiremedi (Mustafa Fayda, “Hâlid b. Velîd” , DİA, XV, 289-292).
Müşrikler, Kâbe’yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun onlara hizmet vermek şeklinde yerleşmiş bulunan geleneklerine aykırı olmasına rağmen, Câhiliye psikolojisinin, büyüklük kompleksinin, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri kin ve düşmanlık duygusunun etkisinde kalarak Medine’den gelen müminlerin Mescid-i Haram’ı ziyaretlerini engellediler; yanlarında getirdikleri yetmiş kadar kurbanlık devenin kesim yerine ulaştırılıp kurban edilmesine de mâni oldular. Peygamber efendimiz bulundukları yerde kurbanlarını kesip ihramdan çıkabileceklerini söyledi ise de, müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve tereddüt geçirerek bunu yapmadılar ve onu üzdüler. Eşi Ümmü Seleme’nin tavsiyesine uyarak Hz. Peygamber kurbanını kesince işin ciddiyetini anlayan sahâbe bu defa acele ve heyecanla emri yerine getirmeye koyuldular (Müsned, IV, 323-326; Kurtubî, XVI, 270). Sahâbenin ahlâkı, edebi, Hz. Peygamber’den aldıkları eğitimi, Allah ve resulünün emirlerine tereddütsüz ve ertelemesiz teslim olmayı kaçınılmaz kılıyordu ve genellikle de böyle yaparlardı. Hudeybiye’de olup biten gerilime iki şey sebep olmuştu: a) Peygamber efendimizin gördüğü rüyaya dayanarak –o yıl gerçekleşeceği açıklanmadığı halde– ziyaretin hemen gerçekleşeceğine inanmaları, rüyayı eksik yorumlamaları, b) Mekke’yi ve Kâbe’yi özlemiş oldukları ve ona çok yaklaştıkları halde haksız olarak engellenmeleri karşısında öfke ve heyecanlarını kontrol edememeleri. Ama Allah’ın mânevî yardımı, Hz. Peygamber’in de kararlı tutumu sayesinde bu heyecan fırtınası yatıştı, sahâbe asıl çizgilerinin gerektirdiği davranışa döndüler ve her şey yoluna girdi.
Peygamberimizin ve ashabının kestikleri kurbanlar nâfile kurbanlar idi; çünkü tek başına umre ibadetinde kurban gerekli (vâcip) değildir. Hudeybiye’nin Harem bölgesi mi, serbestlik (Hill) bölgesi mi olduğu tartışılmıştır; Hanefîler’e göre bir bölümü Harem bölgesine dahildir. Hac ve umre kurbanı Harem bölgesinin her yerinde kesilebilir. Ancak hac kurbanının Mina’da, umre kurbanının ise Merve’de kesilmesi müstehaptır. Günümüzde Merve’de kurban kesme imkânı ortadan kalkmıştır.
Hudeybiye’de engellenen müminlerin, Mekke’de ya kendilerini henüz tanımadıkları veya bulundukları yerleri bilmedikleri müslümanlar vardı. Eğer savaşa karar verip Mekke’ye hücum etselerdi, kurunun yanında yaş da yanacak, bilmeden birçok müslümanın kanına girilecekti. Allah buna razı değildi, Mekke’nin daha uygun şartlarda ve kutsallığına yaraşır şekilde kan dökülmeden fethedilmesini takdir buyurmuştu, nitekim iki yıl sonra fetih böyle gerçekleşti.
Mekke’de müşriklerin içinde yaşayan müminler de bulunduğu için savaşın Allah tarafından engellenmiş olması fıkıhçıları, gerektiğinde düşmanı yenmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak için böyle bir durumda savaşa girmenin câiz olup olmadığı konusunu tartışmaya yöneltmiştir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî’ye göre başka çare bulunmaması halinde büyük zararı küçük zarar karşılığında önlemek için taarruz yapılır, bu arada müslümanlar da isabet alabilir. Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise haram olan bir şeyi araç yaparak mubah olan bir sonuca ulaşmak câiz değildir. Meselâ müslüman esirlerin ölmesi pahasına bir kaleye hücum etmektense bundan vazgeçmek gerekir. Kurtubî iki grubun ittifak etmeleri gereken bir durumu şöyle dile getirmektedir: Ortada bütün müslümanları veya o bölgedeki müslümanların tamamını ilgilendiren küllî (genel) ve kesin bir zorunluluk varsa az sayıda müslümanın ölmesi ihtimali göze alınarak tehlike defedilmelidir; buna kimsenin itirazı olamaz. Müslüman esirleri siper yaparak müslümanların kalelerine veya mevzilerine doğru ilerleyen düşmana atış yapılma zarureti konumuza bir örnektir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1708; Kurtubî, XVI, 274).
Yedeye يدي :
أيْدٌ kelimesi bildiğimiz el demektir. Onun da aslı يَدْيٌ dur. Omuzdan parmak uçlarına kadar olan kısmı içerir. Müennes bir kelimedir. El kelimesi bazen istiare yoluyla nimet, cömertlik ve ihsan için kullanılır. Yine bazen kontrol ve mülkiyet anlamında, bazen de kuvvet için kullanılır.
El-yed üç şekilde tefsir edilir:
1-Bizatihi yed,
2-Yed, nafaka hususunda el için yapılan bir darbı mesel olarak kullanılabilir,
3- Yed, fiil/ yapmak manasında kullanılır,
Cem’i kılleti أيْدٌ ve cem’i kesreti ise الايَّادِيُّ - اليُدَيُّ dir. أيْدٌ kelimesinde koruyarak kuvvetlendirmek anlamı da vardır.
Kelimedeki asıl anlam uygulanan kuvvettir. Bu ister hayr ve şer mecrâsında, ister de maddi yada manevi konularda olsun müsâvidir, farketmez.
Biz deriz ki; Allah’u Teâlâ’nın elinden murad; irade ve kudretin ortaya çıkışı, irade programının altındaki kudret sıfatının zuhurudur ve bu da Mâide, 5/64 ayetteki يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ ibaresinden anlaşılmaktadır. (Müfredat-Tahqiq-Mukatil b. Süleyman)
Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 120 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri yed-i (beyza) ve yed-i (emin)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlun sılası كَفَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْكُمْ car mecruru كَفَّ fiiline mütealliktir. اَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِبَطْنِ car mecruru عَنْكُمْ ve عَنْهُمْ ‘deki zamirlerin mahzuf haline mütealliktir. مَكَّةَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Çünkü kendisinde alemlik (özel isim olma vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِ car mecruru كَفَّ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَظْفَرَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiil olup mahallen mansubdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَظْفَرَكُمْ ‘e mütealliktir.
اَظْفَرَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظفر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâl كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle بَص۪يراً ‘e mütealliktir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَص۪يراً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
بَص۪يراً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. İsim cümlesinin her iki unsuru da hasr kastedilerek ma‘rife olarak gelmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ maksûrun aleyh/mevsûf, الَّذ۪ي maksûr/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat ale-l mevsûf hakiki tahkiki kasrdır.
Yani Allah'tan başka hiç kimse, onların elini sizden çekemez. (Âşûr)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
اَيْدِيَهُمْ ve اَيْدِيَكُمْ izafetleri كَفَّ fiilinin iki mef’ûlüdür. عَنْكُمْ ve عَنْهُمْ car mecrurları كَفَّ fiiline mütealliktir.
بِبَطْنِ مَكَّةَ car mecruru عَنْكُمْ ve عَنْهُمْ ‘deki zamirlerin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, كائنين بِبَطْنِ مَكَّةَ (Mekke’de bulunurken) şeklindedir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ cümlesi, masdar teviliyle, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki el çekme tabiri, savaşın son bulmasından kinayedir.
أظْفَرَ fiilinin عَلى harf-i ceri ile beraber gelmesi, أيَّدَكم [sizi destekledi] manasını kazanması içindir. Aksi takdirde fiil, بِ harf-i ceri ile müteaddi olur. (Âşûr) Yani tazmin vardır.
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً
وَ , istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan مَا ismi, بَص۪يراً ’e mütealliktir. Sılası تَعْمَلُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ önemine binaen amili olan كَانَ ’nin haberi olan بَص۪يراً ’e takdim edilmiştir.
Müsned olan بَص۪يراً sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Ayetin son cümlesi ufak değişikliklerle başka surelerde de mevcuttur. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 7, s. 314)
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُمُ | onlar |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(lerdir) |
|
4 | وَصَدُّوكُمْ | ve size engel olanlardır |
|
5 | عَنِ | -dan |
|
6 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
7 | الْحَرَامِ | Haram- |
|
8 | وَالْهَدْيَ | ve kurbanlardan |
|
9 | مَعْكُوفًا | bekletilen |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | يَبْلُغَ | varmasına |
|
12 | مَحِلَّهُ | yerlerine |
|
13 | وَلَوْلَا | eğer olmasaydı |
|
14 | رِجَالٌ | erkekler |
|
15 | مُؤْمِنُونَ | inanmış |
|
16 | وَنِسَاءٌ | ve kadınlar |
|
17 | مُؤْمِنَاتٌ | inanmış |
|
18 | لَمْ |
|
|
19 | تَعْلَمُوهُمْ | bilmeyerek |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | تَطَئُوهُمْ | tepelediğiniz |
|
22 | فَتُصِيبَكُمْ | isabet edecek (olmasaydı) |
|
23 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
24 | مَعَرَّةٌ | bir eziyet |
|
25 | بِغَيْرِ | olmadan |
|
26 | عِلْمٍ | bilginiz |
|
27 | لِيُدْخِلَ | ki soksun |
|
28 | اللَّهُ | Allah |
|
29 | فِي |
|
|
30 | رَحْمَتِهِ | rahmetine |
|
31 | مَنْ | kimseyi |
|
32 | يَشَاءُ | dilediği |
|
33 | لَوْ | şayet |
|
34 | تَزَيَّلُوا | ayrılmış olsalardı |
|
35 | لَعَذَّبْنَا | elbette azab ederdik |
|
36 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
37 | كَفَرُوا | inkar eden(leri) |
|
38 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
39 | عَذَابًا | bir azabla |
|
40 | أَلِيمًا | acıklı |
|
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. صَدُّوكُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. صَدُّوكُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنِ الْمَسْجِدِ car mecruru صَدُّوكُمْ fiiline mütealliktir. الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْهَدْيَ atıf harfi وَ ‘la صَدُّوكُمْ ‘deki mef’ûlun bihe matuftur. مَعْكُوفاً kelimesi الْهَدْيَ ‘nin hali olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf عن harf-i ceriyle birlikte صَدُّوكُمْ ‘e mütealliktir. يَبْلُغَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَحِلَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَعْكُوفاً kelimesi, sülasi mücerredi عكف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ
وَ istînâfiyyedir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لأذن لكم في الفتح.. أو لما كفّ أيديكم عنهم (Fethetmenize izin verirdim... ya da ellerinizi onlardan çekerdi) şeklindedir.
رِجَالٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودون (Mevcuttur.) şeklindedir.
مُؤْمِنُونَ kelimesi رِجَالٌ ‘nün sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَمْ تَعْلَمُوهُمْ cümlesi رِجَالٌ ve نِسَٓاءٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَعْلَمُو fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel رِجَالٌ ve نِسَٓاءٌ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ولولا وطء رجال ونساء (Eğer erkeklerle kadınların münasebetleri, ilişkileri olmasaydı) şeklindedir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَطَؤُ۫هُمْ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُص۪يبَكُمْ atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
تُص۪يبَكُمْ fetha ile mansub muzari filldir. مِنْهُمْ car mecruru تُص۪يبَكُمْ fiiline mütealliktir. مَعَرَّةٌ fail olup lafzen merfûdur. بِغَيْرِ car mecruru تُص۪يبَكُمْ ‘deki mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir.
عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تُص۪يبَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ
لِ harfi, يُدْخِلَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, لم يأذن الله بالفتح ليدخل (Allah girmek için fethe izin vermedi) şeklindedir.
يُدْخِلَ fetha ile mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. ف۪ي رَحْمَتِه۪ car mecruru يُدْخِلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُدْخِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. تَزَيَّلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. عَذَّبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru كَفَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. عَذَاباً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يماً kelimesi عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَزَيَّلُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زيل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
عَذَّبْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ cümlesi, mevsûlün sılası olan كَفَرُوا cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
صَدُّوكُمْ ‘daki mansub zamire atfedilen الْهَدْيَ , mef’ûlun meahtır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
مَعْكُوفاً kelimesi الْهَدْيَ ‘den haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَبْلُغَ مَحِلَّهُ cümlesi mahzuf عن harf-i ceri ile birlikte صَدُّوكُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ cümlesi الهَدْيِ kelimesinden bedeli iştimaldir. Bununla birlikte mahzuf bir عَنْ harfi cerinin ma’mulu de olabilir. Takdiri şöyledir: عَنْ أنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُ .(Âşûr)
وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ
وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan لَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan رِجَالٌ ’un haberi mahzuftur. Takdiri, موجودون (Bulunurlar) şeklindedir.
مُؤْمِنُونَ kelimesi رِجَالٌ için, مُؤْمِنَاتٌ ise رِجَالٌ ‘e matuf olan نِسَٓاءٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
لَمْ تَعْلَمُوهُمْ cümlesi رِجَالٌ ve نِسَٓاءٌ için ikinci sıfat olarak gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَطَؤُ۫هُمْ cümlesi رِجَالٌ ve نِسَٓاءٌ ’den veya لَمْ تَعْلَمُوهُمْ ’deki mansub zamirden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نِسَٓاءٌ - رِجَالٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri لما كفّ أيديكم عنهم (sizden ellerini çekmezlerdi.) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِعِلْمٍۚ cümlesi, atıf harfi فَ ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهُمْ , siyaktaki önemine binaen fail olan مَعَرَّةٌ ‘e takdim edilmiştir.
مِنْهُمْ car mecruru تُص۪يبَ fiiline mütealliktir. مَعَرَّةٌ kelimesi تُص۪يبَ fiilinin failidir.
Fiildeki mef’ûl zamirinin mahzuf haline müteallik بِغَيْرِعِلْمٍۚ izafeti, kısa yoldan çok anlam ifadesi için gelmiştir. عِلْمٍۚ ‘in nekreliği kıllet ve nev ifade eder. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِغَيْرِ ifadesinin başındaki بِ harfi ceri mülabese içindir. (Âşûr)
عِلْمٍۚ - تَعْلَمُوهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَعَرَّةٌ kelimesi, uyuz hastalığı gibi rahatsız eden maddi veya manevi dert ve zorluk veya borç ödeme ve günah demektir. Burada bazıları diyet, bazıları kefaret, bazıları günah, bazıları da kâfirlerin serzenişi veya vicdanda acı ve sıkıntı ile tefsir etmişlerdir. (Elmalılı)
Cenab-ı Hakk'ın, ["Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğneyip de, o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı..."] ifadesi, o erkek ve kadınları niteleyen bir ifade olup, bu, "Müminler tarafından henüz tanınmayan iman etmiş o erkek ve kadınlar olmasaydı.." demektir. Ayetteki اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ ifadesi, bedel-i iştimâl olup, buna göre Cenab-ı Hak sanki, "Şayet, çiğnenip çiğnenmeyecekleri bilinmeyen, böylece de size, onların yüzünden bir vebal, yani ayıp veya günahın isabet edeceği erkekler ve kadınlar Mekke'de olmasaydı.... Bu böyledir, zira sizler bazen onları öldürürseniz de, böylece size kefaret gerekir.." buyurmuştur. Ki bu, (bu halde) bir günah işleneceğinin delilidir. Yahut da, "Kâfirler sizi, "Bunlar, düşmanlarına yaptıkları şeyin aynısını, kendi kardeşlerine de yapıyorlar" diyerek ayıplarlar" anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)
لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, takdiri, لم يأذن الله بالفتح.. (Allah fethe izin vermedi) olan fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي رَحْمَتِه۪ , ihtimam için, mef’ûle takdim edilmiştir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ف۪ي رَحْمَتِه۪ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah'ın rahmeti, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
رَحْمَتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması rahmet için tazim ve teşrif ifade eder.
لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Şart üslubundaki cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. لَوْ gayrı cazim şart edatıdır. Şart cümlesi olan تَزَيَّلُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olarak لَ karinesiyle gelen لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
مِنْهُمْ kelimesindeki مِنْ harfi teb’iz (taksim) içindir. Yani bu mümini kafirinden ayırt edilmiş topluluktaki kâfir olan inkârcıları azabımıza uğrattık demektir. (Âşûr)
عَذَاباً mef’ûlu mutlaktır. اَل۪يماً ise عَذَاباً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَوْ şartının cevabının başında لَ (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363)
لَوْ edatının cevabı konumunda bulunan cümle mazi fiil ile kurulu cümledir ve başında tekid anlamlı lamu’l cevap yer almaktadır. (Suyûṭî, el-İtḳân, 1/534)
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))
لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)
Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 147)
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 114)
لَوْ edatının olumlu cevap cümlesi, Kur’an-ı Kerîm’de genellikle mazi fiil ile kurulmuş cümledir. Ancak, lamu’l cevap, nadiren de olsa bazı ayetlerde fiili mazi konumunda bulunan masdar vezninde bir kelimenin başına da gelmektedir. (Emre Çavdar, Arap Dilinde ‘lâm’, ‘lâ’, ‘mâ’ Edatlari Ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Kullanımları)
عَذَاباً - عَذَّبْنَا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
تَزَيَّلُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لَعَذَّبْنا الَّذِينَ كَفَرُوا ifadesinde, iltifat yoluyla gaib zamirinden mütekellim zamirine dönülmüştür. (Âşûr)
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o zaman |
|
2 | جَعَلَ | koymuşlardı |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
5 | فِي |
|
|
6 | قُلُوبِهِمُ | kalblerine |
|
7 | الْحَمِيَّةَ | öfke ve gayreti |
|
8 | حَمِيَّةَ | öfke ve gayretini |
|
9 | الْجَاهِلِيَّةِ | cahiliyye (çağının) |
|
10 | فَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | سَكِينَتَهُ | huzur ve güvenini |
|
13 | عَلَىٰ | üzerine |
|
14 | رَسُولِهِ | Elçisi |
|
15 | وَعَلَى | ve üzerine |
|
16 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
17 | وَأَلْزَمَهُمْ | ve onları bağladı |
|
18 | كَلِمَةَ | kelimesine |
|
19 | التَّقْوَىٰ | takva |
|
20 | وَكَانُوا | zaten onlar idiler |
|
21 | أَحَقَّ | daha layık |
|
22 | بِهَا | buna |
|
23 | وَأَهْلَهَا | ve ehil |
|
24 | وَكَانَ | ve |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | بِكُلِّ | her |
|
27 | شَيْءٍ | şeyi |
|
28 | عَلِيمًا | bilendir |
|
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ
اِذْ zaman zarfı olup عَذَّبْنَا fiiline mütealliktir. جَعَلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي قُلُوبِهِمُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَمِيَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْحَمِيَّةَ birincisinden bedel olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَاهِلِيَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى
Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فهمّ المسلمون مخالفة رسول الله فأنزل الله سكينته… (Müslümanlar Resule muhalefet etmeye karar vemişlerdi ve Allah onlara sekinet indirdi) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ , lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. سَك۪ينَتَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى رَسُولِه۪ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup اَنْزَلَ fiiline mütealliktir.
اَلْزَمَهُمْ atıf harfi وَ ‘la اَنْزَلَ ‘ye matuftur. اَلْزَمَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَلِمَةَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. التَّقْوٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
اَلْزَمَهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لزم ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la اَنْزَلَ fiiline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
اَحَقَّ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur. بِهَا car mecruru اَحَقَّ ‘ya matuftur. اَهْلَهَا atıf harfi وَ ‘la اَحَقَّ ‘ya matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَحَقَّ ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâl كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يماً۟ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يماً۟ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
عَل۪يماً۟ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ
Önceki ayetin devamı olan ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki عَذَّبْنَا fiiline mütealliktir. Veya takdiri اذكر (Hatırla.) olan fiile mütealliktir.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması tahkir ifade eder.
كَفَرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمُ car mecruru ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
ف۪ي قُلُوبِهِمُ car mecruru الْحَمِيَّةَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ izafeti mef’ûl olan الْحَمِيَّةَ ‘den bedeldir. Tevabiden birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
حَمِيَّة (taassup) kelimesinin الجاهِلِيَّةِ kelimesine izafeti, o anlayış ve dönemin tahkiri ve çirkinliğinin ifadesi içindir. Nitekim حَمِيَّة olarak ifade edilen taassup, cahiliye dönemi ehlinin ahlakındandır. İşte bu sebeple “يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الحَقِّ ظَنَّ الجاهِلِيَّةِ (Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar) ve “أفَحُكْمَ الجاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ (Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?)” ayetlerinde de geldiği üzere bu ifadeler, Kur’anî ıstılahta bir yergi ve zemmin bir devrin anlayışına nispet edilmesidir. (Âşûr)
الْحَمِيَّةَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْحَمِيَّةَ : Namus gayretiyle kızmak, bir şeyden arlanarak vazgeçmek, demektir. Râgıb der ki: ‘’Öfke kuvveti kabarıp çoğaldığı zaman hamiyet denir. "Filana karşı hamiyete geldim" ifadesi ‘kızdım, ona öfkelendim’ demektir… (Elmalılı)
فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ
Ayet, takdiri فهمّ المسلمون مخالفة رسول الله (Müslümanlar Resule muhalefet etmeye karar vermişlerdi) olan, mukadder istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَك۪ينَة kelimesinin Allah’a ait olan zamire muzâf olması, teşrif ifade etmesi içindir. Çünkü سَك۪ينَة üstün ahlâklardandır ve ilâhi bir mevhibedir. (Âşûr)
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى cümlesi, atıf harfi وَ ‘la اَنْزَلَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَلِمَةَ التَّقْوٰى izafeti اَلْزَمَ fiilinin ikinci mef’ûludur.
كَلِمَةَ التَّقْوٰى (Takva sözü) Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm ve Muhammedün Resulullah) (Muhammed Allah’ın resulüdür) cümleleridir. Allah, bunları nebisi ve yanındakiler için seçmiştir. Onlar hayır ehli, bu sözü hak etmiş ve hidayete başkalarından daha layık kimselerdir. Takva sözünün kelime-i şehadet olduğu da söylenmiştir. Hasan-ı Basrî’den ise şöyle rivayet edilmiştir: “Takva sözü; ahde vefa göstermektir.” Bu sözün takvaya izafe edilmesinin sebebi, takvaya sebep olması ve onun temelini teşkil etmesidir. Diğer bir görüşe göre takva sözü, takva ehlinin sözüdür. (Keşşâf)
Diğer bir görüşe göre ise takva kelimesi, ahde vefa ve onda sebattır. Buna göre ‘takva kelimesi’ denilmesi, takvanın sebebi ve esası olduğu içindir. (Ebüssuûd)
Takva: Allah'ın korumasına girmek, emrini tutup azabından korunmaktır. " كَلِمَةَ التَّقْوٰى " tamlaması, ihtisas veya edna mülâbese veya beyâniyye olabilir: Birincisi, sebebin müsebbebine izafeti şeklinden olarak: Takva için şart olan, gerekli olan kelime, korunmak için zaruri olan kelime; İkincisi, takva ehlinin kelimesi, konunanların alameti olan kelime. Üçüncüsü, takva kelimesi, takvanın aslı demek olur. Bir çokları takva sözünden maksat, kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet olduğunu söylemişlerdir. Zira bütün takvanın baş ve esas şartı odur. (Elmalılı)
Osman b. Affan (r.a); Resulullah (sav)'den işittim, buyuruyordu: "Ben bir kelime bilirim ki onu kalbinden inanarak söyleyen kul, ateşe haram olur." dedi. Bunun üzerine Ömer b. Hattab (ra) da dedi ki: Ben size söyleyeyim nedir o? O ihlas kelimesidir ki Allah Teâlâ onu Muhammed'e ve ashabına gerekli kıldı ve o takva kelimesidir. (Elmalılı)
وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِهَا car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَحَقَّ ’ye mütealliktir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)
اَهْلَهَا izafeti اَحَقَّ ’ya matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
Hak Teâlâ, kâfirler hakkında جَعَلَ fiilini, müminler hakkında da اَنْزَلَ fiilini kullanmış; hamiyetin, o anda ve ebedi olmayan arızî şeyler hakkında suni bir şey olduğuna işaret etmek için, "sekînetini kıldı ve yarattı" gibi ifadeler kullanmamıştır. Sekîne, hazinesinde adeta korunmuş, müminler için hazırlanmış bir şey gibidir. Dolayısıyla Allah onu oradan indirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ amili olan عَل۪يماً۟ ’e takdim edilmiştir.
كَانَ ’nin haberi olan عَل۪يماً۟ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Cümlede car mecrurun amiline takdimi önemi sebebiyledir.
Allah isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | صَدَقَ | doğruladı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | رَسُولَهُ | Elçisinin |
|
5 | الرُّؤْيَا | rüyasını |
|
6 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
7 | لَتَدْخُلُنَّ | gireceksiniz |
|
8 | الْمَسْجِدَ | Mescid-i |
|
9 | الْحَرَامَ | Haram’a |
|
10 | إِنْ | eğer |
|
11 | شَاءَ | dilerse |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | امِنِينَ | güven içinde |
|
14 | مُحَلِّقِينَ | traş ederek |
|
15 | رُءُوسَكُمْ | başlarınızı |
|
16 | وَمُقَصِّرِينَ | ve(ya) kısaltarak |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تَخَافُونَ | korkmadan |
|
19 | فَعَلِمَ | böylece bildi |
|
20 | مَا | şeyi |
|
21 | لَمْ |
|
|
22 | تَعْلَمُوا | sizin bilmediğiniz |
|
23 | فَجَعَلَ | ve verdi |
|
24 | مِنْ |
|
|
25 | دُونِ | başka |
|
26 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
27 | فَتْحًا | bir fetih |
|
28 | قَرِيبًا | yakın |
|
Rivayet tefsirlerinin ve siyer kitaplarının ortaklaşa verdikleri bilgiye göre Hz. Peygamber Hudeybiye’ye gelmeden önce veya burada iken rüyasında Mekke’ye girdiklerini ve burada tıraş olduklarını görmüş, bunu da ashabına anlatmıştı. Rüyayı işitenler hemen bu seferde Mekke’ye gireceklerini ve umre yapıp tıraş olacaklarını zannettiler, rüyayı böyle yorumladılar. Olaylar farklı gelişip barış ve antlaşma yaparak geri dönme kararı verilince münafıklar rüya olayını kullanarak kafaları karıştırmak üzere harekete geçtiler, bazı müminlerin de kafalarında tereddütler oluştu. Hz. Peygamber’e gelip durumu sordular; o da “Ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim” dedi. Hz. Ebû Bekir de aynı şeyi söyledi. Heyecan yatıştıktan sonra gelen bu âyet bir yandan Hz. Peygamber’i tasdik etmekte, diğer yandan da yakında gerçekleşecek bir fethin müjdesini vermektedir. Bu fetih için Hayber fethi diyenler çoğunlukta olmakla beraber, Hudeybiye veya Mekke’nin fethi şeklinde açıklayanlar da olmuştur (Müsned, IV, 328-331; İbn Kesîr, VI, 337 vd.; Kurtubî, XVI, 276 vd.).
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir.
صَدَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَسُولَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرُّءْيَا ikinci mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. بِالْحَقِّۚ car mecruru الرُّءْيَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ
لَ harfi, ikinci mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. الرُّءْيَا ‘yı tefsir eder. تَدْخُلُنَّ fiili mahzuf نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ‘ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
الْمَسْجِدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَرَامَ kelimesi الْمَسْجِدَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. اٰمِن۪ينَ kelimesi تَدْخُلُنَّ ‘deki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. مُحَلِّق۪ينَ ikinci hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رُؤُ۫سَكُمْ ism-i fail olan مُحَلِّق۪ينَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
İsm-i mefûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُقَصِّر۪ينَ atıf harfi وَ ‘la مُحَلِّق۪ينَ ‘e matuftur. لَا تَخَافُونَ cümlesi مُقَصِّر۪ينَ ‘deki zamirin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَخَافُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمِن۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi أمن olan fiilin ism-i failidir.
مُحَلِّق۪ينَ ve مُقَصِّر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ تَعْلَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَعْلَمُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
جَعَلَ atıf harfi فَ ile عَلِمَ ‘ye matuftur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. İşaret ismi ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَتْحاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. قَر۪يباً kelimesi فَتْحاً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهُ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
Allah, bu rüyayı doğru bir amaç ve üstün bir hikmet için, yani imanı sarsılmaz olanlar ile sarsılanları birbirinden ayırt etmek için bu şekilde tasdik buyurdu.
حَقّ kelimesi, Allah'ın isimlerinden olan hak veya batılın karşıtı olan hak anlamında olup ona yemin edilmiş de olabilir. (Ebüssuûd)
İlâhi vaadin, Allah'ın dilemesi şartına bağlanması, bazı müminlerin ölüm sebebiyle veya hazır bulunmamaları sebebiyle veya da başka bir sebeple Mekke'ye giremeyeceklerini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Kasem yani yemin, tekiddir. Yani siz müminler vallahi, o Mescid-i Haram'a kati olarak gireceksiniz inşaallah. اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ kaydında da bir kaç incelik vardır:
Birincisi; bu gibi vaat yerlerinde talim içindir. İkincisi; o giriş kendi güçleriyle değil, Allah'ın dilemesiyle olduğuna dikkat çekmek içindir. Üçüncüsü; muhataplar içinde o zamana kadar vefat edecekler bulunabileceğine işaret olmak üzere cemaatin mevcut fertlerine göre bir ihtimale işaret içindir. İnşallah öyle gireceksiniz ki güvenlikler içinde, rahat rahat başlarınızı kazıtmış ve kırktırmış olarak yani kiminiz kazıtmış kiminiz kırktırmış bir halde, ihramdan çıkarken tıraş olmak hac ve umrenin menâsikindendir. (Elmalılı)
Bu rüya mücmel, kapalı ve kısa bir rüya idi. Hac veya umrenin yapılacağı ve bunlarla alakalı olan saç kesme veya traşın gerçekleşeceği hakkında değildi. (Âşûr)
"Rüyaya ne oldu?" diyen münafıkların şüphelerini ortadan kaldırmak için verilen haber قَدْ harfiyle tekid edilmiştir. (Âşûr)
صَدَقَ fiili ikinci mefulunu harfi cerle alması gerekirken burada harfsiz olarak almıştır. Buna نَزْعِ الخافِضِ denir. Yani cümlenin aslı şöyledir: صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ في الرُّؤْيا . Harfi cer hazfolmuş, fiil direk mefule bağlanarak onu nasb etmiştir. (Âşûr)
بِالحَقِّ kelimesindeki بِ mülabese içindir. Mahzuf bir masdarın sıfatı olarak gelmiş bir zarf-ı müstekardır. Yani صِدْقًا مُلابِسًا الحَقَّ şeklindedir. (Âşûr)
لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. الرُّءْيَا için tefsiriyye hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
لَتَدْخُلُنَّ المَسْجِدَ الحَرامَ cümlesinin صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ cümlesinden İstînâfi beyaniyye olması daha iyidir. (Âşûr)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ cümlesi, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
الْحَرَامَ kelimesi, تَدْخُلُنَّ fiilinin mef’ûlü olan الْمَسْجِدَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ
Şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bu ayette anlamca devam eden bir sözün arasına gelmiş olan اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ ifadesi müminlerin gelecekle ilgili olmasını istedikleri veya diledikleri şeyleri ifade ettiklerinde o esnada bu ibareyi söylemelerinde acele etmeleri gerektiğinin bir nevi talimidir. Aynı zamanda Allah'ın iradesinin sözlere de yansıması gerektiğinin bir göstergesidir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslubu)
Şart cümlesi olan اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ /inşallah ifadesi, rüya meleğinin Resulullah'a söylediğinin yahut Resulullah'ın ashabına söylediğinin aynen hikaye edilmesidir. (Ebüssuûd)
Bu, إنْ شاءَ اللَّهُ sözünün karinesiyle onlara ayetin nazil olduğu sırada bahsedilen olayların, kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğine dair bir güvencedir. (Âşûr)
إنْ شاءَ اللَّهُ sözü zayıf gibi görünse bile gelecek haber için tezyildir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Hükmün illetini bildirmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰمِن۪ينَ kelimesi تَدْخُلُنَّ ‘deki failin haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ (Mescid-i Haram'a gireceksiniz) şeklindedir.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اِنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîp bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَتَدْخُلُنَّ ‘deki failin ikinci hali olan مُحَلِّق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelmiştir. رُؤُ۫سَكُمْ ise bu kelimenin mef'ûlun bihtir. مُقَصِّر۪ينَۙ , tezâyüf nedeniyle مُحَلِّق۪ينَ ‘ye atfedilmiştir.
لَا تَخَافُونَ cümlesi تَدْخُلُنَّ veya مُحَلِّق۪ينَ ’nin failinden haldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
مُحَلِّق۪ينَ (tıraş olanlar) - مُقَصِّر۪ينَ (kısaltanlar) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً
Cümle atıf harfi فَ ile صَدَقَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ’nın sılası olan لَمْ تَعْلَمُوا , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
عَلِمَ - لَمْ تَعْلَمُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَتْحاً kelimesi جَعَلَ fiilinin mef’ûludur. قَر۪يباً kelimesi ise فَتْحاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ذٰلِكَ ism-i işaretiyle önceki fethe işaret edilmiştir. Tazim ifade eden ذٰلِكَ ‘de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
مِنْ دُونِ ذٰلِكَ ‘deki مِنْ , beyaniyye veya ibtidaiyyedir. (Âşûr)
Burada Allah'ın bilmesinden murad, fiili olarak bilmesidir. Yani Allah, sizin bilmediğiniz, o doğru rüyayı resulüne gösterdikten sonra onun doğru olduğunu kanıtlayan şeylerin önce gösterilmesini gerektiren hikmeti fiili olarak bilmiştir ve Mescid-i Haram'a gireceğinizi kanıtlayan delilin (Hudeybiye Antlaşmasının) tahakkukundan başka size Hayber fethinde bahşedecektir. (Ebüssuûd)
فَعَلِمَ ما لَمْ تَعْلَمُوا sözündeki فَ harfi hakkında haber verilen şeyi değil, haberi detayllandırmak (tefrî) içindir. (Âşûr)
جَعَلَ 'deki mazi sıyga gelecek zamanı mazi menzilesine indirerek kesinlik kazandırmak içindir. (Âşûr)
جَعَلَ kelimesi قَدَّرَ , buradaki دُونِ ise غَيْرِ manasındadır ve مِنْ ibtidâiyye veya beyâniyyedir. (Âşûr)
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | أَرْسَلَ | gönderendir |
|
4 | رَسُولَهُ | Elçisini |
|
5 | بِالْهُدَىٰ | hidayet ile |
|
6 | وَدِينِ | ve din ile |
|
7 | الْحَقِّ | hak |
|
8 | لِيُظْهِرَهُ | onu üstün kılmak için |
|
9 | عَلَى |
|
|
10 | الدِّينِ | dinlere |
|
11 | كُلِّهِ | bütün |
|
12 | وَكَفَىٰ | ve yeter |
|
13 | بِاللَّهِ | Allah |
|
14 | شَهِيدًا | şahid olarak |
|
Daha önce Tevbe sûresinde (9/33) açıklanan bu âyet, Mâide sûresinde geçen (5/48), Kur’an’ın “müheymin” niteliği ile de yakından ilgilidir. Hepsi aynı kaynaktan gelen ilâhî dinlerin sonuncusu olan İslâm’ın kitabı Kur’an müheymindir; yani önceki kitaplarla ilgili olarak neyin gerçek, neyin gerçek dışı olduğuna şahitlik eden, onları koruyan, gözeten, denetleyen ve düzelten bir kitaptır. Kur’an-ı Kerîm bizzat yüce Allah’ın korumasında olup tahrifat ve bozulmadan korunduğu gibi (bk. Hicr 15/9) diğer kitapların iman ve amel edilmesi gereken bölümlerini de yok olmaktan korumaktadır. Kur’an onların öğretileri kaybolmasın, boşa gitmesin diye onları korur, Allah kelâmı olduklarına dair şahitlik eder, insanların yapmış olduğu katmalardan, te’vil ve tahrifattan onları arındırır; onları tasdik ve teyit eder. Bu konuda kendisine başvurulacak bir kaynaktır. Kitap olarak Kur’an, din olarak da İslâm diğer kitapların ve dinlerin ilâhî ve yürürlükte olan kısmını olmayanından ayırma ölçütü olunca tabii olarak mevcut dinlerin üstünde bir yere de sahip bulunmaktadır.
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَسُولَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْهُدٰى car mecruru رَسُولَهُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir.
د۪ينِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِ harfi, يُظْهِرَهُ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَرْسَلَ fiiline mütealliktir.
يُظْهِرَهُ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الدّ۪ينِ car mecruru يُظْهِرَهُ fiiline mütealliktir. كُلِّه۪ manevi tekid olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzi tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.
Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ ‘dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
يُظْهِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظهر ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداًۜ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِ harf-i ceri zaiddir. اللّٰهِ lafza-i celâl fail olarak lafzen mecrur mahallen merfûdur. شَه۪يداً hal veya temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye ‘bakımından, …yönünden’ şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
بِالْهُدٰى car mecruru رَسُولَهُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. وَد۪ينِ الْحَقِّ izafeti, بِالْهُدٰى ‘ya matuftur.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle اَرْسَلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
كُلِّه۪ izafeti الدّ۪ينِ ‘yi tekid içindir.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولَهُ - اَرْسَلَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, بِالْهُدٰى - الدّ۪ينِ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
د۪ينِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah, bu ayet ile, fetih vaadini de pekiştirmekte ve müminlerin eliyle birçok ülkenin fethedileceğine, ölçüm olarak Mekke'den çok büyük bölgelerin fethinin fırsatının verileceğine dair mü’minlerin kalbine, güven vermektedir. (Ebüssuûd)
Bu cümle قَدْ harfiyle kasem lamından oluşan لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيا بِالحَقِّ sözünün gerçekleştiğini vurgular. (Âşûr)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِاللّٰهِ ’deki ب harfi zaiddir. Tekid ifade eder. اللّٰهِ , lafzen mecrur mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)
شَه۪يداً temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Vaadinin mutlaka gerçekleşeceği hususunda “şahit olarak Allah yeter.” Hasan-ı Basrî’nin bu ifadeyi “Allah, senin dinini üstün kılacağına dair kendi zatına şahitlik etmektedir.” şeklinde tefsir ettiği nakledilmiştir. (Keşşâf)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin son cümlesi Kur’an’da birkaç kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Kelamın sonuna gelindiğine dair işaret barındıran cümlede, berâat-i intihâ sanatı vardır.
Hoca dedi ki:
Rasulullah (sav)’in hayatının her döneminden çıkarılacak nice ibretler vardır. Hepsi, genel manada insan hayatına taşıyabileceğimiz önemli detaylar barındırır. Onlar sayesinde, insanı daha iyi tanıma ve aslında nasıl olması gerektiğine dair bilgiler elde edilir.
Hudeybiye Antlaşması’ndan öğrenilecek çok ders vardır. Bunların bir kısmı: insan yaşadıklarını, gördüklerini ya da işittiklerini, bilgisi kadar anlar ve yorumlar. Sahip olduğu aklının ve ilimlerinin sınırının bilincinde olmak önemlidir. Ancak o zaman, kendisinden daha ileri seviyede olana güvenir. İlmi dahilinde gösterdiği yola uyar ve nasihatlerine kulak verir. Kendi aklına daha fazla güvenen ise şüpheyle hareket eder ve şüphesiyle etrafındakileri de yorar. Ayrıca, insan acelecidir. Başladığı iş hemen bitsin ve başarıya ulaşsın ister. Lakin, belli hazırlık aşamalarından geçenin sağlamlığı artar, kıymeti bilinir çünkü insan maddi manevi hazırlanır ve güçlenir.
Bu dersleri içşelleştirmeniz için Hudeybiye Antlaşması’nı ucundan hatırlamak faydalı olacaktır. Rasulullah (sav)’in Mekke’ye girdiklerini ve traş olduklarını gördüğü rüya üzerine ashabıyla beraber umre yapmak için Medine’den Mekke’ye yola çıkmış ancak müşrikler engel olmuştur. Bunun üzerine Kureyşlilerle bir antlaşma yapılmıştır. Antlaşmanın maddeleri karşısında müslümanların moralleri bozulmuş, münafıklar bunu fırsat bilmiş kafa karışıklıklarını teşvik etmiş ve bu antlaşmayı bir yenilgi olarak değerlendirmişlerdir. Rasulullah (sav)’e rüyası sorulduğunda, Peygamber Efendimiz (sav)’in cevabı net ve düşündürücü: Ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim.
Ey Allahım! Nefsimizin aceleci hallerinden Sana sığınırız. Bizi, Sana hakiki manada güvenenlerden ve teslim olanlardan eyle. Geçmiştekilerden ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatından almamız gereken dersleri almamızı, nefsimizi değerlendirmemizi, yanlışlarımızı düzeltmemizi ve hallerimizi güzelleştirmemizi nasip eyle. Gönüllerimizi huzur ve güven duygusu ile doldur.
Amin.
***
Her insanın üstün olmayı dilediği bir iş ya da yer vardır. Bu üstünlüğün özüne dikkat etmek gerekir. Yani kişi bunu neden istediğini ve onun için nelerden fedakarlık edeceğini iyi anlamalı ve niyetini doğru yöne çekmelidir. Aksi takdirde hiç gitmeyecekmiş hissiyle dolduran ama eninde sonunda kendisini terk edecek bir dünyalık uğruna tepetaklak olma riskine girer.
Bazen bazı üstünlükler, kişinin nasibi değildir. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın istediği seviyeye ulaşamamaktadır. Kimisinin gönlü kırılır, kimisinin hayalleri yıkılır. Halbuki üstünlük Allah’tandır. Belki şükür, belki de sadece bir imtihan sebebi kılınır. Olmayanda da vardır bir hayır diyebilmek tevekkülden gelir. Kişi bilmediğini ısrarla istemekten Allah’a sığınmalıdır.
Allah kullarına istediklerini ve hatta istemeyi akıl edemediklerini verir. Allah’ın huzuruna biraz istediği oyuncağa kavuşan çocuk heyecanıyla koşmak güzeldir. Kişi ne kadar çalıştığını düşünse ya da hakkettiğine inansa dahi şükür etmesini bilmelidir. Ancak o zaman sahip olduğu nimetin kıymetini bilebilir. Aksi takdirde dikeni battığı için ağlamaktan gülü göremeyene döner.
Ey kalplerimizi ve işlerimizi bilen Allahım! Sahip olduğumuz ve olmayı umduğumuz her nimet için Sana sonsuz şükürler olsun. Bizi iki cihanda da nice ferahlık sebebi hayırlara ulaştır. Verdiğin her nimet, kabul ettiğin her dua ve koruduğun her şer için Sana sonsuz şükürler olsun. Bizi iki cihanda da Senin rahmetinle ve izninle, nice yolları ve işleri başarıyla tamamlayanlardan eyle.
Ey hayallerimizi ve dualarımızı bilen Allahım! Hayatımızda ve nefsimizde nasıl bir etkiye sebep olacağını kestiremediğimizi ısrarla istemek gafletinden Sana sığınırız. Kalplerimizi ve akıllarımızı; hakkımızda hayırlı olacak, gönüllerimize ferahlık getirecek, gözlerimizi tebessümle aydınlatacak ve bizi Senin rızana yaklaştıracak hayallerle ve dualarla doldur.
Ey gönülleri sevindiren ve güldüren Allahım! Her şeyin en doğrusunu bilen Sensin. Bize neyin en iyi geleceğini bilen Sensin. Bizi iki cihanda da sevindir. Muhabbetin, zikrin ve rahmetin ile kalplerimizi mutmain kıl. Ümitsizliğin ve çaresizliğin her türlüsünden muhafaza buyur. Bizi sımsıkı Sana sarılanlardan ve Sana dayandığı için iki cihanda da sapasağlam ayakta duran salihlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji