بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مُحَمَّدٌ | Muhammed |
|
2 | رَسُولُ | elçisidir |
|
3 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve bulunanlar |
|
5 | مَعَهُ | onun yanında |
|
6 | أَشِدَّاءُ | katı |
|
7 | عَلَى | karşı |
|
8 | الْكُفَّارِ | kafirlere |
|
9 | رُحَمَاءُ | merhametlidirler |
|
10 | بَيْنَهُمْ | birbirlerine karşı |
|
11 | تَرَاهُمْ | onları görürsün |
|
12 | رُكَّعًا | rüku’ ederek |
|
13 | سُجَّدًا | secde ederek |
|
14 | يَبْتَغُونَ | aradıklarını |
|
15 | فَضْلًا | bir lutuf |
|
16 | مِنَ | -dan |
|
17 | اللَّهِ | Allah- |
|
18 | وَرِضْوَانًا | ve rızasını |
|
19 | سِيمَاهُمْ | nişanları vardır |
|
20 | فِي |
|
|
21 | وُجُوهِهِمْ | yüzlerinde |
|
22 | مِنْ | -nden |
|
23 | أَثَرِ | izi- |
|
24 | السُّجُودِ | secde |
|
25 | ذَٰلِكَ | şöyledir |
|
26 | مَثَلُهُمْ | onların vasıfları |
|
27 | فِي |
|
|
28 | التَّوْرَاةِ | Tevrat’taki |
|
29 | وَمَثَلُهُمْ | ve vasıfları |
|
30 | فِي |
|
|
31 | الْإِنْجِيلِ | İncildeki |
|
32 | كَزَرْعٍ | bir ekin gibidir |
|
33 | أَخْرَجَ | çıkaran |
|
34 | شَطْأَهُ | filizini |
|
35 | فَازَرَهُ | onu güçlendiren |
|
36 | فَاسْتَغْلَظَ | sonra kalınlaşan |
|
37 | فَاسْتَوَىٰ | derken dikilen |
|
38 | عَلَىٰ | üstüne |
|
39 | سُوقِهِ | gövdesinin |
|
40 | يُعْجِبُ | hoşuna gider |
|
41 | الزُّرَّاعَ | ekincilerin |
|
42 | لِيَغِيظَ | öfkelendirsin diye |
|
43 | بِهِمُ | onlara karşı |
|
44 | الْكُفَّارَ | kafirleri |
|
45 | وَعَدَ | va’detmiştir |
|
46 | اللَّهُ | Allah |
|
47 | الَّذِينَ |
|
|
48 | امَنُوا | inananlara |
|
49 | وَعَمِلُوا | ve yapanlara |
|
50 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
51 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
52 | مَغْفِرَةً | mağfiret |
|
53 | وَأَجْرًا | ve mükafat |
|
54 | عَظِيمًا | büyük |
|
Cümleyi âyetin başından başlatarak “Muhammed Allah’ın elçisidir” şeklinde bir çeviri yapmak da mümkündür. Ancak bir önceki âyetle bağlantı kurarak, “Elçisini doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen...” cümlesinde vazifesine vurgu yapılan ve “Kim bu elçi?” sorusunu akla getiren ifadeye cevap olarak anlamak da mümkündür ve tercümede bu ikincisi tercih edilmiştir (bk. İbn Âşûr, XXVI, 202).
Hudeybiye biatı sebebiyle önemli bir kısmından Allah’ın razı olduğu bildirilen ashabın burada tamamı ile ilgili övücü bir açıklama daha yapılmaktadır. Hz. Peygamber’i malları ve canlarıyla destekleyen, seven, hayatlarının merkezine alan sahâbe (mümin olarak onu gören ve yeterli bir süre yanında bulunan, eğitiminin etkisinde kalan insanlar) gönüllerini de Allah rızasına tahsis etmişlerdir; nefretleri ve sevgileri şahsî çıkar ve arzularına değil, O’nun rızasına göre değişmektedir. Onlar, İslâm’a ve peygambere düşman olanlara karşı gerektiğinde sert ve acımasız olurken kendi aralarında kardeşler gibi yaşamakta, birbirlerine sevgi ve şefkat göstermektedirler. Gayri müslimlere karşı tavır ve davranışla ilgili diğer âyetler (meselâ Mümtehine 60/8) göz önüne alındığında, Hz. Peygamber devrindeki Arap müşriklerine karşı acımasız davranmanın bütün gayri müslimleri kapsamadığı, müminlere inançları yüzünden baskı yapmayan, onları yurt ve yuvalarından çıkarmayanlara, İslâm’ın genel amaçları ve yüksek ahlâk ilkeleri çerçevesinde davranılacağı anlaşılmaktadır, uygulama da genellikle böyle olmuştur.
Sîmâ Türkçe’ye de geçmiş bir kelimedir, sözlük mânası “alâmet, nişan, yüz özelliği, fizyonomi”dir. Burada geçen sima üç şekilde yorumlanmıştır: a) Secdeden meydana gelen maddî iz, alındaki siyahlık, b) Yine secde sebebiyle oluşan mânevî iz, yüzdeki nur,
c) Kıyamette namaz kılanların, secde edenlerin tanınmasını sağlayan yüz işareti. Bize göre bu yorumların biri diğerine zıt düşmemekte, birbirini tamamlamaktadır; sahâbe gibi çokça namaz kılan ve secde edenlerde bu üç işaretin birden oluşması ve bulunması mümkündür. 29. âyet meâlinin buraya (yani “Tevrat’ta onlar için yapılan benzetme budur” cümlesine) kadar olan kısmı, sahâbenin Tevrat’ta bulunan tanımıdır. Bizim “İncil’deki misalleri ise...” diye ayırdığımız kısmı da buraya bağlayarak, “Şu onların hem Tevrat’taki hem İncil’deki temsilleridir...” şeklinde çevirenler ve daha sonra gelen tohum misalini her iki kitapta geçen tek misal olarak verenler de olmuştur (bk. Esed, III, 1052).
İbn Âşûr eldeki Tevrat üzerinde yaptığı araştırma sonunda, yukarıdaki tasvire yakın bulduğu şu pasajı nakletmiştir: “Rab Sînâ’dan geldi ve onlara Seir’den doğdu, Paran dağından parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi, ... gerçek sıptları sever ...” (Tesniye, 33/1-3). Paran (Fârân) dağı Mekke tarafındadır, “bütün sıptları sever” cümlesi de konumuz olan âyetteki “birbirlerine karşı merhametli” ifadesine yakındır (XXVI, 207).
İncil’deki örneğe, yine bugün elde bulunan İnciller’in içinde en uygun düşen parça ise şudur: “Ve Îsâ onlara mesellerle çok şeyler söyleyerek dedi. İşte, ekinci tohum ekmeğe çıktı ve ekerken bazıları yol kenarına düştü ... ve başkaları iyi toprak üzerine düştü, bazısı yüz, bazısı altmış, bazısı otuz kat semere verdiler. Kulakları olan işitsin” (Matta, 13/3). Bu örnekte Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Bu birkaç kişinin imanı ile başlayan İslâmlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaç olan müslümanlar giderek güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya, eğriyi doğrudan, hakkı bâtıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır; bu gelişme, inkârla şartlanmış olanların da kin ve nefretlerini arttırmıştır.
Kur’an’ın, dolayısıyla İslâm’ın asıl amacı insanlara doğru yolu göstermek, dünyada bütün insanlık için örnek olacak bir topluluk yetiştirmek, onlar sayesinde erdem topluluğunun dünya görüşünü ve hayat düzenini insanlığa sunmak ve hür iradeleriyle ona tâbi olmalarını, onların izlediği yolu izlemelerini teşvik etmektir. Savaşlar ve fetihler amaç olmayıp adalet, hürriyet ve faziletin hâkim olduğu bir dünya düzeni oluşturmanın araçlarıdır. Fetih sûresi belirtilen amaca vurgu yaparak son bulmaktadır.
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. مُحَمَّدٌ mübteda olup lafzen merfûdur. رَسُولُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَعَهُٓ mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. اَشِدَّٓاءُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. عَلَى الْكُفَّارِ car mecruru اَشِدَّٓاءُ ‘ ya mütealliktir.
رُحَمَٓاءُ kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur. بَيْنَهُمْ mekân zarfı, رُحَمَٓاءُ ‘ ya mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً
Cümle الَّذ۪ينَ ‘ nin üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur.
تَرٰيهُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رُكَّعاً ve سُجَّداً kelimeleri تَرٰيهُمْ ‘deki mef’ûlunden haldir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًۘ
Cümle الَّذ۪ينَ ‘ nin dördüncü haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْتَغُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فَضْلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَبْتَغُونَ fiiline mütealliktir.
رِضْوَاناًۘ atıf harfi و ‘la فَضْلاً kelimesine matuftur.
س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ
Cümle الَّذ۪ينَ ‘ nin beşinci haberi olarak mahallen merfûdur.
س۪يمَاهُمْ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ي وُجُوهِهِمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ اَثَرِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. السُّجُودِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَثَلُ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي التَّوْرٰيةِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir.
وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَثَلُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪
İsim cümlesidir. كَزَرْعٍ takdiri هُوَ olan mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ cümlesi كَزَرْعٍ ‘i n sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat.
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرَجَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘ dir.
شَطْـَٔهُ۫ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰزَرَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘ dir. Muttasıl zamiri هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَغْلَظَ atıf harfi فَ ile makabline matuftur. اسْتَغْلَظَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘ dir.
اسْتَوٰى atıf harfi فَ ile makabline matuftur. اسْتَوٰى fiili ى üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلٰى سُوقِه۪ car mecruru اسْتَوٰى fiiline mütealliktir.
يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ
Fiili cümlesidir. اسْتَوٰى ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعْجِبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘ dir. الزُّرَّاعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, يَغ۪يظَ fiilini gizli اَنْ ’ le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, قوّاهم (Onları destekle) veya شبّهوا بذلك (Buna benzettiler.) veya جعلهم بهذه الصفات (Onları bu niteliklerle yarattı) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra,
4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra,
6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِهِمُ car mecruru يَغ۪يظَ fiiline mütealliktir. الْكُفَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Fiil cümlesidir. وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
وَعَدَ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi hazfedilmiştir. Takdiri; الجنّة şeklindedir.
مِنْهُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مَغْفِرَةً kelimesi وَعَدَ fiilinin ikinci mef’ûlu olup fetha ile mansubdur.
اَجْراً atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. عَظ۪يماً kelimesi اَجْراً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُحَمَّدٌ mübtedadır. رَسُولُ اللّٰهِ haberdir.
رَسُولُ اللّٰهِ izafeti, veciz ifade kastı taşıması yanında, lafza-i celâle muzâf olan رَسُولُ için şan ve şeref ifade etmektedir.
Müsned, kendisine şeref ve azamet kazandıracak bir şeye muzâf olduğu zaman; müsnedün ileyhin tazimine delâlet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًۘ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan has ism-i mevsûl eell ‘nin sılası mahzuftur. مَعَهُ , mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَشِدَّٓاءُ haberdir. Cümlede müsnedin ileyhin ismi mevsûlle marife olması tazim ve teşvik ifade eder.
الْكُفَّارِ kelimesi, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَشِدَّٓاءُ ‘ya mütealliktir. رُحَمَٓاءُ kelimesi, الَّذ۪ينَ ‘nin ikinci haberidir.
بَيْنَهُمْ zarfı, رُحَمَٓاءُ ‘ya mütealliktir. İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ ‘ nin üçüncü haberi olan تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رُكَّعاً ve سُجَّداً , her ikisi de تَرٰيهُمْ fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal, anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًۘ cümlesi dördüncü haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. مِنَ اللّٰهِ car-mecruru, mef’ûl olan فَضْلاً ’e mütealliktir.
فَضْلاً ve ona matuf olan وَرِضْوَاناًۘ ‘in nekreliği, tazim, kesret ve nev ifade eder.
رُكَّعاً - سُجَّداً ve فَضْلاً - رِضْوَاناًۘ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki تَرٰيهُمْ ”onları görürsün” ifadesi Peygambere bir hitap olmayıp, tam aksine hitap sadedinde getirilmiş olan ve takdiri, “Ey dinleyen, kim olursan ol, işte bu şekilde ol...” biçiminde olan umumî bir ifade olmuş olur. Bu tıpkı, nasihat eden bir kimsenin, sözüyle belli bir kimseyi kastetmeksizin, ortada da bir uyanma olmadığı halde, “Uyan arkadaş uyan..” demesi gibidir. (Fahreddin er-Razi)
س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ
Cümle الَّذ۪ينَ ‘ nin beşinci haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
س۪يمَاهُمْ , mübtedadır. ف۪ي وُجُوهِهِمْ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Müsnedin ileyhin izafetle marife olması muzafın şanı içindir, tazim ifade eder.
Ayetteki السُّجُودِۜ kelimesiyle namaz kastedilmiştir. Secde, namazın bir ruknûdür. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ifadesinde istiare vardır. Yüzdeki secde izi, namaz kılan müminlerdeki genel vakarlı ifade ve erdemli davranışlar için müstear olmuştur. Temsîlî istiaredir.
س۪يمَاهُمْ - وُجُوهِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübteda, مَثَلُهُمْ haberdir. Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder. مَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ ibaresi, habere matuftur.
Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile nebî ve beraberindekilerin sıfatlarına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhâtab târif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَثَلُهُمْ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
التَّوْرٰيةِۚۛ - الْاِنْج۪يلِ۠ۛ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فِي التَّوْرٰيةِۚۛ - فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ ifadelerindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla İncil ve tevrat, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kitaplar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşbih harfinin dahil olduğu car mecrur كَزَرْعٍ , takdiri هُوَ olan mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ cümlesi, زَرْعٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayetteki mürekkebin mürekkebe benzetildiği temsilî teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ [Onlar, filizini yarıp çıkmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler…] ayetinde teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Âşûr أخْرَجَ شَطْأهُ ifadesinde istiâre olduğunu söylemiştir. Ürünün çıkması; civcivin yumurtadan çıkmasına benzetilmiştir. Benzeme yönü bir şeyin bir mekandan çıkmasıdır. (Âşûr)
فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ
فَاٰزَرَهُ ve فَاسْتَغْلَظَ cümleleri, atıf harfi فَ ile اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ cümlesine atfedilmiştir. Iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.
يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ cümlesi اسْتَوٰى ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, takdiri, قوّاهم الله (Allah onları kuvvetlendirdi.) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
اسْتَغْلَظَ - يَغ۪يظَ kelimeleri arasında cinas-ı muzâri, زَرْعٍ - الزُّرَّاعَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve her iki gruptaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زَرْعٍ - شَطْـَٔهُ۫ - الزُّرَّاعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Onlar, her iki kitapta da bu şekilde anlatılmış, onlar için bu şekilde benzetme yapılmıştır. Onlar, sanki bir ekin gibi kabul edilmişlerdir. Çünkü ekin ilk çıkışta, zayıf ve narin olur. Ama olgunlaşacak kabiliyet ve kapasitesi vardır. İşte mü’min de böyledir, شَطْءُ kelimesi, bitkinin filizi demektir. فَاٰزَرَهُ fiili ile, “Filizini çıkardı ve sarmaş dolaş olacak, birbirine girecek şekilde büyüyüp kuvvetlendi” manasının kastedilmiş olması muhtemeldir. Bu, en kıymetli ve açık manadır. (Fahreddin er-Razi)
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, sonraki habere dikkat çekmenin yanında, onlara tazim amacı taşır.
مِنْهُمْ car-mecruru, عَمِلُوا ’nun failinden haldir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَغْفِرَةً ve ona matuf olan وَاَجْراً kelimeleri, وَعَدَ filinin iki mef’ûlüdür. Bu kelimelerdeki nekrelik, tazim, kesret ve nev ifade eder. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَظ۪يماً kelimesi اَجْراً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. عَظ۪يماً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümledeki مِنْ harf-i ceri, ba'diyyet için değil, beyâniyyedir. Bunun ba'diyet için ve ‘’kafirlerden iman edenler için büyük bir ücret vardır’’ manasında olması da muhtemeldir. (Fahreddin er- Râzî)
Mümin ve kafirlerden oluşan muhatap kitlesine sahip ayette, Hz. Muhammed’in Allah'ın elçisi olduğu haberinin inkâr edenler için tekid edatlarıyla desteklenerek verilmesi gerekmektedir. Ancak ayet muktezâ-yı zâhirden çıkarak مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ şeklinde ibtidaî formda gelmiştir. Burada da, bir önceki örnekte belirtildiği gibi, münkir muhataplara, söz konusu haberin inkâr edilemeyecek ve tekide ihtiyaç duyulmayacak kadar açık bir hakikat olduğu mesajı verilmektedir. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-yi Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu (Kur’ân-ı Kerîm Örneği))
Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Burada şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ, rükû ve secde edenler hakkında, onların Allah’ın fazlını taleb ettiklerini belirtmiş ve ayrıca da, onlar için, “ücret” vardır demiş, fakat, “Onlar için taleb ettikleri o fazl vardır” dememiştir. Çünkü mümin birşey yaparken, yaptığına değer vermez ve onu önemli bir ücrete değer de bulmaz. İşte bundan dolayı mümin, “Allah’ım, ben ancak senin fazl-u keremini isterim. Çünkü benim amelim, ücrete değer olmayan önemsiz bir şeydir” der. Allah Teâlâ da böylesi mümine, fazlından verdiğini verir ve müminin amelinin makbul sayıldığına, yerli yerince yapılmış olduğuna, Allah katında, mü’minin bu işinden ötürü ücrete müstehak olmayan önemsiz bir şey sayılmadığına işaret etmek için, bu verdiği şeye “ücret” adını verir. (Fahreddin er-Razi)
Sûrede, müslümanların Allah’a ve resulüne karşı riayet etmeleri gereken edep, kendi aralarında ve başkalarıyla ilişkilerinde takınmaları gereken ahlâkî tavır konularında buyruk ve tavsiyelere yer verilmiş, müminler arasında çıkacak ihtilâfların nasıl çözüleceği açıklanmış, insanların kök birliği ve eşitliği etkili bir üslûp içinde ilân edilmiş, üstünlüğün fırsat eşitliği içinde yapılacak yarışla elde edileceği vurgulanmış, iman ve islâm kavramlarıyla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır.
Râzî’nin, sûrenin ana konularıyla ilgili olarak yaptığı sistematik açıklama ilgi çekicidir: Bu sûrede müminler, güzel ahlâk kurallarına yönlendirilmektedir. Riayet edilmesi gereken edep ve ahlâk kuralları ya Allah ya resulü ya da başkalarıyla ilgilidir. Başkaları ya iman, ibadet ve güzel ahlâk yolunu tutanlardır yahut yoldan sapanlardır (fâsıklardır). Doğru yolda olanlar da ya bir arada bulunurlar veya ayrı yerlerde. Böylece ahlâk ve davranış bakımından müminin karşısında beş farklı muhatap vardır. Sûrenin 1, 2, 6, 11 ve 12. âyetlerine “Ey iman edenler” diye başlanmış ve her birinde yukarıda sıralanan muhataplardan biriyle ilgili ahlâk, edep ve davranış kurallarına yer verilmiştir (XXVII, 118).
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تُقَدِّمُوا | geçmeyin |
|
6 | بَيْنَ | önüne |
|
7 | يَدَيِ | önüne |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisinin |
|
10 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
11 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
15 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. Müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ‘dir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُقَدِّمُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı تُقَدِّمُوا fiiline mütealliktir.
يَدَيِ muzâfun ileyh olup cer alameti يْ ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir.
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftial babının fâel fiili و ي ث olursa fâel fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
تُقَدِّمُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’ dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
سَم۪يعٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida harfi, اَيُّهَا münadadır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Müstenefe olan nidanın cevabı olan لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَدَيِ ’nin, lafz-ı celâle muzâf olması onun için tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ - اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Rasul için tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette temsili istiare vardır. Allah Teâlâ izin vermeden önce hükümde acele eden kişinin hali, yürürken tabi olduğu kişinin önüne geçen kişinin haline benzetilmiş. Câmi; takibin olmamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
بَيْنَ يَدَىْ tabirinde mecaz-ı mürsel vardır. Zira bunun gerçek manası iki el arası demektir. Fakat örfte, bundan mücaveret (yakınlık) alakasıyla sağ ve sol taraftan iki yönün paralelliği sebebiyle düşünülerek ön manasına kullanıldığı gibi burada Allah ve Resulünün önüne geçmek veya geçirilmek istiare-i temsiliyyedir ki Allah ve Resulünün emri ve hükmünü gözetmeden hiçbir emri kestirip atmayın, demek olup Kitap ve Sünnet’in ahkamını göz önüne almaksızın acele veya baskı ile bir işe kalkışmaktan men etmektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
İnsanın iki eline karşılık iki cihetten istiare ile alınmıştır, bu da yasaklanan şeyi daha kötü göstermek içindir. Mana da: Onlar karar vermeden işi kesip atmayın, demektir. (Ebüssuûd)
Bu ayet-i kerîmede لَا تُقَدِّمُوا fiilinin mef'ûlünun hazfedilmesi konusunda Zemahşerî iki şey söylemiştir:
a) Öne geçmek diye adlandırılacak her şeyi kapsaması için,
b) Ya da direkt olarak öne geçmeyi yasaklamak maksadıyla hazif yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ (Allah ve Resulünden önce bir şey yapmayın.) ayetinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, müminlerin, Peygamber (as)'in huzurunda görüş açıklama ve karar verme hususundaki hallerini, bazı insanların, önüne geçerek yürüdüğü büyük bir melikin haline benzetti. Halbuki edep, onların, melikin önünde değil de, arkasında yürümelerini gerektirir. Bu benzetme istiâre-i temsîliyye yoluyla yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Nidanın cevabına atfedilen وَاتَّقُوا اللّٰهَ cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Zamir yerine sarih isim gelmesi korkutma ve azamet için yapılmış ıtnâbdır.
Hitabın böyle nida ile başlaması karşıdakilere gelecek sözün önemini, dikkat ve özenle dinlenmesi gereğini hatırlatır. İman özelliği ile sıfatlandırmak da sevinç ve neşe vermek ve imanın, o söylenecek sözü korumaya yönelttiğini ve bozukluğa engel olduğunu, bütün o özelliğe sahip olanlara ilan etmektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَل۪يمٌ ve سَم۪يعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
السَّمِيعُ ; işitilen şeyleri iyi bilen demektir. العَلِيمُ kelimesi umumidir. Bu iki sıfatın zikredilmesi muhalefet konusunda uyarı manasında kinayedir. Böylece emir ve yasaklar tekid edilmiştir. (Âşûr)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَرْفَعُوا | yükseltmeyin |
|
6 | أَصْوَاتَكُمْ | seslerinizi |
|
7 | فَوْقَ | üstüne |
|
8 | صَوْتِ | sesinin |
|
9 | النَّبِيِّ | Peygamberin |
|
10 | وَلَا | ve |
|
11 | تَجْهَرُوا | yüksek sesle konuşmayın |
|
12 | لَهُ | onunla |
|
13 | بِالْقَوْلِ | sözü |
|
14 | كَجَهْرِ | yüksek sesle konuştuğunuz gibi |
|
15 | بَعْضِكُمْ | bir kısmınız |
|
16 | لِبَعْضٍ | diğeriyle |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | تَحْبَطَ | yoksa boşa gider |
|
19 | أَعْمَالُكُمْ | amelleriniz |
|
20 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
21 | لَا |
|
|
22 | تَشْعُرُونَ | farkında olmazsınız |
|
Söz, karar ve davranışta Allah ve resulünün iradelerini aşmamak, onların rızalarının dışına çıkmamak gerektiği önceki âyette bildirilmişti. Buna nisbetle daha hafif bir ihlâl ve kusur teşkil eden iki davranışın daha çirkinliği de bu âyette ifade edilmektedir: 1) Hz. Peygamber’in yanında başkalarıyla konuşurken onun sesini bastıracak kadar yüksek bir sesle konuşmak. Buhârî’nin rivayetine göre Hz. Peygamber ile görüşme yapmak üzere Temîmoğulları’ndan bir heyet gelmişti. Görüşme sırasında Hz. Ebû Bekir ile Ömer de orada idiler. Kabileye başkan yapılacak kişi üzerinde bu ikisi ihtilâfa düşüp Hz. Peygamber’in yanında seslerini fazla yükselttiler. Bu âyet inince çok pişman oldular, üzüldüler. Artık onun yanında o kadar alçak sesle konuşuyorlardı ki, çoğu kere Peygamber efendimiz “İşitemedim, tekrarlar mısın?” diyordu (“Tefsîr”, 49/1-2). 2) Onunla konuşurken, sıradan bir kimse ile konuşur gibi bağırıp çağırarak konuşmak. İslâm’dan önce Araplar bu gibi inceliklere riayet etmez, ilâhî bir dinin eğitiminden geçmedikleri için bir peygambere nasıl davranılacağını da bilmezlerdi. Âyetler hem onlara edep dersi vermekte hem de daha sonra gelecek olan müminlere, vefatından sonra da olsa peygamberlerine karşı besleyecekleri saygı ve sevgi konusunda örnekli açıklama yapmaktadır. Râzî’ye göre “sesi, peygamberin sesinin üstüne çıkarmak”, onun huzurunda çok konuşmak şeklinde de anlaşılabilir. Çünkü bir kimse konuşuyorsa (sesi çıkıyorsa) diğeri susuyor ve dinliyor demektir. Hz. Peygamber’in yanında olabildiğince az konuşmak ve çok dinlemek gerekir; çünkü hayırlı olan onun konuşmasıdır (XXVII, 112).
“Farkında olmadan amelin boşa gitmesi” iki türlü olabilir: a) Âhiret hesaplaşmasında günahlar ile sevapların denkleştirilmesi, başkalarının haklarıyla ilgili bazı günahlardan kurtulabilmek için sevap hanesinden aktarmalar yapılması söz konusudur. Bu durumda insana büyük dereceler ve ödüller kazandıracak birçok amel (ibadet, hayır, güzel iş) tazminata gitmekte, bir mânada heder edilmektedir. b) İman olmazsa ebedî kurtuluş bakımından amelin bir değeri yoktur. Hz. Peygamber’e karşı gerekli edep ve saygıyı göstermeyen, onu hayatında örnek almayan kimselerin zaman içinde din duyguları, dinî pratikleri ve imanları –kendileri işin farkında olmadıkları halde– zayıflayabilir. Bu zayıflama imanın varlığı ile yokluğu eşit olan bir dereceye vardığında ibre, fikirde veya fiilde inkâra doğru yönelir, inkâr gerçekleşince de amellerin değeri kalmaz, âhiret sermayesi olarak boşa gitmiş sayılır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 87-88Şeara شعر :
شَعْرٌ kıl/tüy/saç demektir. Sülasi fiil olarak شَعَرَ kıla dokunmak anlamındadır. İstiare olarak incelik konusunda tıpkı kıla isabet edip dokunmak gibi olan bir bilgiyi elde etmek şeklinde kullanılır.
Şâire شاعِر böyle denmesinin nedeni fetanet ve bilgisindeki inceliktir.
مَشاعِرٌ beş duyu manasındadır. شَعائِرٌ de bu anlamda kullanılır.
Son olarak şiâr شِعارٌ lafzı bedene yakın elbisedir. Kıllara temas ettiğinden dolayı bu ismi almıştır. Ayrıca şiâr diye insanın savaşta kendi üstüne koyduğu alamet ve nişana da denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 40 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri şuur, şair, şiir ve şiardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. Müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ ‘dir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَرْفَعُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَصْوَاتَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فَوْقَ mekân zarfı, تَرْفَعُٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. صَوْتِ muzafûn ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّبِيِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَجْهَرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru تَجْهَرُوا ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. بِالْقَوْلِ car mecruru تَجْهَرُوا fiiline mütealliktir.
كَجَهْرِ car mecruru mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. بَعْضِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِبَعْضٍ car mecruru masdar olan جَهْرِ ‘e mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, خشية أن تحبط أعمالكم (Amellerinin boşa gideceğinden korkarak) şeklindedir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ masdar harfidir. تَحْبَطَ fetha ile mansub muzari fiildir. اَعْمَالُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
Cümle hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا تَشْعُرُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَشْعُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida, اَيُّهَا münadadır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Nidanın tekrar edilmesi karşıdakinin daha çok yönelmesi, uyanması, nida edilen şeyin müstakil olduğunu ve daha çok önem verilmesi gerektiğini bildirmek içindir. (Beyzâvî)
Nidanın tekrar edilmesi konunun önemini vurgulamak için yapılmış ıtnâbdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Müstenefe olan nidanın cevabı لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabına atfedilen وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar konudaki önemlerine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
لَهُ ve بِالْقَوْلِ car mecrurları لَا تَجْهَرُوا fiiline mütealliktir. كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ ibaresindeki teşbih harfi كَ , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir. Takdiri جهرا مثل جهر şeklindedir. لِبَعْضٍ car mecruru, bu mahzuf masdara mütealliktir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun lieclih konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri خشية أن تحبط أعمالكم (Amellerinin boşa gideceğinden korkarak) şeklindedir. Muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَرْفَعُٓوا - فَوْقَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَصْوَاتَكُمْ - صَوْتِ ve تَجْهَرُوا - جَهْرِ kelime grupları arasında iştikak cinası, بَعْضِ ‘nin tekrarında ıtnâb ve bunların hepsinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada teşbih edatı zikredildiği için mürsel mücmel teşbih vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ cümlesi وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsned لَا تَشْعُرُونَ ‘nin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيءِ ifadesiyle istiâre terşîh olmuştur. Sesi yükseltmemek demektir ve buradaki فَوْقَ kelimesi mecazîdir. (Âşûr)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | يَغُضُّونَ | kısan(lar) |
|
4 | أَصْوَاتَهُمْ | seslerini |
|
5 | عِنْدَ | huzurunda |
|
6 | رَسُولِ | elçisinin |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
9 | الَّذِينَ |
|
|
10 | امْتَحَنَ | imtihan etmiştir |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | قُلُوبَهُمْ | onların kalblerini |
|
13 | لِلتَّقْوَىٰ | takva için |
|
14 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
15 | مَغْفِرَةٌ | mağfiret |
|
16 | وَأَجْرٌ | ve bir mükafat |
|
17 | عَظِيمٌ | büyük |
|
İşin önemini idrak etmedeki kusur ve İslâm öncesi alışkanlıkların etkisi yüzünden Hz. Peygamber’e karşı edepte kusur edenler ilâhî ikazı alınca imanları, takvâları ve iyi niyetleri sebebiyle derhal kendilerini toparladılar, onun yanında zor işitilen bir sesle konuşmaya başladılar. Allah’ın uyarısını ve rızasını hem alışkanlıklarının hem de öfkelerinin önüne geçirerek büyük bir takvâ imtihanı verdiler ve bu imtihandan başarılı çıktılar. Başarılan her imtihanın bir ödülü vardır, takvâ imtihanının ödülü de bu erdemin önem ve ölçüsünde büyük olacaktır.
Mehane محن :
مَحْنٌ ve إمْتِحانٌ sözcükleri إبْتِلاءُ sözcüğü gibi denemek /sınamak anlamına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece iftial formunda olmak üzere 2 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri mihnet ve imtihandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَغُضُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَصْوَاتَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı, يَغُضُّونَ fiiline mütealliktir. رَسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası امْتَحَنَ اللّٰهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
امْتَحَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. قُلُوبَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلتَّقْوٰى car mecruru امْتَحَنَ fiiline müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri, لظهور التقوى (Takvanın ortaya çıkması için) şeklindedir.
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَجْرٌ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَظ۪يمٌ kelimesi اَجْرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ
Ayet ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve ve tahkir içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi muhatabın mevsûlün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafz-ı celâle muzâf olması رَسُولِ için şan, şeref tazim ifade eder. عِنْدَ ‘nin de رَسُولِ ‘ye muzaf olması ona şeref kazanmıştır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰى cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, الَّذ۪ينَ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette mevsulün ve Allah isminin, hükmün illetini bildirmek ve ikazı artırmak için tekrar edilmesinde ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِلتَّقْوٰىۜ car mecruru, takdiri لظهور (Ortaya çıkması için) olan mahzuf muzâfla birlikte امْتَحَنَ ’ye mütealliktir. Muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ ifadesinde istiare vardır. غُضُّ , ‘gözü korumak, birisine uzun uzun bakmamak’ anlamındadır. Ayette sesi alçaltmak manasında müstear olmuştur. (Âşûr)
Lafz-ı celâl, müminlerin kalplerine heybet hissettirmek amacıyla tekrarlanmıştır. Çünkü bütün kemal ve celal sıfatlar bu isimde toplanmıştır. Allah’ın, gönüllerindeki takvayı sınayıp onayladığı ifadesi, bir kişinin bir konuda denenmesi, sınanması, üstesinden gelmesi için o işe alıştırılması anlamında kullanılan اُمْتَحِنَ فلانٌ لِأمرِ كذا sözünden alınmıştır. (Keşşaf)
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَغْفِرَةٌ , muahhar mübtedadır. Mübtedanın ve ona matuf olan اَجْرٌ ’un nekre gelişi kesret ve tazim ifade eder.
Muahhar mübtedaya matuf olan اَجْرٌ ’un atıf sebebi tezâyüftür.
اَجْرٌ için sıfat olan كَب۪يرٌ۟ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
عَظ۪يمٌ sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَجْرٌ ‘de istiare vardır. Seslerini Hz. Peygamberin yanında alçaltanların mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
Seslerini kısanların tekid için gelen اِنَّ ’nin ismi olarak gelmesi, haberinin her ikisi de marife olan mübteda ve haberden oluşan bir cümle halinde gelmesi -ki mübteda olan اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretidir- onların amellerinin mükafatını bildiren cümlenin müstakil olarak gelmesi, bu mükafatı bildiren kelimelerin nekire ve müphem olarak gelmesi gibi nazım özellikleri ile bu ayet-i kerîme, seslerini kısmak suretiyle Peygamber’e (sav) saygı gösteren bu kişilerin yaptıklarına ne kadar önem verildiğini ve bundan hoşnut olunduğunu ortaya koymaktadır. Yine, bu özellikleriyle ayet-i kerîme Peygamber’in (sav) izzetinin yüceliğini, bulunduğu makamın şeref ve değerini bildirmektedir. Ayette ayrıca, seslerini yükseltenlerin işlediği günahın büyüklüğüne ve sesini kısanların hak ettiğinin zıttına müstehak oldukları cezanın da büyüklüğüne bir tariz bulunmaktadır. (Keşşâf)اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Benî Temîm isimli bedevî kabilesi Hz. Peygamber’i görmek, tanımak ve buna göre bir ilişki kararı almak üzere Medine’ye gelmişti. Peygamber efendimiz her öğleden sonra yaptıkları gibi bir süre dinlenmek (kaylûle yapmak) üzere odalarına çekilmişlerdi. Kabile mensupları, kendilerine bu durum bildirildiği halde Resûlullah’ın evinin önünde, kaba bir şekilde “Muhammed, Muhammed!” diye bağırmaya başladılar. Bu davranışları hem edebe aykırı idi hem de onu rahatsız etmişti. Ama eğitim ve idrak seviyeleri henüz yaptıklarının kabalığını, yersizliğini anlayacak ölçüde değildi (Kurtubî, XVI, 294 vd.). Böyle yapanların medeni inceliklerden uzak bedevîler olduğu düşünüldüğünde davranış tabii de görülebilirdi. Buna rağmen Allah Teâlâ’nın vahiy göndererek uyarıda bulunması iki önemli ve evrensel değer ve kurala dikkat çekmektedir: 1. Medenî inceliklerin, insanî erdemlerin bütün topluluğa yayılması; köylünün, bedevînin, şehirlerden uzak yaşayanların da uygarlıktan nasiplendirilmesi, bütün ümmetin medenîleşmesi gereklidir. 2. Hz. Peygamber’in Allah katındaki yeri ve değeri çok yüksek olup onun karşısında herkes bu idrak içinde olmak zorundadır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُنَادُونَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُنَادُونَكَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ وَرَٓاءِ car mecruru يُنَادُونَكَ fiiline mütealliktir. الْحُجُرَاتِ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْقِلُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْقِلُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُنَادُونَكَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندى ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Ayet, istînâfiyye olup fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve ve tahkir içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi muhatabın mevsûlün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ izafetiyle az sözle çok mana kastedilmiştir. الْحُجُرَاتِ ‘deki marifelik ahd içindir. (Âşûr)
اِنَّ ’nin haberi olan اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan اَكْثَرُهُمْ ‘un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden لَا يَعْلَمُونَۜ cümlesi müsneddir.
Cümlede müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Çoğunun aklı ermeyen kişiler olduğunun bildirilmesi; içlerinde istisna edilmesi gereken kişiler bulunduğu anlamında olabilir. Yine, aralarında aklı erenlerin az olduğu belirtilerek, aslında içlerinde aklı başında hiç kimsenin olmadığı kastedilmiş de olabilir; çünkü Arapların sözlerinde azlık yokluk anlamında kullanılabilmektedir.
Bu ibaredeki مِنْ ibtidâ-i gaye içindir; yani Peygamber’e seslenme bu mekandan başlamaktadır. Peygamberin (sav) şanını yüceltip ona hürmet etmenin önemini belirtmek için الْحُجُرَاتِ şeklinde çoğul getirilmiştir. Seslenme fiili, hepsine isnat edilmiş olsa da bunu onlardan birinin yapmış olması da caizdir; diğerleri bunu hoş görmüş de sanki o fiili hep birlikte işlemiş gibi olmuşlardır. (Keşşâf)
Bu ifade, daha önce kastedilen kimselerin mukabili olan kimselerin halini anlatmaktadır. Çünkü öncekinde, sesini kısıp konuşan, saygılı davrananlardan bahsedilmiş, bu ayette sesini kabaca yükseltenlerden bahsedilmiştir. Burada, bu kimselerin, Hz. Peygamber (sas)’in huzurunda, edebi bir tarafa bıraktıklarına ve her türlü ihtiyaçlarını ona arzettiklerine bir işaret vardır. (Fahreddin er-Râzî)
Akletmemekle kastedilen Efendimizle muamelede gözetilmesi gereken edep ile alakalı akıldır veya onların İslam öncesi dönemde alıştıkları sertlik, kibir gibi huyları ifade eden ve yasak olmayan, günah gerektirmeyen bir şeydir. (Âşûr)
Kendisine yazdığı mektuplardan birinde şöyle yazıyordu:
Kalbini değerlendir. Kimlerin ve nelerin sevgisi ile dolu olduğuna bak ve neden onları sevmeyi seçtiğini araştır. Zira insan, sevdiklerine benzer. Yani davranışları, seçimleri ve öncelikleri bunlara göre şekillenir. Öyleyse halinin değişmesini isteyenin yolu bu cevapları bulmaktan geçer.
Genç gönüllerin, kimlerin ve nelerin peşinden gittiklerini ve örnek aldıklarını önemsemek gerekir. Ki, yanlış hale bürünmeden harekete geçilsin. Rasulullah (sav)’i, ashabını ve Allah dostlarını tanıtmalı ki, hedeflerini ve önceliklerini doğru belirleyebilsin. Herkesin dilinde benzer şikayetler: insanlık nereye gidiyor? Halbuki cevap belli: hesap günü köpük gibi kaybolup gidecek hayatların peşinden gidenin, bu hayattaki önceliklerinin ve hedeflerinin sağlam olması zordur.
Ey Allahım!
Gönüllerimizi, sevdiklerine meyil ettir. Bizi sevdiklerine, sevdiklerini de bize sevdir. Gönüllerimizi, Senin rızana tahsis edenlerden eyle. Nefsani arzulardan dolayı değil, Senin rızan için sevenlerden ve nefret edenlerden eyle.
Sana ve peygamberin hz. Muhammed’e düşman olanlara karşı tavrı net olanlardan ve onlardan kalben uzaklaşanlardan eyle. Müslümanım diyen kullarına karşı sevgi ve şefkat gösterenlerden eyle. Ümmet olmak için çabalayanlardan eyle.
İmanımızı sağlamlaştır ve nurun ile maddi manevi her zerremizi aydınlat ve şifalandır. Öyle ki, önceliklerimiz, hayatlarımız ve hallerimiz rızana uygun şekillensin. İbadetlerimizdeki eksiklikleri rahmetin ile tamamla, kusurlarımızı affet ve güzelleştirmemiz için yardım et.
Rasulullah (sav)’e ve ashabına ve razı olduğun kullarına selam olsun. Bizi, onları tanıyanlardan, sevenlerden, örnek alanlardan ve cennette onlara kavuşup komşu olanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji